Humpty Dumpty’ler ülkesinde

Haberin Devamı

Özellikle son dönemler için Türkiye’ye çok uyduğunu düşündüğüm ve birçok yerde de kullandığım bir örnek var. Çoğunuz bilirsiniz. Lewis Carroll’un “Alis Harikalar Diyarında” diye ünlü bir çocuk kitabı vardır. Carroll, bu kitabın devamını da yazar. Ve bu kitap da en azından ilki kadar ün kazanır, “Through the Looking Glass” (Aynanın İçinden) adı ile.

Bu kitabı Türkiye’nin son dönemine çok benzetiyorum. Çünkü kitapta, Alis gezerken yüksek bir duvarın üzerinde oturan “yumurta biçiminde bir adamla” karşılaşır. Yumurta adamın adı Humpty Dumpty’dir. Alis ile konuşmaya başlarlar. Ve Alis görür ki yumurta adam tüm kavramları, kelimeleri farklı biçimlerde, farklı anlamlarda kullanmaktadır. Bunun nedenini sorunca Humpty Dumpty; “tabii farklı kullanıyorum, çünkü bu aynı zamanda kimin üstün (hâkim) olacağını da gösterir” diye cevap verir.

İşte Türkiye’de son dönemlerde, kullanılan yöntem de bu. Tüm kavramlar allak bullak ediliyor. Anlam verilemeyen kelimeler haline sokuluyor. Amacı belirsiz bir değişimi(!) gerçekleştirmek için, birçok kavram altüst edildi. Laiklik kavramının içi boşaltıldı. Demokrasi, “sadece iktidarın seçimle işbaşına geldiği bir rejim” olarak tanımlandı. Kadın-erkek eşitliği, “kadınları, engelli ve yaşlılar gibi korunacak bir kesim” diye algılamak olarak anlaşıldı. (Özellikle görsel) basın yayın araçlarının neredeyse tamamının siyasal iktidara (bir şekilde) bağlanması, basın özgürlüğü olarak anlatılmaya çalışıldı. Daha neler neler.

***

Yani Türkiye tam bir “Humpty Dumpty’ler ülkesi” haline geldi. Ve aynı “altüst etme, allak bullak etme, içini boşaltma” işlemi, şimdi de “yargı bağımsızlığı” ve “adil yargılanma hakkı” konusunda gerçekleştirilmeye çalışılıyor. Bu kavramların, özellikle adil yargılanma hakkının ayrılmaz parçasını oluşturan “yargı tarafsızlığı” kavramı öne çıkarılarak, içeriği çarpıtılmaya çalışılıyor. Tabii ya cahillikten, ya da içeriğini boşaltmak amacıyla.

Nasıl mı? Sözüm ona “Türkiye’de yargı tarafsız değilmiş. Anayasa Mahkemesi’nin 367 kararı, türban kararları, Danıştay’ın benzer kararları, Şemdinli olayı, yargının tarafsız olmadığını; bir kesime, özellikle bir gruba karşı taraflı olduğunu gösteriyormuş. Oysa AKP, yüzde 47 oy almışmış. Demek ki demokrasi gereği, yargı alanında da etkin olmalıymış. Nasıl etkin olmalıymış? Yargı mensuplarını iktidar atamalıymış. İktidar, diğer alanlarda nasıl sorumlu ve yetkili ise bu atamalarda da etkin ve yetkin olmalıymış. Yargı bağımsızlığı geniş anlaşılır ve “yargının kendi içinden seçilmesi” biçiminde uygulanırsa bu, atanmış bürokrasinin, seçilmişler karşısında vesayeti anlamına gelirmiş. Üstelik madem yargı, ulus adına karar veriyor, buna karşı çıkamazmış, çıkmamalıymış. Ama tabii ki iktidar, yine kendi atadığı ve bağımsız değil, tarafsız olan yargı tarafından denetlenmeliymiş. Üstelik, bu, liberal demokrasinin bir gereğiymiş. Oysa, yargı bağımsızlığını ön plana çıkartarak, siyasetçilerin yargıdan elini çekmesini istemek de, vesayetçi anlayışın, Jakobenizmin sonucuymuş.”

***

Pekiyi bu söylenenler doğru mu? Gerçekten de “yargı tarafsızlığı” diye bir kavram var mı? Ya da yargı tarafsızlığı değil, “tarafsız yargı” kavramı, diğer iki kavramdan yani yargı bağımsızlığı ve adil yargılanma hakkı kavramlarından bu kadar ayrı ve üstelik üstün bir kavram mı? Kesinlikle değil. Yargı tarafsızlığı, kesinlikle adil yargılanma hakkının zaten içinde olan, onun ayrılmaz parçasını oluşturan bir kavram. Üstelik, yargı tarafsızlığı, kesinlikle, hiç bir zaman yukarıda söylendiği biçimde anlaşılmıyor ve yorumlanmıyor.

Yargı bağımsızlığına, adil yargılanmaya ilişkin kitaplara, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin, adil yargılanma ya da bağımsız ve tarafsız yargıya ilişkin kararlarına bakın. Bir tekinde bile bu yönde

bir değerlendirme ve yorum bulamazsınız. Ülkelerin mahkeme kararlarına bakın. Yukarıdakine benzer bir tek değerlendirme bulamazsınız. Ama zaten amaç Humpty Dumpty’ler ülkesinde, kavramları allak bullak edip hâkim olmaya çalışmak.

DİĞER YENİ YAZILAR