Yoksa teşekkür mü borçluyuz?

1990'lı yılların en önemli tartışması, "laiklik ilkesi" üzerineydi. Cumhuriyetin temel ilkesi olan "laikliğin ne anlama geldiği ya da nasıl yorumlanacağı" üzerine bir tartışma

Haberin Devamı

1990'lı yılların en önemli tartışması, "laiklik ilkesi" üzerineydi. Cumhuriyetin temel ilkesi olan "laikliğin ne anlama geldiği ya da nasıl yorumlanacağı" üzerine bir tartışma.

Hatta "bu ilkenin Türkiye'de yanlış anlaşıldığı" ileri sürülüyordu. Ve genelde bunu söyleyenler, "Cumhuriyeti" de bu açıdan kıyasıya eleştiriyorlardı. Eleştirenlere göre "laiklik, din ile devletin birbirinden tamamen ayrılması" anlamına geliyordu. Ve bundan başka bir anlam da ifade etmiyordu. Hatta birçok kişi laikliği bu şekilde tanımlıyordu.

Laiklik ne demekti?
Bu yönde, "devletin dinsel faaliyetlerin nasıl yürütüldüğüne hiç karışmaması gerektiği" ileri sürülüyordu. Bu tür faaliyetlerin ya da din hizmetlerinin tamamen sivil örgütlere, kuruluşlara hatta tarikatlara bırakılması gerektiği söyleniyordu ve devletin de bu faaliyetlere hiç karışmaması gerektiği.

Tabii ki laikliği böyle anlayınca, Cumhuriyet uygulaması da laiklik ilkesi de eleştirilerden kurtulamıyordu.

Oysa hiç kuşkusuz, siyasal iktidarlar Türkiye'de dini ve dinsel inançları, genelde istedikleri biçimde kullanmak istediler. Laikliği özellikle yanlış uyguladılar.

Ama elbette laiklik ilkesinin anlamı kesinlikle bu söylenen değildi. Laiklik "devlet ile dinin tamamen birbirlerinden ayrılması, hatta birbirlerini hiç tanımaması" anlamına gelmiyordu. Bir tek anlamı vardı, o da "devletin, dinin, din kurallarının egemenliği altında olmaması" idi.

Ama özellikle 1990'lı yıllardaki Refah Partisi iktidarında bu ilkeyi, Cumhuriyeti, Cumhuriyetin kazanımlarını o kadar çok tartışmak zorunda kaldık ki, bunun hepimize büyük yararı oldu.

Şöyle bir yararı oldu: Cumhuriyeti, laiklik ilkesini "anlamları, içerikleri" ile bir kez daha yeniden değerlendirme fırsatı bulduk. "Cumhuriyeti kaybedersek neler olabileceğini" doğrudan görmeye başladık.

Siyasal partiler, özellikle iktidarda olanlar laiklik ilkesi ile oynarsa neler olabileceğini yakından görmeye başladık.

Üstelik, sadece belli bir yaşın üzerindekiler değil. O zamana kadar Cumhuriyeti ve kazanımlarını pek sorgulamamış olan genç kuşaklar da o dönemin siyasetçilerini, amaçlarını, siyasal akımlarını, temsilcilerini görünce Cumhuriyete ve "laiklik ilkesinin gerçek anlamına" bir kez daha sahip çıktılar.

Belki de bu nedenle, 1990'lı yılların sonundaki Refah partisi yöneticilerine teşekkür etmek gerekir.

'Vatandaşlık' neydi?
Aynı şekilde, galiba bugünlerde bir kez daha teşekkür borçlanıyoruz. DEHAP yöneticilerine, Orhan Doğan'lara ve siyasal anlamda onlarla aynı görüşleri paylaşanlara.

Çünkü bu kez onlar Cumhuriyetin başka temel ilkelerini tartışmaya başladılar. Cumhuriyetin "ulus anlayışını" ve "vatandaşlık" kavramını. Ve öyle şeyler söylediler ki, Türkiye'deki çoğu kişi, bu "temel değerler" üzerinde uzlaşmaya başladı. Eskiden beri çok önem vermedikleri birçok ilkenin, kavramın ne kadar önemli olduğunu anlamaya başladı.

Türkiye Cumhuriyeti'nin, ilk gününden beri "aynı ırktan, dinden, etnik kökenden gelen insanları değil, ortak bir kaderi, tarihi ve anılar zincirini paylaşan ve gelecekte de bu birlikteliği sürdürmek isteyen insanlar topluluğunu" ifade eden millet anlayışını eleştirmeye koyuldular. Bunun yerine, "ırka, etnik kökene dayalı" halklardan söz etmeye başladılar.

Yine aynı şekilde, bu topraklar üzerinde yaşayan kişiler için "ırkı, dini, dili, etnik kökeni ne olursa olsun, salt hukuksal bir bağ" anlamında kullanılan "vatandaş kavramı" yerine farklı bir kavram kullandılar.

"Bizim etnik kökenimiz, ırkımız farklı, dolayısıyla bizler Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olamayız" dediler. Tam da 21. yüzyılın başında, "vatandaş kavramının ancak ırk, din, etnik köken gibi unsurlarla tanımlanabileceğini" düşünebildiler!

Yanlış tanım, yanlış yol
Yine aynı şekilde, demokratik bir cumhuriyetin temel değerleri olması gereken "ulusun bütünlüğü, ortak tarih, insan onuru, geniş bir temel hak ve özgürlükler listesi" gibi unsurlar yerine "ırk, etnik köken, dil ve kültür farklılığının" geçebileceğini söylediler.

"Milletin birliği, bölünmezliği" anlayışı yerine, ayrılığı vurgulayan tüm unsurlara ağırlık verip sonra da, "tarihin belli bir döneminde, hasbelkader belli bir coğrafyayı paylaşmış olmak" olgusunun, bu insanları bir arada tutabileceğini zannettiler.

Ve her şeyden önemlisi, "mutlu, eğitimli, özgür bir vatandaşlar topluluğu" için projeler üretmek yerine tek siyasal projeleri olarak, "Öcalan ile diyalogu" önerebildiler.

Dediğim gibi, hem çok üzülmek gerek. Hem de Cumhuriyetin temel ilkelerinin ne kadar önemli olduğunu bir kez daha hatırlattıkları için, belki de teşekkür etmek...

DİĞER YENİ YAZILAR