Heybeliada’da geçen bir günü özetlemek için çok şey söylemek mümkün ama şu iki kelime sanırım en iyisi: Huzur ve terapi... Huzur içinde iki gün geçirmek için Heybeliada Halki Palace’a gittim.
Hafta sonunda zamanını, işini ayarlayıp bir yerlere kaçanlara oldum olası imrendim. Gözümde hep şöyle canlandırdım: Perşembe akşamından başlar hazırlıklar, cuma öğle saatleri geldi mi artık yerinde duramaz hale gelir insan. Her zaman gittiği, kendini rahat hissettiği, iyi hizmet görüp kafayı dağıttığı, kısacası bir sonraki haftaya dinlenip enerji depolayarak girmesini sağladığı iki günlük bir kaçamaktır söz konusu olan. Bu hayat şartları içinde iki gün kaçıp her şeyden uzaklaşmak zor geliyor belki size ama hiç de öyle değil aslında. Hele, hep bildiğiniz ama ilgi göstermediğiniz İstanbul’un yanı başındaki Prens Adaları dururken. Kalabalıkları çok sevmiyorsanız benim gibi bugünler tam da aradığınız ortamı verecek size.
1850’lerde kuruldu
Heybeliada’daydım ve adanın, daha doğrusu İstanbul’un en eski otellerinden Halki Palace’ta konakladım. İskeleye 10 dakika mesafedeki otel, mimarisiyle sarıp sarmalıyor, eskilere götürüyor. Adanın adını taşıyan Halki Palace’ın tarihi, 1850’li yıllara uzanıyor. Merit Grubu, oteli aslına uygun şekilde restore ettirerek 1989 yılında işletmeye açmış. Ne var ki iki yıl sonra çıkan yangında ahşap bina tamamen yanmış. Ama bu değerden vazgeçmemişler. Oteli yeniden inşa etmişler. O gün bugündür, 36’sı normal dokuzu deluxe odasıyla, TV ve çocuk odaları, lobby, lobby bar ve pastane, iki toplantı ve seminer odası, iki workshop odası, restoran ve yüzme havuzuyla hizmet veriyor Merit Halki Palace.
Ada’nın müze evleri
Kahvaltıdan sonra adayı gezeceksiniz doğal olarak. Çam Limanı’ndan başlayalım. Yaz aylarından tekne ve yatlara ev sahipliği yapan liman çok güzel. Buraya kadar gelmişken Terk-i Dünya Manastırı’nı da görmeden geçmeyin diyeceğim ama artık çok da görülecek bir yanı kalmadığını söylemeliyim. Ruhban Okulu da Ümit Tepesi’nde hüzünlü duruşunu koruyor. İsmet İnönü ve Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın müze-evlerini de mutlaka gezin. ‘Müze-ev’ kavramına uzak olan necip ülkemizde bu iki değerli şahsiyetin hayatına dokunma şansını kaçırmamanızı öneririm. İki müze-ev de pazartesileri hariç her gün ziyarete açık.
Ve şimdi fotoğraf meraklıları için adanın en iyi zamanları...