Şule Türker

Şule Türker

-

57. Alay İngiltere’yi fethetti!

21 Nisan 2018

Can Atilla’nın bestelediği dünyanın ilk Gelibolu Senfonisi, uluslararası prömiyerini Londra’da Kraliyet Filarmoni Orkestrası ile yaptı.Londra’daki konserde neler yaşandı, neler hissettiniz? Yunus Emre Enstitüsü’nün, Cumhurbaşkanlığı himayesinde düzenlediği özel bir geceydi. Protokol de vardı ama 900 kişilik salonu ağırlıklı olarak bilet alıp gelen İngiliz sanatseverler doldurmuştu. Bu senfoninin, Türkiye Cumhuriyeti’nin yüzakı olmasını istedim. Baştan itibaren de çalışmalarımı bu doğrultuda yaptım. Bu konser bir anlamda emeklerimizin de taçlandırılması oldu. Savaşta yer alanların torunları da vardı konserde, savaşı bilmeyen klasik müzik severler de. Sonrasında albümlerimi imzaladığım yerde uzun kuyruklar oldu. Birçok İngiliz müziksever, eseri ne kadar beğendiklerini, uzun süredir dinledikleri en iyi klasik müzik olduğunu söyledi. Konser için kaç prova yaptınız?Biz 2 Nisan’da Pazartesi günü gittik, Salı günü 3 saatlik bir prova, konserin olduğu 5 Nisan Perşembe günü de iki saat prova yaptık. Yani toplam 5 saatlik provayla konser yapıldı. Prens Edward’la konuşma imkanınız oldu mu?Evet Kent Dükü Prens Edward’la sohbet ettik. Abdullah Gül beyefendi Çankaya Köşkü’ndeki bir resepsiyonda beni İngiltere Kraliçesi’ne takdim etmişti. Senfoninin iki bölümünün icra edildiği 23 Nisan 2015’te İstanbul’daki zirvede de Prens Charles’a takdim edilmiştim. Bu benim Kraliyet ailesiyle üçüncü temasımdı. Prens, senfoni ile ilgili birçok soru sordu, ben de kendisine kapsamlı bilgi verdim. Atatürk senfoninin bir parçasıSenfoninin iki sene süren bestelenme sürecine dair neler söylersiniz?Senfoni, dünyadaki müzik formlarının en yücesidir, bestecilerin en iddialı eserleri senfonilerdir. Benim de idealim, hayalim böyle bir senfoni yazmaktı. Tahsilimi, kariyerimdeki tüm birikimimi bu eserde sonuna kadar zorladım. Öncesinde hem Çanakkale Savaşı hem de senfoniye adını veren 57. Alay ile ilgili çok kapsamlı araştırmalarım oldu. Çanakkale Savaşı’nın özel bir ruhu vardır, dünyadaki hiçbir savaşa benzemez. 57. Alay ise benim için ölümsüzlük ikonudur. Aynı ruhla, vatan sevgisiyle canlarını feda etmeleri, dünyanın sayılı kahramanlık hikayelerindendir. Dünyada da saygıyla, hürmetle anılan bir alaydır. 57. Alayın kahramanlık ruhunu bu eserin bütün notalarının içinde yansıtmaya çalıştım. Mustafa Kemal Atatürk’ün bu savaşta hayatını kaybedenlerin ailelerine yönelik o muhteşem sözleri de artık sadece Çanakkale’deki duvarda yazmıyor, artık bir senfoninin de parçası... Sizi en fazla zorlayan ne oldu?Savaş atmosferini, vahşetini dinleyenlere hissettirebilmek için çok çalıştım. Dört dakikalık bir vivace bölümü var, çok hızlı çalınması gereken yer. O bölümde savaşın soğuk yüzünü hissettirebilmek için orkestranın tüm olanaklarını kullandım.Ayakta alkışladılarKonser sırasında seyircinin tepkisi nasıldı?Londra’daki konserde hiç olmayacak bir şey oldu. İngiliz dinleyicisi ve Avrupalı klasik müzik severler bölüm aralarında alkışlamazlar, ayıptır. 50 dakikalık duygusal bölüm bitip de savaş patladığında önce salondaki herkes koltuklarında bir doğruldu. Müzik herkesi kapladı ve öyle bir bölüm bitişi oldu ki, bütün salon sanki senfoni bitmiş gibi alkışladı. Eserin klasik müziğin fiziksel yapısına aykırı olduğunu söylediniz, orkestra çalarken zorlandı mı?Evet, özellikle de yaylı grubu için çok zordu. Ama Bilkent Senfoni Orkestrası çok az bir prova ile eseri dünyaca ünlü Alman Plak Şirketinin yatırım yapacağı kadar kusursuz çaldı. Prens Charles’tan mektup geldi2015’in 23 Nisan günü İstanbul’da yapılan ve 30 ülkenin liderlerinin katıldığı toplantıda çalındı senfoninin ilk iki bölümü. Cumhurbaşkanları eser çalınırken ayaktaydı. Senfoninin bestecisi olarak Prens Charles’a eserin içeriğinden bahsetmiştim, CD’si çıktığında da kendisine gönderdim. O da bana bir mektup yazdı; Eseri hatırladığını ve İngilizler tarafından değerlendirilmesi konusunda yardımcı olacağını bu mektupta ifade etmişler.

Devamını Oku

Müzik aletlerini 'tadarak' tanıyorlar

22 Şubat 2014

Eğitmen Feryal Şehirlioğlu, Ankara’da ‘Music Together’da uyguladıkları erken dönem müzik eğitimi için “Çocuklar müzik aletlerini tadarak meraklarını gideriyor” diyor.Farklı milletlerden bir sınıf dolusu bebek düşünün...Ellerinde değişik çalgılar...Kimi oturuyor, kimi ayakta, bazıları ise ritme ayak uydurma peşinde... Hemen arkalarında anne baba veya aileden birisi... Burası neresi mi? Music Together... Amerika'da uzman profesyonellerin başlattığı erken çocukluk dönemi müzik ve hareket programının Ankara ayağı. Bu "okulun" başında kendisi de müzisyen olan ve konunun eğitimini alan, Feryal Şehirlioğlu var.Music Together'ı nasıl kurdunuz anlatırsınız?0-5 yaş arasındaki bebekler-çocuklar ile ebeveynleri için geliştirilmiş, uluslararası olarak tanınmış, erken çocukluk dönemi müzik ve hareket programı diyebilirim. Program, 1987’de Amerika’da başlatıldı. Çocuklar, anne-babaları ile şarkılar söylüyor, dans ediyor, yaşlarına uygun çalgılarla müziklere eşlik ediyorlar.Gruplar kaç kişilik?Karma yaş düzenine göre en az 6, en fazla 12 çocuk ve aileleri. Neden karma yaş düzeni uygulanıyor?Eğitimciler, 5 yaşın altındaki çocuklar için en uygun öğrenim ortamı olarak karma yaş gruplarını tavsiye ediyor... Bir dönem ne kadar sürüyor?Bir dönemde, 10 hafta Pazar günleri 45'şer dakikalık müzikal buluşmalar yapıyoruz.Minikler arasında yabancılar da var galiba?Evet, çoğunluğu Ankara’da görevli diplomat aileleri. Bu ailelerden bazıları, Music Together sınıflarına yurt dışında büyük çocuklarıyla katılmış ya da bir önceki dönem yurt dışında başlayıp, Ankara’ya taşınınca bizimle devam eden aileler. Dönem ortasında ülkeler arası geçiş mümkün; Çocuklar burada ne tür müziklerle tanışıyor?Her dönem 25 şarkı kullanıyoruz. Bunların çoğunluğu İngilizce. Ayrıca farklı dillerden şarkılar ile enstrümantal melodiler var. Klasik Batı, Caz, Blues ve dünya müziklerinden derlenen şarkılar, hikaye, tekerleme, oyun gibi eğlenceli aktivitelerle sunuluyor.Derslerde daha çok hangi enstrünmanlar kullanılıyor?0-5 yaş bebek/çocukların ellerine ve ağızlarına ergonomik ve güvenilir şekilde tasarlanmış Orff ritim çalgıları kullanıyoruz. Bu yaş aralığındaki minik kâşifler, oral tanıma evrelerini, müzik aletlerini tadarak meraklarını gideriyor. Bu nedenle her ders sonrası ıslanmış çalgılar temizlenerek bir sonraki derse hazır hale getirilir.Bebeğin gelişimini hızlandırıyorBir çocuk en erken kaç yaşında bir enstrüman çalabilir?Bebekler doğdukları ilk günden itibaren ana dillerini öğrenmeye başlar. Dilin zorluk derecesi ne olursa olsun okuma-yazma becerilerine gerek kalmadan, sadece dinleyerek ve tekrarlayarak, 1-2 yıl içersinde o dili öğrenirler. Ana dili yaklaşımında olduğu gibi çocuk çalmayı öğrendikten sonra nota okumaya geçebilir. Dr. Suzuki bu metodu müzik ile keman eğitimine uygulamış ve çalgı eğitimine başlangıç yaşını 3-4 yaşa kadar indirmiştir. Hamilelikte bebeğe müzik dinletmek gelişimini ve zekasını etkiler mi?Anne karnındaki bebeğin en net duyduğu ses, annesinin sesidir. Annesinin sesini doğumdan hemen sonra bile tanıdığı biliniyor. Hamilelikte bebeğe müzik dinletmenin bebeğin fiziksel gelişmesini hızlandırdığını ve zekâsını olumlu yönde etkilediğini, hatta bazı vakalarda görülen minör gelişim bozukluklarını hafiflettiği de belirlenmiş.Anne ve babalar da geliyorDerslerde ne gibi aktiviteler var?Çember oluşturarak oturan minikler derse "Hello” şarkısıyla birbirini selamlayarak başlar. Ardından her hafta değişen 14 şarkı boyunca farklı aktivitelerle müziğin değişik kavramları deneyimlenir. Ders sonunda yine çember olup ”Goodbye” şarkımızla, bir sonraki hafta görüşmek dileğiyle vedalaşılır. Derslerimiz oyun ve eğlence esaslarına göre şekilleniyor: Melodi, armoni, ritim gibi öğeleri ritmik tekerlemeler, ses aralıkları ve ritmik tekrarlarla pekiştiriyoruz. Müzikle erken yaşta tanışan çocukla tanışmayan arasında ne tür farklar olur?Diğer çocuklarla ve aileleriyle birlikte alabileceği temel müzik eğitimi aktivitelerine katılması, daha sonra başlanabilecek çalgı eğitimine de uygun zemin hazırlar. Bir müzik aleti çalmak ilk adımdır.

Devamını Oku

Maya takvimi hakkındaki gerçekler

9 Aralık 2012

- Son günlerin en çok konuşulan konularından birisi, Maya takvimine göre 21 Aralık'ta kıyametin kopacağı söylentisi... 21 Aralık yaklaşırken, dünyanın sonu kehanetleri ve kaos teorileri havada uçuşuyor... Türkiye'de şimdilik sadece Şirince'de hareketlilik yaşansa da, dünya bir anlamda "alarma" geçmiş durumda.azı kaynaklara göre, "21 Aralık 2012 maya takviminin sonu değil, döngüsel uzun sayım takviminin 13 baktumdan oluşan kısımının son günü". Yani zamanın sona ermesi veya maya takviminin sona ermesi gibi bir durum yok. Ancak 13. baktumun bu son gününde, yani 21 Aralık'ta yeni çağa geçecek olan insanoğlu, bir felaket yaşayacak. Tabii bu felakete yönelik çeşitli teoriler var. Diğer bir kısım görüş de bu tarihte insanlığın büyük bir atılım yapacağına inanıyor. Bazı kaynaklarda bu tarih "foton çağı"na geçiş olarak adlandırılıyor. Kehanetin 2 yıl içinde, yani 2012-2014 arasında gerçekleşeceğine dair söylentiler de bulunuyor. NASA veya herhangi bir gözlem evinden olası bir tehlikeye yönelik açıklama yapılmadığına dikkat çekenler, "bu son günün", insanlık için bir dönemin son günü veya geçmişe yönelik bir güne gönderme olabileceğini, ama kesinlikle kıyamet olarak algılanmaması gerektiğini savunuyor. 21 Aralık’da, insanlığın mutluluk ve aydınlanma dönemine gireceğini savunanlar da var.Kolomb Mayaları kıyamet alameti sanmış Avrupa'da Maya uygarlığı ile dünyanın sonu arasında kurulan ilişki, Kristof Kolomb zamanında başlıyor. Kolomb, Amerika kıyılarına ayak bastığında, Mayalar neredeyse 3500 yıldır burada yaşıyordu. Kaşifin onların isimlerini duyması, 1502'deki yolculuğunda oldu. Bu eski uygarlık hakkında ilk bilgilere ulaştığında, Kolomb "Kehanetler Kitabı" isimli bir derleme üzerinde çalışıyordu. Roma Katolik Kilisesi Kardinali Petrus Aliacensis'in "İmago Mundi" adlı kitabındaki görüşlerinden etkilenmiş olan kaşif, bu uzak dünyaları ve Mayaları bulmasının, "kıyamet alametleri" olduğuna inanmış. Mayaların yazılı kaynakları 16. yüzyılda İspanyol istilacılar tarafından pagan inançların yokedilmesi amacıyla neredeyse tamamen ortadan kaldırılmış. Geriye kalan az sayıda kodeks ve yazıtlar vasıtasıyla dilin çözümlenmesi, astroloji, takvim gibi konularda yazıtların okunmaya başlanması, ancak 20. yüzyılın başlarında olmuş. Bu uygarlık, en ihtişamlı zamanlarını 250-900 yılları arasında yaşamış. Kolomb'la beraber İspanyol istilacıların gelişi ve Amerika'nın kolonizasyonu sonucu Maya Krallığı ortadan kalkmış, ancak halkı varlığını sürdürmeyi başarmış.Dünyanın sonu tufanla gelecekArkeolog Sylvanus Morley, "The Ancient Maya" kitabında, 1900'lerin başında Alman tarihçi ve Maya uzmanı Ernst Förstemann tarafından tercüme edilen Kolomb öncesi Maya uygarlığı ile ilgili en önemli yazılı kaynak olan Dresden Kodeksi'nin son sayfasındaki felaket anlatısını, kendi yorumunu ekleyerek kullanmış. Ona göre dünyanın sonu büyük bir tufanla gelecek. Ancak ne Förstemann'ın çevirisinde ne de Morley'in kitabında herhangi bir tarihe yer almamış. 60'lı yılların sonlarına gelindiğinde arkeolog, antropolog ve Maya uzmanı Michael Douglas Coe ise, "The Maya" adlı kitabında, dünyanın sonunun Aralık 2012'de geleceğine yer vermiş. Takvimi neden önemseniyor? Maya uygarlığı genel olarak çağının ötesinde olduğundan çoğu zaman uzaylılarla etkileşim içinde görülmüş. Ancak maya takviminin önemsenmesinin asıl nedeni, Mayalar'ın astronomi alanındaki mükemmele yakın tahminleri. Ay ve gezegenlerin hareketleri, güneş tutulmaları ve belki de en önemlisi bugünkü modern astronomi hesaplamalarıyla bilinen “Venüs yılı”nı (synodic period) daha o zamanda hassas bir biçimde saptayabilmeleri.Tek sorun, pusulalarımızı yeniden ayarlamak olacakNASA’nın Jet Gücü Laboratuvarı (NASA/JPL) bünyesindeki Dünyaya Yakın Cisimler Programı Dairesi Başkanı Don Yeomans teoriler üzerine yaptığı açıklamada şunları söyledi: “Maya uygarlığının kullandığı takvimin Aralık 2012’de aniden sona ereceği ve bu tarihte dünyanın sonunun geleceği inancı hatalı. 21 Aralık 2012 tarihinde takvim sona ermiyor. Bu tarihte sadece bir çevrim bitiyor ve yeni bir çevrim başlıyor. Tıpkı bizi takvimimizin 31 Aralık’ta bir çevrimi tamamlaması ve 1 Ocak’ta yeni bir takvimin başlaması gibi.Bu tarihte uzak bir galaksiden kopup gelecek ve dünyaya çarpacak Nibiru isimli gezegenle ilgili söylenenler de yanlış. Bu dev gezegenin dünyaya doğru geliyor olması lazım ama öyle bir şey olsa bunu çoktan görürdük. Herhangi bir dizilme durumu da olmayacak. Böyle bir durumun yaratacağı tek sorun, pusulalarımızı yeniden ayarlama zorunluluğumuz olur."En çok konuşulan teorilerMarduk Teorisi: Teorilere göre Marduk 21 Aralık 2012'de dünyaya çarpacak. Bu teoriyi savunanlara göre Marduk gezegeni daha önce de dünyaya uğradı ve uğradığı zamanda Nuh tufanı yaşandı. Bu teoriye inanan bazılarına göre, Marduk geri dönecek bütün dengeleri bozacak. 22 Aralık'ta insanlar 6 gün sürecek bir uykuya dalacak ve bu sırada dev tsunamiler, depremler olacak, dünya 3 gün kararıp, üç gün aydınlanacak. Sonrasında Hz. İsa gelecek, hayatta kalanlarla beraber yeni bir çağı, "altın çağı" başlatacak. Timewave Teorisi: Manyetik etkilerin bir noktada birleşmesi teorisi. Buna göre gezegenlerin çekirdek kaynaklı manyetik alanları bozulduğunda, dünya üzerindeki tektonik hareket bozulabilir, uydular yörüngeden çıkabilir. Uzaylılarla temas: Bu tarih insanlığın uzaylılarla tanışacağı veya onlar tarafından istila edilebileceği tarih.Marduk Teorisi: Teorilere göre Marduk 21 Aralık 2012'de dünyaya çarpacak. Bu teoriyi savunanlara göre Marduk gezegeni daha önce de dünyaya uğradı ve uğradığı zamanda Nuh tufanı yaşandı. Bu teoriye inanan bazılarına göre, Marduk geri dönecek bütün dengeleri bozacak. 22 Aralık'ta insanlar 6 gün sürecek bir uykuya dalacak ve bu sırada dev tsunamiler, depremler olacak, dünya 3 gün kararıp, üç gün aydınlanacak. Sonrasında Hz. İsa gelecek, hayatta kalanlarla beraber yeni bir çağı, "altın çağı" başlatacak. Timewave Teorisi: Manyetik etkilerin bir noktada birleşmesi teorisi. Buna göre gezegenlerin çekirdek kaynaklı manyetik alanları bozulduğunda, dünya üzerindeki tektonik hareket bozulabilir, uydular yörüngeden çıkabilir. Uzaylılarla temas: Bu tarih insanlığın uzaylılarla tanışacağı veya onlar tarafından istila edilebileceği tarih.İlahiyatçılar inanmıyorİlahiyatçı Orhan Kaymak, kimsenin telaşa düşmemesini söylüyor ve ekliyor: Kıyametin kopacağı zaman ne peygamberlere, ne peygamberlere vahiy getiren Cebrail'e, ne de kıyameti koparmakla görevli olan İsrafil'e haber verilmemiştir. Bu kesin ve Allah-u Teala, Kur'an-ı Kerim'de böyle bildirmiştir.Atatürk Maya kültürünü inceletmişBazı kaynaklara göre, Atatürk, Mu kıtası ile ilgili araştırmalar için, o zamanki Meksika Büyükelçisi Tahsin Mayakon’a Maya kültürünü incetmiş. Büyükelçinin çalışmalarından son derece memnun kalan Atatürk, Tahsin Mayakon’un soyadını “Mayatepek” olarak değiştirmiş.

Devamını Oku

İmamların hepsi çok iyi tenor

1 Aralık 2012

Ama koltuğa oturmuş olması sahneden vazgeçtiği anlamına gelmiyor. Aykut Çınar, yoğun temposunun içinde en çok operayı halkla buluşturmayı hedeflerken, Türk insanının sesten iyi anladığını imamları birer tenore benzeterek anlatıyor.Birçok eserde başrol olarak yer aldınız, grubunuzla konserler verdiniz. Sahnedeyken birden bir odada koltuğa gömüldünüz. Sanatçının yöneticilik yapması, sizce doğru mu?“Sanatçı bürokrat olur mu?” sorusu yıllardır tartışılır. Ben eskiden farklı düşünüyordum ama üç aylık tecrübemin sonucunda şu anda çok farklı bir noktadayım.Şimdi ne düşünüyorsunuz?Devlet Opera ve Balesi’nin birinci adamları mutlaka sanatçı olmalı. Çünkü bu kurumu bilmeyen, bir sanat üretisi yapılırken ne tür problemlerle karşılaşıldığını bilmeyen birinin, bizim sorunlarımızı anlatması söz konusu bile olamaz... Bazen genel müdürün, sanatçının sırtını okşaması gerekir. Çünkü biz duygusal bir iş yapıyoruz. Yani yazı çizi ile ya da “bana ne” diyerek sorunları çözemezsiniz.Sizler de bürokrasiyi bilmiyorsunuz, bu sorun yaratmıyor mu?Benim gibi sanatçı müdür işin başındaysa, bürokrasi konusunda tecrübesizliği nedeniyle başlarda zorluklar yaşıyor, doğru. Ama şunu söyleyeyim; bir sanatçının bürokrasiyi öğrenmesi, bir bürokratın sanat öğrenmesinden çok daha kolay. Ben bir yılın sonunda bürokrasiyi öğrenmiş olurum, ama bir bürokratı buraya oturtun, bu kadar sürede öğrenebilmesi mümkün değil.Bürokrasi dışında zorlandığınız şeyler oldu mu?Opera Solistleri Derneği’nin Yönetim Kurulu Başkanlığı’nı, ondan önce de solist temsilciliğini yaptım. Devlet Opera Balesi’nin içinde bulunduğu durumla ilgili, bu sanat dallarının Türkiye’deki konumuyla ilgili fikir sahibiyim.Sorunların çözümüne yönelik çalışmalarımız oldu, dolayısıyla konulara yabancı değilim. Ama yönetici olarak tabii çok yeniyim, öğrenecek çok şeyim var.Müdürlük yaparken sahneye çıkabilecek misiniz?Bu görev bana teklif edildiğinde, kariyer yaşım çok genç, enerjim de iyi olduğu için, idarecilik ile sahneyi bir arada götürebilirim diye düşünmüştüm. Ki kararım hala öyle. Ama tahmin etmediğim kadar yoğunmuş. Geçen seneden kalan 3-4 eserim var, ama bu tempo içerisinde hepsini yapabilmem imkansız görünüyor.Önümüzdeki günlerde ‘Karyağdı Hatun’da söyleyeceksiniz...Türk eserlerinde sahneye çıkmayı, görev sayıyorum. Bana bir Türk eseri teklif edildiğinde, yabancı eserin aksine çok incelemem, kabul ederim. Türk operası dünyada bir gün bir yere gelecekse, bu ancak Türk eserlerinin sayısının artması ile mümkün olur.Bildiğim kadarıyla çok sayıda eserimiz yok...60 küsur yıllık Devlet Opera Bale tarihimizde 60 tane opera üretilmiş olsaydı, 15 başyapıt çıkarmış olurduk. Ama çok az üretildi. “Kerem” operası, “Ali Baba ve Kırk Haramiler”, “Midas’ın Kulakları”, “Yunus Emre Oratoryosu” bunlardan bazıları. Bunlara da gözümüz gibi bakıyoruz.‘Sesi kötüyse cemaat beğenmez’“Türk insanı sesten çok iyi anlıyor. İddia ediyorum belki de dünyada güzel sesten bu kadar anlayan bir başka ülke yoktur. Neden derseniz, biz sevincimizi, üzüntümüzü böyle ifade ediyoruz; düğünde şarkı söylüyoruz, yakınımızı kaybettiğimizde ağıt yakıyoruz, dini vecibeleri yaparken, ilahi söylüyoruz. Bizdeki imamların hepsi çok iyi tenorlerdir, zaten sesi kötüyse imamın, cemaat beğenmez... Yani ses bizde çok önemli. Dolayısıyla bence opera sanatının gelecek korkusu olmayacağı tek ülke bizim ülkemizdir. Yeter ki çeşitlilik gösteren opera eserleri üretebilelim... Daha bizim bir Aşık Veysel operamız yok, bir gün yapılırsa patlayacak. Mevlana operası yok... Anadolu toprakları operaya uygun efsaneler, hikayelerle dolu... Kendimize ait o kadar melodik bir yapımız var ki... Dünyada ses getirecek o kadar sazımız var ki... Çok özel eserler üretilebilir...”‘Aaa Jean Reno’“Başlarda insanların bana gözlerini dikip bakmaları, nedenini de bilmediğim için, hem garibime gidiyor, hem de sinirimi bozuyordu. Ama alıştım artık. Kimi ‘aaa Jean Reno’ diyor, kimi ‘abi ya bi artist var yabancı, sen onun akrabası mısın?’ diye soruyor...”Bu sezon neler var?“Merih Çimenciler’in eseri Harem balesi hala kapalı gişe oynuyor... Bu yıl 20. yaşını kutlayan MDT, Arda Boyları ve Gece Gündüz adlı iki eser yapacak. Haydn’ın komik operası Eczacı Nisan ayından itibaren sahnelenecek. Bir de müzikalimiz olacak Fantastik... Ali Baba ve Kırk Haramiler, Saraydan Kız Kaçırma, Don Giovanni halen oynanıyor...”‘Operaya ve baleye gelmeyenin ayağına biz gideceğiz’Müdürlüğünüz döneminde neler yapmayı hedefliyorsunuz?Daha çok insana, hiç operaya baleye gitmemiş insanlara ulaşmanın yolunu bulmamız lazım. Daha büyük salonlarda seyirciyle buluşmalıyız. Açılış konserimizi ATO’nun 3 bin 200 kişilik salonunda yaptık. Çok büyük ilgi gördü. Biletlerin tamamı 1.5 günde bitti. Böyle salonlarda büyük halk kitleleriyle buluşacağımız organizasyonlar yapmayı istiyorum. Binamızda yerleşik temsillerimiz sürerken, büyük mekanlarda konsepti olan konserler, açık hava konserleri, kostümlü, dekorlu büyük organizasyonlar yaparak, takipçimiz olan izleyicilerin dışında, opera bale ile tanışmamış kişilere bir şekilde biz gitmek istiyoruz.Yılbaşı konseri yapacak mısınız?Açılış konserini verdiğimiz mekanda 5 Ocak’ta Yılbaşı konseri yapmayı istiyoruz. Ama farklı bir konser öngörüyoruz, kendimizi tekrarlamak istemiyoruz. Benim dönemimde çok klasik formatlar üzerinden gitmek istemiyorum. Yaptığımız her işin bir farklı boyutu, çarpıcı bir özelliği olmalı. Bunun ilk izlerini açılış konserinde vermeye çalıştık, bunun devamını da getireceğiz.Yeni sezonda repertuvarınızda bir değişiklik olacak mı?Önümüzdeki yıl repertuvarımızı da biraz çeşitlendirmek istiyoruz açıkçası. Her türlü müzikseverin çatımız altına gelmesini böylelikle sağlamak istiyoruz.Üç tenor yola devam edecekRepertuvarında hem aryalar, napolitenler, hem de türküler ve Münir Nurettin Selçuk eserleri barındıran Üç Tenor’den de vazgeçmiyor Çınar. “Arkadaşlarıma ‘Üçüncü tenoru değiştirmek isterseniz anlayışla karşılarım’ dedim. Çünkü vakit ayıramayabilirdim. ‘Biz böyle tanındık, böyle devam etmek istiyoruz’ dediler” şeklinde konuşan Çınar için bu grubun anlamı ona “Sizi dinledim, muhakkak bir kere operaya gideceğim” diyenler. ‘Futbolcudan farkımız yok’Çınar, sanatçıları futbolculara benzetiyor, “Bizim futbolcular gibi, sürekli antreman yapmamız gerekiyor. Sahneyi aksatırsak, 3 ay maça, antrenmana çıkmamış futbolcu gibi, sahne kabusa dönüşebilir... 3 aydır doğru dürüst çalışamıyordum, bugün provada zorlandım, bitiremiyordum neredeyse. Çok kondisyonsuz kalmışım. Dolayısıyla şimdi 8 saat çalışıyorsam, mesaimi 9-10 saate çıkaracağım ki özel çalışmalarıma da vakit ayırabileyim... Aynen futbolcularda olduğu gibi idman, antrenman eksikliğimiz olduğu zaman kondisyon gidiyor...”Tenorün en büyük hedeflerinden biri de çocukları operayla tanıştırmak. Çınar, “Belediyelere şunu teklif ediyoruz, Leyla Gencer Sahnesi’nde oynadığımız eserlerden ikisini her ay ücretsiz olarak belediyeye tahsis edelim, onlar da operaya gelme şansı olmayan çocukları otobüslerle getirsinler. Biliyorsunuz Devlet Opera Balesi’nin sanat icra etmenin dışında eğitim yönü de var, aynı zamanda eğitim kurumuyuz” diyor.

Devamını Oku

Türkiye'nin en eski tiyatrosunu uyandırdılar

21 Kasım 2012

Türkiye'nin en eski ve köklü tiyatrosu olan AST önümüzdeki ay 50. yaşını kutlayacak. Üstelik aynı binada, aynı sahnede... Tiyatronun yönetimi bir süre önce oyuncu Mahir İpek, tiyatro sanatçısı Hakan Güven ve emekli gazeteci Vedat Çuhadar aldı. Tiyatronun geleceğini İpek ve Güven ile konuştuk. Ankara Sanat Tiyatrosu (AST) epey değişmiş, neler yaptınız?Baştan aşağı yeniledik. Avrupa standartlarını yakalayalım istedik. Çok uzun zamandır tiyatroya el sürülmemişti. Salon yenilendi, sahne zemini, ışık sistemi elden geçirildi, fuaye genişletildi. Bina eski olduğundan elektrik, su sistemi de yenilendi. Kısacası her şey yeniden yapıldı. Yönetimi devraldıktan sonra yenileme dışında neler yaptınız? Tadilat yeni oldu. Zaten önceliğimiz farklıydı, önce seyircinin yeniden buraya gelmesini sağlamamız gerekiyordu. Son döneminde seyirci ortalaması oldukça düşmüştü. Biz bunu nasıl yeniden eski haline getiririz üzerine çalıştık. İlk senemiz biraz sallantılı geçti, ama sonra iki oyun; "Giderayak" ve "Zübük" ile yeniden seyircimize kavuştuk. Özellikle geçen sezon AST oyunlarını kapalı gişe sahneledi. Siz oyuncusunuz, tiyatro yönetmek, işletmek zor oldu mu?Kolay iş değil tabii. Tiyatrolar karlar yapan yerler değil. Zaten yönetimi aldığımızda hatırı sayılır bir borcu da devraldık. Şu anda zaten bu tiyatro hem sanatsal anlamda hem de ekonomik anlamda bir düze çıkma mücadelesi veriyor. Sanatsal anlamda bayağı bir başımızı kaldırdığımızı düşünüyorum. Özellikle bu ay sahnelemeye başlayacağımız yeni oyunumuzla... Aziz Nesin’in oyunları burada çok önemliYeni oyununuz da Zübük gibi Aziz Nesin'in, neden?Aslında denk geldi. Zübük'le birlikte yeniden bir Aziz Nesin olmasının nedeni, oyunu sahneye koyan Yücel Erten'dir. 50. yıl kapsamında hayata geçireceğimiz projelerden birisi, Türkiye'nin önemli yönetmenlerinin burada oyun sahneye koyması. Bu isimlerden birisi de Yücel Erten. Kendisinin Aziz Nesin hikayelerinden oyunlaştırdığı "Selamün Kavlen Karakolu" zaten elimizdeydi. Sezon sürecinde 3 oyun dönüşümlü mü oynanacak?Ocak ayında yeni bir oyun daha sahneleyeceğiz. Amacımız, iki oyunla sezonu kapatmaktansa, bir repertuvar tiyatrosu haline gelmek. Söyleyeceğimiz lafları sanatla buluşturdukAST'da eskiden belli çizgideki oyunlar sahnelenirdi, bu duruşunda bir değişiklik olacak mı? Çizgimizde bir sapma yok. Ancak dünyada birçok denge değişti. Tiyatro da estetik, plastik biçimde değişim gösteriyor. Biz ona ayak uydurmaya çalışıyoruz. Bundan sonraki oyun projelerimiz de bunun üzerine gidecek. Sonuçta biz bir slogan tiyatrosu değiliz. Yaptığımız oyunlarda altı kırmızı kalemle kalın kalın çizilmiş beylik laflarla bir şey anlatmaya çalışmıyoruz. Zaten AST hiçbir zaman bir slogan tiyatrosu olmadı. Söyleyeceği lafları belli bir sanatsal estetikle buluşturan bir tiyatro oldu. Bu anlamda da bir öncü tiyatro olmuştur. Ama son birkaç senesinde, çeşitli problemlerden dolayı ivme kaybetti. Şimdi biz bunu yeniden yukarıya doğru çevirmeye çalışıyoruz. Omuzlarınızda ciddi bir sorumluluk var.Aynen öyle, ciddi bir yükün altındayız. 50 yıllık bir kurumu ayakta tutmaya çalışmak, her anlamda ciddi bir zihin yorgunluğu yaratıyor... 50 yıllık bir özel tiyatro dünyanın başka bir yerinde olsa koruma altına alınır. Bir kültür mirası şeklinde davranılır. Hem de aynı salonda 50 yıl boyunca perde açmış, binin üzerinde çok önemli aktör yetiştirmiş bir tiyatroysa...Hedefiniz ne, AST’ı eski günlerine döndürmek mi...AST'ı yeni bir yere oturtmak derdimiz. Bu nedenle de bu 50 yıllık tiyatroyu, ki dünyada da çok örneği yoktur, Avrupa'da nasıl tanıtabiliriz bunun peşindeyiz. Uluslararası Tiyatro Festivalleri ile yazışmalar yapıyoruz. AST'ın yüzünü Avrupa'ya çevirmeye niyetliyiz. İstanbul’daki tiyatroların başındakiler hep Ankara’danİstanbullu sanatçıları burada sahneye çıkmaya ikna edebilecek misiniz?Ankara sanatta ikinci plana itilmiş durumda. Oysa Ankara seyircisi çok özeldir, İstanbul oyuncuları için de öyledir. Durum böyleyken görsel ve yazılı medyanın da "yok sayması" nedeniyle bence Ankara geride kalıyor. Burada ciddi bir haksızlık var. Sanat İstanbul'dan ibarettir anlayışı var. Ben ise sanatın her şeyinin Ankara'da doğduğuna, buradan İstanbul'a yayıldığına inanıyorum. Bakın İstanbul'daki tiyatrolara, başındaki insanlara, çoğu Ankara'dan yetiştiler. Siz de İstanbul'da yaşıyorsunuz, AST'la ilişkiniz nasıl oldu?Ben tiyatro aşığı bir gençtim. 80'li yılların sonunda AST'taki oyunları izlemek, bu salonun merdivenlerinden inmek, benim için heyecan vericiydi. O yıllarda Anadolu Sanat Merkezi vardı, orada çocuk tiyatrosunda çalıştım. Ardından Halkoyuncuları Tiyatrosuna geçtim. Bu arada tiyatro kurslarına devam ettim. Sonra AST'ın oyuncularından Cezmi Baskın, Gökkuşağı Oyuncuları diye bir tiyatro kurdu, oyunlarını AST'ta sahneliyordu. Cezmi Abi'nin tiyatrosuna girdim, AST'a da öyle adım attım. Burada yetiştim, piştim diyebilirim oyunculuk anlamında. Oyunculukta eğitimin sınırı olduğunu düşünmüyorum. Buradaki savaşımız tam bir Don Kişot'luk hikayesi gibi..."Her kanalda diziler var, ben bunlara 'afyon' diyorum. Tamam içlerinde çok iyi olanları da var ama çoğunluk değil. Vatandaş işten gelip TV karşısına geçiyor, dizilerle uyuşuyor... Bu varken özellikle bütçesi kısıtlı olanların tiyatroya gelip oyun izlemesi çok zor. Biz tiyatro izleyicisini 20 yıl önce kaybettik. O yüzden şimdilerde tiyatro yapmak gerçekten çok zor... AST'ın 50. yılını kutluyoruz aynı mekanda, aynı salonda, kaç kişinin umurunda? Biz böyle bir durumda, salonlar, tiyatrolar kapanırken, seyirci 100'ken 10'lara düşmüşken, varımızı yoğumuzu tiyatroya harcayıp yatırım yapıyoruz. Burası daha güzel bir yer olsun, seyirci iyi yerde oyun izlesin diye. Delilik mi, Don Kişot'luk mu, kahramanlık mı, gerçekten biz de bilmiyoruz... Burayla olan duygusal bağlarımız nedeniyle hiçbir maddiyat gözetmeden çalışıyoruz. Ve toprağın altına girmiş, uyuyan devi uyandırdık. Çok iyi bir duruma getirdik, daha da iyi yapacağız. Bu ekibin başarısıdır bu. Eski AST değil, yeni AST var artık. Eski oyunlar sahnelendikleri döneme göre güzel eserlerdi, o dönemin Türkiye'sinin toplumsal yapısına uygundu. Televizyon bağımlılığı bu kadar yoktu, iyi kotardılar. Bizim şanssızlığımız hem televizyonla, hem ekonomik krizle savaşmamız. Bizim savaşımız eski yönetimlerin verdiği savaştan yüz kat daha zor. Zedelenmiş bir markaya yeniden itibar kazandırmaya çalışıyoruz. Ama önemli olan geldiğimiz noktayı seyircinin farketmesi. Sonuçta burada bir çığlık var, bu çığlığı duyurmak istiyoruz."

Devamını Oku

Şifalı bitkilerden 75 reçete

9 Kasım 2012

Yeditepe Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Erdem Yeşilada 75 özel reçetenin yer aldığı "İyileştiren Bitkiler" kitabında kanserden obeziteye, diş ağrısından kemik erimesine kadar birçok soruna çözüm sağlayacak bitkileri anlattı. Yeditepe Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Farmakognozi ve Fitoterapi Ana Bilim Dalı Başkan Prof. Dr. Erdem Yeşilada, bitkiler konusunda uzman isimlerden biri. Yeşilada, kısa bir süre önce, hastalıklarda faydası kanıtlanmış 75 özel reçetenin de yer aldığı "İyileştiren Bitkiler" kitabını çıkardı... İnsanların genetik yapılarının birbirinden farklı olduğunu, dolayısıyla hiç kimsenin birbirine benzemediğini, bir bitkinin her insanda farklı etkiye sahip olabileceğine dikkat çeken Yeşilada, “Her bitkide yüzlerce madde var, her insan da ayrı bir fabrika" diyor.Hangi bitki neye iyi geliyor?Badem-ceviz-fındık: Kan şekeri ve kolesterolü dengeler. Kırılmamış olanını satın almak lazım. Çünkü kırılınca içindeki yağ asitleri oksitleniyor, görünmeyen mantar oluşuyor üzerinde. Bunları fazla alırsanız karaciğere zararlı, hatta karaciğer kanserine neden olabiliyor. Cevizi kırıp suyun içinde bir gece bekletip suyu içip, ceviz tanesini yiyin. Kolesterolü dengeliyor, iyi kolesterolü de yükseltiyor.Zerdeçal: Özellikle ailesinde kanser olanlar günde bir çorba kaşığı, yani 15 gram civarı yiyebilir. Diyabet sorunu yoksa balla karıştırıp yiyebilirsiniz. Zerdeçalın tozunu satın almayın, kökünü alıp siz toz haline getirin.Zencefil: Mide ve bağırsak rahatsızlıkları, uykusuzluk, solunum ve idrar yolu enfeksiyonları, romatizma, baş ağrısı, diş ağrısı, diyabet üzerinde etkileri biliniyor. Taze olarak satın alıp ince ince kıyıp salatada bile yiyebilirsiniz. Dilerseniz çayını da içebilirsiniz.Karanfil: Günde bir tane ağzınıza atabilirsiniz, çok iyi ağız ve boğaz antisepsisini sağlar. Semizotu: Sofradan eksik etmeyin ama pişirmeden çiğ yiyin. Yıkayıp doğrayın ve sarımsaklı yoğurtla karıştırın. Omega 3 taşıyor, kalp fonksiyonları için değerli. Üzerine limon sıkıp da yiyebilirsiniz.Yeşil çay: Aklınıza gelebilecek her hastalığa iyi geliyor. Yağ yakımını da sağlıyor. Çörek otu: Hz. Muhammed çörek otu için ‘Ölümden başka her derde devadır’ demiş... Pişirmeden yemek lazım. Salataya da koyabilirsiniz. Balla karıştırıp iyice çiğneyerek de tüketebilirsiniz.Kuru erik: Kadınlarda kemik erimesi riskini azaltıyor. Greyfurt ve kuşburnu zayıflatıyor Kitapta obezite ayrı bir bölüm olarak yer alıyor. Bazı öneriler şöyle:* Yapılan çalışmalarda greyfurtun yağ yakımını hızlandırdığı, insülin hormonunu baskıladığı ve dolayısıyla tokluk hissi yarattığı belirtiliyor.* Kuşburnu meyvesi sadece yüksek C vitamini içermiyor. Aynı zamanda zayıflatıcı etkiye de sahip.* Kalp ve damar hastalıkları, diyabet gibi hastalıkların gelişme riskini artıran metabolik sendroma karşı yeşil çay, zerdeçal, tarçın bitkisel çözüm olabilir.n Kafein taşıyan bitkiler yağ yakıcı etki gösteriyor. Yeşil çay, yarı fermente olmuş Japon çayı oolong ve mate çayı bunlar arasında.* Yapılan araştırmalar acı kırmızı biberin içinde bulunan ‘kapsaisin’ maddesinin yağ depolanmasını önleyerek kilo almayı önlediği tespit edilmiş.

Devamını Oku

Hürrem şimdi de tiyatro sahnesinde...

28 Ekim 2012

Ankara Devlet Tiyatrosu’nun yeni sezon oyunları arasında yer alan “Hürrem Sultan”, sahnelenmeye başladığı günden beri kapalı gişe oynuyor... Yönetmen Serhat Nalbantoğlu ve başrol oyuncuları ile Büyük Tiyatro’da konuştuk... Hürrem Sultan”ı sahnelemek kimin fikriydi? İzleyicimiz tarihi oyun seviyor. Genel Müdürlük, “Bu sene de tarihi bir oyun yapalım” deyince, tarihi oyunlar taraması yapıldı. İyi yazılmış tarihi oyunumuz çok az ve biz hepsini en az 3’er kere oynamışız. O tarihi oyunların içerisinden Hürrem’i ben önerdim. İki nedenle önerdim; birincisi, tarihi bir oyunun kadro meselesi vardır. Yani çok kalabalık tarihi oyunlar var. Oysa Ankara Devlet Tiyatrosu çok yoğun turne yapan bir bölge tiyatrosu. İkinci nedeni de, diğer tarihi oyunların yakın tarihte Ankara’da oynanmış olmasıydı. Seçiminizde “Muhteşem Yüzyıl” dizisinin etkisi oldu mu?Benim seçimimde bir etkisi olmadı. Hatta tersi durum oldu. Ben önerdiğimde, “Çok popüler... Niye Hürrem yapalım” diye itiraz eden arkadaşlarımız oldu. Dizinin etkisiyle daha çok izleyici geleceğini düşünüyor musunuz?Devlet Tiyatroları’nın gerçekten gişe kaygısı yok. Bunu çok sevindirici buluyorum. Orhan Asena’nın yazdığı metne birebir bağlı kaldınız mı yoksa değişiklikler yaptınız mı?Değişikliklerimiz var. Bazı sahnelerin yerlerini değiştirdim, bazı sahneleri tamamen attım, bazılarını da kısalttım. Bazı eklemelerimiz de oldu. İzleyiciler nasıl bir Hürrem ve Sultan Süleyman’la karşılaşıyor?Tarihi oyunlarımızın büyük bölümünde eksik olan insani tarafından bakıyor Hürrem’in metni. Birebir insan ilişkileri ve karakterlerin insani tarafları görülüyor, özellikle Kanuni Sultan Süleyman’ın. Şehzade Mustafa’nın öldürülmesi sonrasında başında ağlaması gibi...Şimdi bu tartışılıyor, “Kanuni ağlar mı ağlamaz mı?” Tam da benim istediğim şey. Metni okuduğumda, tiyatro adına çok iyi bulduğum tarafı şuydu, hükümdar da olsa Kanuni de bir insan... Bir insan nasıl olur da çocuğunun ölüm emrini verir? Sonrasında ne yapar? Osmanlı ile ilgili çok yanlış ve tamamen efsane gibi bilgilere sahip Türkiye. Ben, Kanuni o emri verirken mutkala ağlamıştır diyorum. Aksini söyleyene de şunu sorarım, “Kim söylüyor Kanuni’nin hiç ağlamadığını, hangi belge?” Yalnızken ne yaptığını kim biliyor? ‘Hürrem her şeyin en iyisini yapan bir kadın’“Tarihte yaşamış birini oynamak, oyuncu için zordur. Çünkü var olmuş o kişiyle ilgili bilgi sahibi olan bir topluluk var... Hürrem ise ekstra zor. Bir kısım tarihçi Hürrem’in ‘iktidar kavgasını çocukları için ve kendi kellesini kurtarmak için’ yaptığını, ‘Osmanlı kadınlarından daha fazla Osmanlı kadını olduğunu, Osmanlı’ya çok büyük hizmetleri bulunduğunu’ söylüyor. Bir kısım tarihçi ise ‘gelmiş geçmiş en haris, en kötü tohumlardan biriydi’ diyor... Bence Hürrem her şeyin en iyisini yapan bir kadın, nakışın en güzelini yapıyor, Türkçe’nin en iyisini konuşuyor, en iyi Müslüman... Attığı her adım planlı, her ilmeği önceden görüp atmış... Kanuni’ye bir yandan aşık ama bir yandan da büyük bir hayranlığı var... Hata yapmamak için uzun bir çalışma süreci geçirdik. Oynadığım en zor rol diyebilirim. Özellikle sahnede tek oynadığım bölümlerde duyguları verebilmek bayağı zorladı beni... Oyunun kostümlerini çok beğendim. Bizdeki Hürrem ise daha güçlü kuvvetli, olgunluk çağında, entrikacı...”‘Kanuni’yi oynamak zor ama çok onur verici'''''''''''''''' “Kanuni’yi oynamak hem çok zor hem de çok onur verici. Tarihi birini canlandırmaya çalışıyoruz. Bırakın diziyle, eldeki belgelerle mukayese edileceksiniz. Tabii ki bunun sıkıntısını, heyecanını yaşıyoruz ama çok da keyif alarak oynuyoruz. Bana rol geldiğinde heyecandan elim ayağım boşaldı. Daha önce de tarihi karakterleri oynamıştım; Genç Osman, 3. Selim, Mimar Sinan gibi ama Kanuni çok farklı... Hürrem bence çok zeki bir kadın, örneğin Süleyman’a Mustafa’yı kötülemiyor, tam tersine parlatıyor... Birbirlerine yazdıkları mersiyeler var ki, her biri sanat eseri, sıradan aşk şiirleri değil. Dili o kadar iyi biliyor... O kadar Osmanlı olmuş bir kadın. İktidar savaşına o da girmiş. Bu oyunda yönetmenin istediği entrikacı bir Hürrem’di. Miraç da çok güzel oynuyor. Ben beğeniyorum Miraç’ın Hürrem’ini... Kostümler de çok güzel tek sorun ağırlığı, 20 kilo civarında. Giyince bayağı omuzlarınız düşüyor...”

Devamını Oku

İnsanlığı değiştiren müthiş fikir

5 Ekim 2012

n Demokrasi mi, internet mi, romantizm mi... Yoksa matbacılık mı, kanalizasyon mu, seri üretim mi... Dünyanın en harika fikri nedir? John Farndon’un yeni kitabı “Dünyanın En Harika Fikri”nde tüm bunlara yanıt veriyor.ağdaş konuları ele alan pek çok kitabın yazarı olan John Farndon’dan harika fikirler üzerine bir kitap yazması önerilince, ilk tepkisi, “çok saçma” olmuş... Büyük fikirlerin insanlığı değiştirdiği gerçek olsa da, bir fikrin büyük olduğuna nasıl karar verileceği, en harika fikrin insanlığa en büyük yararı sağlayan fikir mi, yoksa en büyük etkiyi yaratan mı olduğu gibi çelişkiler nedeniyle böyle bir konseptin başarısızlığa mahkum olacağını düşünse de, bu kitabı yazmış Farndon. Nedenini ise şöyle anlatıyor: “Dünyanın En Harika Fikri kavramında insanın aklını çelen, ‘Yok canım saçmalık bu’ demeden önce konu üstünde düşünmek için insanı sinsice başta çıkaran bir şey vardı. Fikirler önemlidir. Hayatı deneyimleyişlerimizi şekillendirir. Bize iyi ve kötü şeyler getirir... Geleceğe dair inanç ve umutlarımızı değiştirir... İşte tüm bunlar o fikirleri, üstünde düşünmeye değer kıldı. Kitabı yazmamdaki esas amacım da buydu, düşünmeyi tetiklemek... Bir diğer amaç ise insanın pratik zekası karşısında keyiflenmek ve insanın çağlar boyu ortaya attığı parlak fikirleri takdir edebilmek...” Hepsi de hayatı kolaylaştırdıKeyifli bir dille yazılan kitapta “İnsanlığı Değiştiren 50 Müthiş Fikir” sıralanırken, fikrin oluşumu, geçmişten günümüze olan süreci hakkında da bilgiler veriliyor. İşte onlardan bazıları: n EVLİLİK Her yıl dünyada yaklaşık 100 milyon insan evlilik tımarhanesine kapatılmayı gönüllü olarak istiyor... Dünyanın pek çok yerinde çoğu insan için evlilik hâlâ normal bir deneyim. Evlilik tüm kayıtlı tarih boyunca bir kuraldı ve görünüşe bakılırsa aynı şey, dünyanın en ilkel kabileleri için bile geçerliydi. Tüm dezavantajlarına rağmen çoğu insan hâlâ resmi evliliğin ağır yükümlülüğünü tercih ediyor. n DOKUMA VE İPLİKÇİLİK Dokuma ve eğirmeyle kumaş yapmak kadar mütevazı, ama bir o kadar da kalıcı değeri olan hiçbir iş yoktur... Endüstri devrimi döneminde iplikçilik ve dokumanın otomatikleştirilmesiyle birlikte çok sayıda hünerli el dokumacısı ve iplik eğiricisi geçimsiz kaldı... Otomatikleştirilmiş dokuma ve eğirme, Endüstri Devrimini tetikleyen sanayilerden biriydi ve bir anlamda bugünkü modern dünyayı bize sundu. Tekstil imalatı ilk büyük endüstri kentlerinin gelişiminde kilit rol oynadı ve hızla büyümekte olan nüfusun ihtiyaç duyduğu ucuz giysileri de sağlamış oldu... Ghandi elde iplik eğirmeyi dünyanın en harika ve vakit harcamaya değer faaliyeti olarak görüyordu: “Sadece kazandıran ve hiçbir şey kaybettirmeyen tek faaliyet varsa, o da elde ip eğirmedir”... n ÜZENGİ Yarım yüzyıl önce Stanford Ortaçağ Profesörü Lynn Townsend White, “Ortaçağ Teknolojisi ve Toplumsal Değişim” isimli çığır açıcı bir kitap yazdı... Kitabın en dikkat çekici yanı, feodal sistemin gelişmesine yol açan şeyin, üzengi icadı olduğu fikriydi. White şunları söylüyordu: “Çok az icat üzengi kadar basittir ama yine çok azı tarihte böylesine dönüştürücü bir etki yaratmıştır. Üzenginin mümkün kıldığı yeni savaş stillerinin getirdiği zorunluluklar, batı Avrupa toplumunun yepyeni bir şeklinde ifadesini buldu. Yeni ve uzmanlaşmış yöntemlerle savaşma olanağına sahip, toprak sahibi savaşçı aristokratların hükmettiği bir toplumdu bu”... Üzenginin bir fikir olarak harikalığı şövalyeliğin ve feodal toplumun ortaya çıkışı gibi büyük ve dünya değiştiren özelliklerinde değil, ayakları çok daha yere basan bir özellikte yatıyor diyebiliriz. Sonuçta atı, asker ya da uzman bineği olmaktan çıkarıp çağlar boyu milyonlarca sıradan insanın kişisel gündelik ulaşım vasıtasına dönüştüren şey belki de üzengiydi...n KAPİTALİZMKapitalizm bazı yönleriyle tarihin kendisi kadar eski, çünkü satıcılar ve alıcılar, pazarlar ve tüccarlar daima var oldu. Ancak kapitalizmin ilk kıpırtıları olarak yaygın biçimde benimsenen dönem, derebeyleri ve seferlerden oluşan Ortaçağ feodal sisteminin çökmesiyle birlikte tacirlerin geniş bir alanda ortaya çıkmaya başladığı 1500’lü yıllardı... Kapitalizm ile özgürlük arasındaki yapısal bağlantı, bazılarına göre sistemin en büyük ahlaki gücüdür. Serbest piyasa güdüsü aynı zamanda kişisel ve politik özgürlük güdüsünü de tetikler. Hatta kimileri kapitalizmin özgürlüğün en büyük destekleyicisi oldruğunu ileri sürer. Kapitalizm aslında eşitsizlikler ve acılar yaratan korkunç bir sistem. Ancak belki yine de bunca zaman hayatta kaldığı ve pek çok eksiğine rağmen bunca insanı dünyayı yönetmenin en uygun yolu olduğuna ikna ettiği için harikat bir fikir olduğu söylenebilir.n YELKENLİYelkenli insan üretimi teknolojilerin belki de en güzelidir. Dünyanın dört bir yanını gezmek için atmosferin bolca verdiği enerji dışında hiçbir enerjiden yararlanmadan, rüzgar esintisiyle denizlerde süzülmekten hoş bir yol düşünülemez. İnsanı mücadeleye sürükleyen zorlu hava koşullarında bile yelkenliyle seyahatin başka hiçbir seyahat türüyle karşılaştırılamayacak bir ihtişamı vardır... Yelkenli 5000 yıl boyunca dünya seyahatinin önde gelen yöntemi oldu. Keşfin ticaretin ve iletişimin ardındaki itici güçtü. Yelkenli olmasa Colomp Atlas Okyanusu’nu geçemez, Cook Avustralya’yı asla bulamaz, İbn-i Batuta Afrika keşif seferlerine asla çıkamazdı. Yelkenli olmasa Avrupalılar Amerika’yı asla sömürgeleştiremezdi...Sağlık sistemindeki gelişmeleri unutmamalı!n AŞITüm zamanların en büyük tıbbi başarısı... Gelişmiş ülkelerde aşılar pek çok bulaşıcı hastalığı ortadan kaldırmada öyle etkili oldu ki o hastalıkların bir zamanlar ne kadar korkunç olduğunu unuttuk. n KALKÜLÜS Profesör Ian Stewart “Sonsuzun Ehlileştirilmesi” adlı kitabında kalkülüsü “matematik tarihinde kaydedilen en önemli gelişme” diye nitelendirmişti. Kalkülüs 17. yüzyılda başlayan ve bugüne dek devam eden bilimsel devrimin ardında yatan itici güçtü. Nihayetinde kalkülüsün doğal dünyanın matematiği olduğu ortaya çıktı ve gezegenlerin yörüngesinden, karınca nüfuslarının gelişimine dek her şeyin matematiksel olarak analiz edebilmesini sağladığı anlaşıldı. Kalkülüs sayesinde matematikle, değişen ve farklılık gösteren hızlarda hareket eden cisimleri araştırmanın önü açıldı... n BİLİMSEL YÖNTEMGalileo’dan itibaren bilimsel yöntem çeşitli yollarla ve çeşitli titizlik dereceleriyle uygulandı, ancak gerçek dönüm noktası mevcut tavrın değişimi oldu. Çok sayıda insan dünyayı inceleyerek, yaptıkları gözlemler üstüne kendi adlarına düşünerek ve fikirlerini başkalarına iletip onlardan yorum ve öneri alarak bilgi edinilebileceğine inanmaya başladı. Bilimsel yöntem, zihinleri özgürleştirdi ve yanıtların ilahi yollar ya da eski alimler tarafından kendilerine söylenmesinin şart olmadığını düşünmelerini sağladı. İnsanlar yanıtları kendi kendilerine bulabilme gücüne sahip olduklarını fark etti. Bu farkındalık insanın tabiatında varolan merakı tetikleyerek pek çok insanı son derece heyecanlandırdı...n SERİ ÜRETİM1860’larda olağanüstü et üreticisi Gustavus Swift, Chicago’daki mezbahasının ününü hak etmesi için elinden geleni yapmıştı. Mezbahanın içindeki tepeden hareket eden mekanizma her hayvanı çeşitli çalışma istasyonlarına taşıyordu. Bu istasyonlarda işçiler etin belli bir parçasını kesiyor, önlerinden geçerken gerekli işlemi yapıyorlardı. Sonradan dediğine göre Ford’a fikir veren şey de işte bu olmuştu... Ford tanıtımını yaptığı sırada seri üretim ve montaj hatları aslında yeni fikirler değildi. Yeni ve devrim niteliğinde olan kimsenin buna daha önceden elle üretilen araba gibi büyük ve karmaşık bir mal için kalkışmamış olmasıydı.İnternette oy kullananlar ne dedi?4 Anestezinin icadı da en harika fikirlerden biri sayılmaz mı? Bu icattan önce en küçük ameliyatın ya da dişle ilgili en ufak bir işlemin ne kadar acılı olduğunu hayal edebiliyor musunuz? (Susan)4 Dünyayı tamamen değiştiren hayatımızdan atamayacağımız ve herkesin her gün faydalandığı bir fikri arıyorsanız, aradığınız şey, matematiktir. (Geoff)4 Psikoanalizin kesinlikle listede olması gerekir. Kendimizi algılayışımızı ne kadar değiştirdiğini düşünsenize... (Helena)4 Bence en harika fikir, zamanı söylemek ya da zamanı ölçmekti. (Anon)8 bin yıllık geçmişiyle şarap en eski içkiVictor Hugo’nun unutulmaz sözleriyle: “Tanrı sadece suyu yarattı, insansa şarabı“... Şarap aslında gelmiş geçmiş buluşların en gereksizi, üstelik muhtemelen işe gidememe sebepleri arasında soğuk algınlığından çok daha fazla yer sahibi. Şarabın püf noktası, küçük miktarda alındığında kaygıları yatıştıran bir merhem gibi olması. Çoğu sosyal ortamda hissettiğimiz rahatsızlık duygusunu ortadan kaldırır ve basit bir yemeği keyifli bir etkinliğe dönüştürür. “Şarap dünyanın kusursuzluğa eriştirilmiş en medeni ve en doğal şeylerinden biridir” der Ernest Hemingway. Şarap 8 bin yılı aşkın süredir içiliyor. Fakat belki de Romalı oyun yazarı Plautus’un şu uyarısına kulak vermemizde fayda olabilir: “Şarabın en büyük kötülüğü, insanı öncelikle ayaklarından kavramasıdır, pek hünerli bir güreşçidir kendisi...”

Devamını Oku