Gökdelenleri, tapınakları ve etnik mahalleri ile ünlü olan Singapur, dünyanın sınırları içerisinde birincil derecede yağmur ormanları bulunduran iki kentinden biri. Mutlaka görün derim... Güneydoğu Asya’da yer alan Malezya ve Endonezya arasındaki adalardan oluşan Singapur, bütün yıl tropikal iklimin etkisi altında kalıyor. Singapur Cumhuriyeti, Malay Yarımadası’nın güney ucunda, ekvatorun 137 kilometre kuzeyinde yer alan bir ada devleti. Kuzeyde Malezya’nın Johor Eyaleti, güneyde ise Endonezya’nın Riau Adaları ile çevrili olan Singapur dünyanın az sayıdaki şehir devletlerinden biri. Bu refah ve huzur ülkesine gitmeye karar verdiğimde ilk öğrendiğim bilgi: dünyanın en gelişmiş ülkelerinden biri olan Singapur’un yeryüzünde kapladığı alanın, sadece Amerika’nın 15 binde biri kadar olduğu idi. İstanbul’dan Changi havalanına 10 saat süreceğini öğrendiğim uzun uçuş için kendimi şımartmaya karar vererek dünyanın en çok ödül alan havayolu firması olan Singapur havayollarını ve business class uçmayı tercih ettim. Amacım uzun sürecek yolculuğun yaratacağı yorgunluğu minimize etmekti. Ve uçuş günü gelip uçağa bindiğimde neden bu kadar çok ödül aldıklarını anlamam uzun sürmedi. B777-200J tipi uçaklarla haftalık altı direkt sefer düzenleyen Singapur Havayolları ile yolculuk yapınca adeta evde yatağımda uyumuş gibi indim uçaktan ve normal hayatıma devam edebilmek için dinlenmeye bile gerek duymadım. Bu nedenle size de kendinize bu armağanı vermenizi tavsiye ederim. Şehirde ilk fark ettiğim şey güvenilir, temiz bir ülkede olduğumdu. Singapur gezisinde dil konusunda sıkıntı yaşamazsınız. Herkes resmi dillerden biri olan ingilizceyi biliyor. Hindistan Mahallesi, Çin mahallesi gibi kültürel yerler mevcut. Dolayısıyla yöresel yemeklerde bir o kadar çeşitli. Alışveriş konusunda bir cennet. Oldukça güzel eğlence yerleri ve geziler için mekanlar da var. Gökdelenler arasındaki parklarAna ada olan Singapur ve 57’nin üzerinde daha küçük adadan oluşan Singapur Cumhuriyeti; çok kültürlülük, tabiat ve denizin ürünü bir ülke. Abideler ve tarihi eserler, dini mekanlar, müzeler, sevimli köyler, parklar, bahçeler ve diğer doğa harikası alanlar, küçük adalar, etnik semtler, sıra dışı hayvan türlerinin yaşadığı alanlar... Singapur, mükemmel alışveriş merkezleri bir yana, bütün bu zenginliklerin harmanlandığı bir turizm cenneti. Gökdelenler, büyük alışveriş merkezleri ve doğal güzelliklerle çevrili etnik ve kültürel mahalleler, kentin sıradışı yönlerinden. Küçük Hindistan (Little India), Çin Mahallesi (Chinatown), Geylang Serai ve Kampong Glam, apayrı tecrübeler yaşayacağınız yerlerin en popülerleri. Singapur’un aynı semtinde kilise, tapınak, cami ve katedralleri birarada bulabilirsiniz.. Estetik harikası Sri Mariamman Tapınağı, Al-Abrar Camii, Saint Andrew Katedrali, Kong Meng Sang Phor Kark See Tapınak Kompleksi, Chettiar Hindu Tapınağı ve Saint Joseph Kilisesi, ülkedeki başlıca dini mekanlardan birkaç örnek ve bence gezip görmeye değer. Kent içinde yağmur ormanıSingapur, dünyanın sınırları içerisinde birincil derecede yağmur ormanları bulunduran iki kentinden biri. Bukit Timah Yağmur Ormanı, doğanın son derece cömert davrandığı bir coğrafyada yürüş yapma imkanını sunuyor. Sırtlanları, zürafaları ve daha birçok tür hayvanı görmek için Night Safari doğal alanına gitmelisiniz. Jurong Kuş Parkı, Singapur Hayvanat Bahçesi (The Night Safari) ve Sentosa’daki Denizaltı Dünyası, mutlaka görmeniz ve gezmeniz gereken yerleri. Muhteşem bir kelebek parkına ev sahiplği yapan Sentosa Adası, bir eğlence merkezidir. Palawan, Siloso ve Tanjong plajları, adanın popüler mekanları. Singapur’a gitmek için : Singapur Havayolları Tel : 0212 463 18 32 www.singaporeair.com
Baltık denizine kıyısı olan ülkelerden Letonya’nın başkenti Riga, bölgenin en büyük kenti olmasının dışında ülkenin eğitim ve bilim merkezi olarak da dikkat çekici. Eğer hala disko gibi yerlere gitmekten hoşlanıyorsanız ve bütün sarışınlar sizin için güzelse Riga hakkında yazılanlar sizi yanıltmaz. Sakın yanlış anlaşılmasın Riga’da güzel insanlar yok demiyorum. Sadece her Avrupa şehrinde olduğu kadar var. Bu konuyu burada kapatıp benim ilgimi çeken yanlarına geçeceğim Riga’nın. Yürüyerek gezinEski Riga sokaklarında yürümek gerek. Çünkü kendinizi çok eski zamanlarda hissederek yürüyeceksiniz. Zaten tam da bu nedenle Unesco tarafından koruma altına alınmış. Art Nouveau mimarinin özel örneklerini Alberta caddesinde yürürken hayranlıkla izleyeceksiniz. Gotik tarzda yapılmış olan St. Peter Katedrali meraklısı için hayli ilgi çekici. Benim ilgimi ise kulesinden görülebilen manzara çekti. Şehirdek en iyi 2 manzaradan birini burada göreceksiniz diyebilirim.Köprülerin trabzanlarına asılmış kilitlerKent, Daugova nehri kıyısında yer alıyor ve çıktığınız her yüksek noktadan nehri izlemek mümkün. Ayrıca nehir kıyısındaki yolda yürüyüş yapmak veya tekne ile nehir gezisi de tadabileceğiniz keyifli alternatifler. Air Baltic ile yaptığım yolculuk sonrasında kuzey ülkelerinin yaygın otel zinciri olan Radisson Otel’de konakladım. Setur güvencesiyle gittiğim kendine özgü tarzı ile keyifli bir otel. Riga’da bulunan büyük parklarda şehirde nefes almaya yarayan ve özenle düzenlenmiş alanlar. Bu parklardaki köprülerin trabzanlarına asılmış bir çok kilit göreceksiniz. Evlenen kadınlar nikahtan hemen sonra buraya gelip üzerine eşlerinin adını yazdırdıkları asma kilitleri takıp sonra da anahtarını suya atıyorlar. Yaygın bir gelenek halini alan bu ritüele denk gelirseniz kaçırmayın.Bir çok ünlü sanatçı buradan çıkmışBir çok ünlü sanatçının çıktığı Riga bu yanı ile de Riga’lıların göğsünü kabartıyor. Wagner, Liszt, Rubinstein bu ünlü sanatçıların önde gelenleri... Dünyaca ünlü balet Baryshnikov’da bu şehirin insanlarındanmış. Gece olup da akşam yemeğinizi yedikten sonra eğlenmek istiyorsanız seçeneğinizin çok fazla olduğunu unutmayın... Yazın sıcağından şikayetçi olmadan gezebileceğiniz Riga’ya gitmenin tam zamanı olduğunu hatırlatmak isterim.
Biliyor musunuz artık butik otel niteliğindeki şatolarda tatil yapmak çok moda. Avrupa’da özellikle büyük kentlerin banliyölerindeki uçsuz bucaksız çayırların üzerinde kurulu olan bu şatolar size tam bir dinlenme ve tatil keyfi yaşatacak emin olun... Benim bu hafta size anlatacağım yerin adı ise İtalya’daki Villa Sandi. Esas olarak bir aile şirketi olan Villa Sandi, Marca Treviagiana tepeleri arasında kurulmuş bir yer. Venedik’e sadece 50 kilometre uzaklıkta, yani büyük bir kente bir saatlik mesafede bulunuyor. Villa Sandi’nin tarihine bakacak olursak; 1622 yılında kurulmuş olduğun görüyoruz. Andrea Pagnossin’in yapmış olduğu Villa Sandi, devasa görüntüsü, sütunlu girişi ve Venedikli heykeltıraş Orazio Marinali’nin heykelleriyle döneme imzasını atıyor. Binanın içini süsleyen 17’inci yüzyıl tabloları, tavanda yine o dönemden kalma kristal avizeler, tavan süslemeleriyle geçmişin izlerini taşıyor. İstediğiniz kadar süreyle kiralayabileceğiniz bu villa, sanatın, tarihin, tarımın, toprağın karışımını simgeleyen bir yer ve değişik etkinlikler için de kullanılıyor. Villa Sandi için, sanatın, tarihin ve doğanın buluştuğu yer demek gerçekten de yanlış olmaz. Şatoda konaklayana kişiye özel turlar18’inci yüzyıldan bugüne gelen, 1,5 kilometre uzunluğundaki yer altı yolları, bugün şarapların yıllanması, saklanması için ideal bir ortam sağlamış ve doğal mahzen olarak kullanılıyor. Villa Sandi’de konakladığınız zaman size özel yapılan turlar da göreceksiniz ki, bu mahzenlerde tesadüf eseri bulunan ve o yıllardan bugüne kadar özenle saklanan 1’inci Dünya Savaşı’ndan kalma motosiklet oldukça ilgi çekici. Üstelik firma bu motosikletten sonra eklediği diğer motosikletlerle de küçük bir koleksiyon yapmış. Gerçekten görülmeye değer...İtalya’da köpüklü şaraplarıyla ünlü bölge Villa Sandi asıl olarak bir aile şirketi. İki kardeşin biri Geox ayakkabı firması’nın sahibi, diğer kardeş şarap işine yönelmiş. Villanın sahibi Moretti Pelagato Ailesi. Üç kuşaktır tarımla, şarapla uğraşıyorlar. Şirketin bugünkü yöneticisi GianCarlo Moretti Polegato. Bölge et, peynir ve salam üretim yerleriyle de ünlü. Villa Sandi’ye konuk olarak gitiğinizde tadım yerlerini dolaşmanız da mümkün. Şarap olarak bölge D.O.C.G “İtalya’da şarap apelasyonu” proseccosuyla ünlü. Yani başka bir deyişle köpüklü şaraptan söz ediyorum. Biz burada, Merlot, Cabarnet Franc üzümlerinden yapılan Corpore ve onun çocuğu da Cabarnet, Merlot üzümlerinden yapılan Filio şarapları içtik. Cartizze Brut ise çok özel bir şarap. 117 hektarlık bir alanda 140 üretici bu şarapları üretmek için üzüm yetiştiriyor. Villa Sandi’nin şarapları tabii ki, Prosecco ile sınırlı değil. Merlot, Cabarnet Sauvignon, Cabarnet Franc üzümlerinden yapılan değişik şaraplarda, Villa’nın heykeltıraşı da unutulmuyor. Ona adanan Marinali kırmızıları, Brüksel’de 2003’de dünya çapında bir ödül de alıyor. Aslında bugün Villa Sandi’nin duvarları geçmişten kalan güzelliklerin arasında ödüller, fotoğraflar ve sertifikalarla kaplı. Eski bir çiftlik evi Locanda SandiBağlar arasında kurulu Locanda Sandi de, eski bir çiftlik evinin yine geleneksel yöntemlere sadık kalarak restore edilmesiyle kurulmuş.6 odası ve her odanın farklı tasarımı var. Trattoria’da ocak başı tarzı bir yöntemle lezzetli etler, bölgesel otlarla risotto, polenta ve peynir çeşitlerini tatmak mümkün. Çift kişilik oda fiyatı: 70 euro. Moretti Polegato Ailesi Villa Sandi’nin yeni sahipleri bağcılık geleneğini burada hala sürdürüyor. Yapılan restorasyonlardan sonra, binanın ismine sadık kalınmış. Binanın yeni sahipleri Moretti ailesi Villa Sandi’yi gerçekten aslına sadık kalarak korumuş. Anne Amalia Moretti ve oğulları binanın bugünkü haline gelmesind katkıda bulunmuşlar. Aile geleneğini, anneden devralan oğullar Giancarlo ve Mario Moretti Polegato şimdi bu verimli toprakların sahipleri. Kardeşlerden Mario aklını ayakkabı sevdasına takınca bu toprakları yönetmek ise Giancarlo’ya kalmış.Yani, Giancarlo Moretti Villa Sandi’nin yönetimini devralmış durumda. Anne Amalia Moretti, ise her zaman oğluna büyük bir destek olarak yanında yer alıyor. Prosecco bağlarıVilla Sandi’ye her yıl dünyanın farklı bölgelerinden neredeyse 20 bin ziyaretçi geliyor. Ve burada, Villa Sandi’nin 17’inci yüzyıldan’dan kalma bir çiftlik evinde isteyen konaklıyor. 6 farklı sabun kokulu yastıklarda sabahı karşılıyor. Diyorum ki, Venedik’ten sadece 50 km. Villa Sandi, sizi bekliyor.Nasıl ulaşılır?Venedik’ten trenle Montebelluna Tren İstasyonu’ndan Villa Sandi yetkilileri sizi alıyor. Yaklaşık bir saat sürüyor.Karayolundan da A- 27 otoyolundan, Venedik Treviso üzerinden Conegliano’ya doğru gidiliyor.
Toskana’nın en etkileyici şehirlerinden biri Siena. Bu, küçük ama içinde keşfedilecek restoranları, meydanları ile çekici kent, bence ortaçağın tam da içinde yaşıyormuşsunuz hissini uyandırıyor.İtalya’nın en fazla turist çeken kentlerinden Siena, orta İtalya’da Toskana bölgesinde tepeler üzerine kurulu küçük bir tarihi şehir. Böylesine küçük bir kent nasıl olup da diğer ünlü kentler arasından sıyrılıp bu kadar turist çekiyor diye düşünebilirsiniz. ancak, dar sokaklar ve yokuşlarla birbirine bağlanan küçük meydanları, ortaçağdan kalma binaları, Piaza del Campo meydanı yeterince beğenilmeyi ve ilgi çekmeyi hakediyor. Siena’ya gitiğinizde ya da burayı anlatan kitapları aldığınızda meydanın hikayesini de yakından öğreniyorsunuz. Görkemli bir görüntüsü olan ve oyunların düzenlediği şehrin merkezi olan bu meydan, geçmişte ölüm dövüşlerinin, çoklu boks maçlarının, 16’ncı yüzyılda ise boğa güreşlerinin düzenlendiği bir açık alan. Contrada denen semtler arasında düzenlenen bu yarışlar 14’üncü yüzyıldan bugüne kadar büyük ilgi çekiyor. 1590 yılında boğa güreşleri yasaklanınca, bu tip yarışmalara başlanmış. Bu arada Campo, İtalya’da en önemli meydanlarından biri sayılıyor.Remus’un oğlunun şehriEfsaneye gore; Remus’un oğlu Senius tarafından kurulmuş Siena ve onu emziren kurt ise şehrin sembolü olmuş. Efsaneye göre; Romulus ve Remus inanışa göre ikiz kardeşti. Ebeveynleri tarafından daha bebekken Tiber Nehri’ne bir sepet içerisine konarak terk edildiler. Daha sonra sepet karaya doğru sürüklendi ve dişi bir kurt sepeti buldu ve bebekleri emzirdi..Kısa bir süre sonra ikizler bir çoban tarafından bulundu. Çoban ikizleri alarak onların hayata tutunmalarını sağladı. Romulus ve Remus zamanla büyüdüler ve kurdun kendilerini buldukları yerde bir şehir kurmaya karar verdiler.Siena’yı keşfetmekSiena’yı tanımak için kenti çevreleyen surlardan içeri girmek gerekiyor. İstasyondan 10 dakikalık bir yürüyüş gere sonrası karşınıza Siena çıkıyor. Dar sokakların üzerine açılmış küçük dükkanlar, pizzacılar, şarap evleri, küçük oteller var sıra sıra. Binaların rengi ve taşların üzerine çalışılmış figürler ve onların heybetli duruşu biraz iç karartıcı gelebilir ama yokuşları çıktıkça harika görüntüler çıkıyor karşınıza. Siena’yı keşfederken mutlaka görmeniz gereken yapılar içinde öncelikle tabii ki, Piazza del Campo Meydanı var. 1347’de inşa edilmiş. Palazzo Pubblico’yu (Belediye Sarayı) ve 103 metrelik çan kulesi Torre del Mangia’da kesinlikle görülmeli.
Marmaris-Datça yolundan Hisarönü’ne sapıp Orhaniye’ye gelmeden ulaşıyorsunuz otele. Hemithea, Martı Marina Yacht Club’ın içinde yer alıyor. Otel, hem dışarıdan misafirlere hem de yatçılara hizmet veriyor. Dikkatimi çeken, tesis inşa edilirken doğanın bozulmamasına azami dikkat göstermeleri oldu. Takdir ettim. Çam ağaçlarının izin verdiği ölçüde araziye yerleştirilmiş taş yapılar, son derece özenli ve şık. Farklı tipteki odaları konforlu, ciddi bir estetik beğeninin ürünü. Terasında jakuzisi olan da var, içinde hamamı olan da, önünde havuzu bulunan da. Dedim ya her biri şık, konforlu, iyi tasarlanmış, mimari olarak iyi kurgulanmış odalar. Toplam 32 oda ve suitten oluşan Martı Hemithea’nın denizi mavi bayraklı, özellikle geceleri doyumsuz bir güzellik sunuyor. En son yine bu koylardan birinde gece denize girmiştim, bu keyfi özlemişim.Her biri ayrı birer yaşam alanı olarak tasarlanmış farklı tiplerdeki odalarınızda iki kişi bile olsanız kendi başınıza kalmanın rahatlığını yaşamanız için gerekli özenin gösterildiğini fark edeceksiniz. Yeri gelmişken; hepsi Hisarönü Körfezi’nin muhteşem manzarasına sahip 32 oda ve suitten biraz bahsetmek istiyorum. 84 m2 olan ve otelde tek bir tane bulunan Tower Presidential Suite bir ev rahatlığında. Öte yandan siz Martı’da konaklarken 24 saat boyunca kişiye özel asistan hizmetinden yararlanabiliyorsunuz.Özel biri gibi hissetmenizi sağlıyorlar- Hamam ve SPA keyfi Martı Hemithea’nın Türk Hamamı ve özel terapilerle zenginleştirilmiş Spa ve Güzellik Merkezini de mutlaka ziyaret edin. Uzakdoğu’lu terapistlerin çalıştığı SPA’da işini çok iyi yapıyorlar. - Private veya Exclusive Beach Konforlu plaj, güneşlenme terasları ve yüzme havuzunun yanı sıra, dingin bir ortam arayanlar için Hemithea’s Private Corner’ın size göre.Orhaniye, KızkumuHisarönü körfezinin kıyısındaki en önemli turizm merkezlerinden biri Orhaniye. Burada çarşaf gibi olan deniz lacivertten maviye uzanan tonlarıyla büyüleyici. Çevresindeki çam ormanının rengi suya vurmuş. Bu arada denizin ortasında yürüyen insanlar dikkatinizi çekecek. Şaşıracaksınız. Kumul hareketleri sonucunda karadan başlayıp koyu ikiye bölen bir sığlık oluşmuş. Yaklaşık 600 metrelik şeride Kızkumu deniyor. Bir de efsanesi var. “Sevgilisine ulaşmak isteyen kız eteğine kum koymuş ve denizi doldurarak ilerlemiş. Ama kum yetmemiş ve kız denizin ortasındaki bu patikanın sonunda boğulmuş.” Koyun ortasında bir ada ve adanın tepesinde de kale kalıntıları var. Kalenin bölgede kurulu Bybassos antik kentine ait olduğu sanılıyor. Kayık tutarak adaya, patika yolu izleyerek tepedeki kale kalıntılarına kadar çıkabilirsiniz. Manzara harikadır. Yorgunluğunuza değecek. Kaleye Turgut Köyü’ndeki şelaleden kemerler ve su altına döşedikleri borular aracılığıyla su getirmiş Bybassos’lular. Birleşik kaplar kuralından yararlanmışlar.Tekne turu ile Symi adasıKonforlu ve lüks tatiline, yelken keyfini eklemek isteyenler için, bu yıl tamamen yenilenmiş olan Martı Marinasize göre. Ayrıca konuklar şık teknelerle, çevre koyları gezme veya 45 dakikalık bir yolculuk sonunda akşam yemeklerini komşu Yunan Adası Symi’de alma şansına sahip. Biz tekne turu sonrası öğle yemeği için Selimiye’deki Sardunya Restoran’a gittik.Deniz uçağı ve helikopter transferleriMartı Marina, Orhaniye Köyü, Keçibükü Mevkiinde ve Marmaris konukları için deniz uçağı, helikopter, veya konforlu araçlar sunuluyor.
Dubrovnik’te doğa ve tarih güzelliğin yanı sıra örnek olabilecek bir turizm pazarlaması dikkatimi çekti. Kente her gün en büyük yolcu gemileri akın akın geliyor. Kentin içinde ise hemen her gün farklı bir aktivite yapılıyor. Konserler, tiyatro ve havai fişek gösterileri... Eski kenti yaşayan bir mekan olarak sunmak ise ancak bu kadar güzel başarılabilir. Adriyatik kıyılarının en güzel ülkelerinden biri Dubrovnik. Aslında Dubrovnik için güzel demek çok fazla anlam ifade etmiyor. Bir cennet tasviri yapmanız gerekse bunu Dubrovnik ile anlatabilirsiniz. Dağlardan denize dimdik inen kayaların üzerine kurulu, bahçelerin içine saklanmış evleri, mavi ile yeşilin birbirine karıştığı berrak bir denizi ve tarihi dokusunu yaşamla buluşturmuş haliyle Dubrovnik tam da tatil yapılacak bir yer. Belki de bu nedenle tüm dünyanın olduğu gibi Türk turistlerinin de ilgisini fazlasıyla çekiyor. Hatta, son zamanların en trendi ülkelerinden biri. Dubrovnik güzel olmasına çok güzel bir ülke. Ancak tarihine bakıldığında kaderi çok parlak görünmüyor. Yakın zamanda yaşanan savaşla yerle bir olmuş görüntülerini izlerken insanın içi burkuluyor ama halk çok kısa zamanda yaralarını sarmış ve toparlanmış Bu toparlanmada UNESCO’nun katkıları da büyük olmalı ama turist olarak gittiğiniz bu ülkede kendinizi dünyanın çok ayrıcalıklı bir coğrafyasında buluyorsunuz bu kesin.Eski kent Stari GradKentin, eski şehir bölümü başlıbaşına zamanı durduran ve sizi Ortaçağ’a götüren bir yer. Surlarla çevrili eski kente, Pile, Ploce, Peskarija ve Ponta kapılarından giriliyor. 1991 yılında yaşanan savaştan sonra bozulan yapısı aslına uygun olarak yeniden yapılmış eski kentin adı Stari Grad. Şehri çevreleyen surları para ödeyerek gezebiliyorsunuz. .Ne yapmalı?Yemek: Dubrovnik’de yemek denildiğinde insanın aklına gelebilecek en önemli şey tabii ki, deniz ürünleri. Burada birçok restoranda deniz ürünlerinin neredeyse tümünü bulmanız mümkün. Yani ne isterseniz var diyebilirim. Ayrıca pizza ve makarnalar da şahane ve en önemlisi Dubrovnik şarapları günün her saatini ayrı bir şölene dönüştürebilir unutmayın. Hırvatlar çok iyi şaraplar üretiyorlar. Dubrovnik’in en iyi restoranlarından biri eski kentin dışında bulunan Nautia ve diğeri de eski kentin içindeki Proto. Bu iki restoranda da deniz ürünlerinin tadına varabilirsiniz. Alışveriş: Dubrovnik alışveriş açısından çok ucuz bir yer değil. Ancak yine de alınabilecek hediyelik eşyalar var. Mesela lavanta torbaları çok fazla üretimi yapılan ve satılan ürünler. Yakın bölgelerde lavanta tarlaları olduğu için lavanta çok satılıyor ve kokusu büyüleyici. Ayrıca mandalina reçeli de satın alabileceğiniz yerel ürünler arasında. Kentte zeytinyağı da dahil olmak üzede zeytinin her türlü ürünü mevcut. Konaklama: Dubrovnik’de denize kıyısı olan beş yıldızlı oteller de var. Ancak bence eski şehire yakın pansiyonlar ve üç yıldızlı oteller de kalmak için ideal hizmet veriyor. Gezilecek yerler: Dubrovnik’e en yakın ada Lokrum’a çok rahat gidebilirsiniz. Limandan kalkan tekneler on dadika içinde adada oluyor. Adada ayrıca bir göl ve manastır da var.
Havanın yavaş yavaş ısınmaya başladığı bu günlerde hepimiz tatil planları yapmaya başladık. Bir teknede doğa ile baş başa tatil yapmak isteyenlere önerim mavi yolculuk olacak. Yelken keyfi de cabası...FOTOĞRAFLAR İÇİN TIKLAYINIZ...Çılgın kalabalıktan uzakta, doğada yalnızca kendisiyle baş başa kalmak, belki kendisini de ardında bırakmak isteyenler ilk fırsatta yollara düşmeli. Doğanın bir diğer adıdır mavi yolculuk... Ancak yolculuklar her zaman sürprizlerle doludur. Hele de mavi yolculuğu tercih edenler için... Yirmi metrelik tekneyi paylaştığın on kişiyle 24 saatini birlikte geçirmek gibi bir zorunlulukla karşı karşıya kalmak, kimilerine ürkütücü gelebilir. Ama ne gam... Deniz, güneş, mehtap, yıldızlar var ya... Mavi yolculuk sevdalıları denizde yalnız kalmanın ne anlama geldiğini bilir ve denizle aralarına başkalarının girmesine izin vermezler. Bir hafta boyunca teknenin güvertesinde dalgalarla teknenin boğuşmasını seyretmek bile başlı başına bir keyiftir. 'Sedventure/Suha Derbent'video için tıklayınYolculuk sırasında gece ile gündüz birbirine karışır, aslında bunun pek de önemi yoktur. Belki de kendi içine doğru, yaşamı keşif yolculuğudur bu. Hırslar, kişisel hesaplar, kırgınlıklar, aşk acıları... Hayatın dökümü önünüzdedir sanki. Doğanın, hayatın önünde çırılçıplak bırakır bu sizi...Ve yoldan çıkış... Bu rengârenk dünyaya dalmak için sadece denizin çağrısına kulak vermek yeterli. Bir valize hafif giysiler, bir-iki kitap koyun ve geri kalanı kentte bırakın ve çıkın. Ben öyle yaptım ve kenti ardımda bıraktım. Özlem duygumu da... Sadece renkler vardı düşümde, ama hep aynı rengin tonları...Sonunda on bir yolcuyla birlikte bir yelkenlideydim. Diğer yolcuları tanımıyordum ve tanımaya da hevesli değildim. Şirket yetkilileri bir hafta boyunca yolculuk yapacağımız tekneyi gösterdiklerinde heyecanım daha da arttı. Çünkü limandaki diğer teknelere benzemiyordu. Gulet değildi ve etkileyiciydi. Teknede ilk gün Mavi yolculuk yapanlar bilirler. Bir askerlik kuralı gibidir... Teknenin önünde duran sepete ayakkabılarınızı koyacak ve yolculuk bitene kadar giymeyeceksiniz. Belki de dış dünya ile bağın ilk koptuğu yer burasıdır. Bu ilk adımla sanki upuzun bir yol kat edilir. Artık bambaşka bir dünyadaydık. Teknenin kaptanı ve personeli tarafından hoş geldin kokteyli ile karşılandık. İçkiler yudumlanırken kaptan teknedeki kurallardan bahsetmeye başladı. Ancak yapmamız gerekenleri anlatırken bizi rahatsız edecek bir vurgu yoktu sesinde. Tekne henüz hareket etmeden kamaralarımız gösterildi ve valizlerimizi yerleştirdik. Aslında o kamaralar bir hafta boyunca sadece valizleri barındıracak, herkes zamanını güverte üzerinde geçirecekti. Valizleri kamaraya bırakıp yukarı çıktık, bu arada teknenin halatları çözüldü. Ve işte rüzgârın kollarındaydık, yolculuk başlamıştı. Marmaris’ten yola çıktıktan yaklaşık iki saat sonra, kaptanımız bir koyda demir atmaya karar verdi. Motorların sesi kesildiğinde mavi yolculuğun, sesin, sessizliğin ne anlama geldiğini fark ettik. Arap adası adlı bu koyda bizden başka iki tekne daha vardı ve bir de derin bir sessizlik... Sadece doğanın sesi...Denizin rengi gün geceye dönerken koyu bir pembeye dönüştü. Deniz muhteşem bir renk ve ışık gösterisi sergiliyordu. Teknenin mutfağından gelen yemek kokuları olmasa acıktığımızı fark etmeyecektik. Kokulardan anlaşıldığına göre bizi mükemmel bir ziyafet bekliyordu.Akşam indikçe dalgalar azaldı, deniz duruldu... Tekne sanki bir akvaryumun üzerinde duruyordu. Söz birliği yapmışçasına herkes yemek öncesi birer birer denize atladı. Sudan çıktığımda kendimi çok iyi hissediyordum. Bir saat sonra aşçı ve gemici masayı hazırlamaya başladılar. Masanın görünümü ve yemekler gerçekten nefisti. Yemekten sonra herkes kendi köşesine çekildi. Gece olunca uyku tulumları ve kalın battaniyeler uyku sorununu çözdü. Sabah gün doğarken uyandım. Güneş yüzünü henüz gösteriyordu ama yalnız olmadığımı gördüm. Kaptan, teknenin kıç tarafındaki küpeştede, koyu çevreleyen tepelere dalmış sigarasını içiyordu. Kahvaltıdan sonra yeniden yola koyulduk. Bu arada herkes denize dalıp çıkmıştı bile. Mavi suları yararak ilerlemeye başladık. Birer birer basılan yelkenler, içi doldukça ağırlaşıyor ve şişiyordu. Son olarak baş kısımdaki yelken de (flok) açıldı ve kaptan tekneye yön verdi. O gün çok hırçın bir hava vardı ve yaklaşık dört ya da beş saat dalgaların arasında yol aldık. Teknede mavi yolculuğu ilk başlatanlara dair öyküler anlatılıyordu. Halikarnas Balıkçısı (Cevat Şakir Kabaağaçlı), Azra Erhat, Sabahattin Eyüboğlu ve arkadaşları sevda dolu yürekleriyle bir balıkçı teknesine atlamışlar, güney kıyılarına yelken açmışlardı. Asıl kaşifler onlardı, zamanımızın kaşifleriyse turizmciler... Teknemiz geceyi Orhaniye koyunda geçirecekti. Diğer adıyla Kızkumu efsanesiyle de bilinen bir koydu bu. Koy, geceleri adeta dipsiz bir karanlığa gömülüyor ve yakamozların seyrine doyulmuyordu. Hepimiz heyecanlıydık yine. Herkes bir an önce havanın kararmasını bekliyordu. Gece karanlık basar basmaz hepimiz sulara daldık. Gerçekten derin, kadife bir karanlık içine çekip alıyordu insanı. Her kulaçta yakamozlar akıp gidiyordu. Sabah yine Orhaniye'nin gün doğumuna uyandım. Kumul'a (kıyı oku) kadar yüzüp, bir süre suyun içinde yürümenin keyfini yaşadım. Ve yolculuk tekrar başladı. Gün boyu yelken yaptık. Teknemizin ardında bıraktığı köpüklere dalmaktan kendimizi zor alıkoyduk. Her gün başka bir koyun keyfini sürdük. Kameriye adasında denize girmekle kalmayıp adadaki eski kiliseyi gezdik ve inanılmaz güzellikteki güneş saatini gördük. Ertesi gün eski adı Yeşilova olan Bozburun’da demirledik. Teknemize kumanya takviyesi yapıldı. Sonra ver elini Serçe limanı. Kıyıya çıkıp koyun dar girişindeki tepeden denizi izledik. Her gün yapılan bu yürüyüşler hem küçük keşifler yapmamıza yarıyor hem de sürekli yediğimiz güzel yemeklerden dolayı kilomuzu dengede tutuyordu.Son uğrak yerimiz olan Kadırga limanında akşam küçük bir parti ile yolculuğa veda gecesi yapıldı. Saatler ilerledikçe kendimizi yine denizde bulduk. Son bir kucaklaşmaydı bu. Elveda deniz, elveda doğa, elveda özgürlük... Merhaba İstanbul... Sana bir avuç mavi getirdim. Mavi yol rotalarıAntalya - Kaş - AntalyaDiğer programlara oranla daha çok yol yapılan ve daha çok yer gezilebilen bir rota. Belli başlı noktalar: Hiç sönmeyen ateşi ile ünlü Tahtalı Dağı eteğindeki Olimpos ve Faselis antik kentleri, Demre'deki (antik Myra) kaya mezarları, tiyatrosu ve kent içindeki Noel Baba'nın kilisesi, sualtındaki duvar kalıntılarının görüldüğü "batık şehir" Kekova Adası, Kale Köyü (Simena), Kemer, Kaş ve Finik'e. Göcek - KaşBir hafta gidiş, ikinci hafta dönüş tek yönde yapılan bu program da Göcek koylarını ve Ölüdeniz'i , aynı zamanda Kekova ve Demre'yi, kısaca Antalya-Kaş ve Marmaris-Fethiye programlarından her ikisinin de en çekici bölgelerini kapsıyor. Marmaris - Fethiye - MarmarisEn çok sevilen programlardan biri. Sazlıklar arasında bir labirent olan Dalyan ve Kaunos antik kenti, Göcek koyları, Göcek ve Fethiye limanları, Ölüdeniz, Gemiler Adası belli başlı uğrak yerleri. Gemiler adası yakınındaki Soğuksu'dan terkedilmiş Rum kasabası Kayaköy'e yürüyebilirsiniz. Marmaris - Datça - MarmarisFethiye hattına göre daha az uygulanan, koyların biraz daha sakin olabildiği bir rota. Yarımadanın ucundaki Bozukkale (antik Loryma), Bodrum Müzesi'nde sergilenen batığın bulunduğu Serçe Limanı, Bozburun, Orhaniye, Selimiye, Datça göreceğiniz belli başlı yerler. Selimiye'den Turgut şelalesine bir gezi yapılabilir.Bodrum - MarmarisYine birinci hafta gidiş, ikinci hafta dönüş olarak uygulanan tek yönlü bir program. Talep halinde bu programda Rodos, Simi ve/veya İstanköy'e de uğranabiliyor. Bu programda Marmaris-Datça hattında görülen yerlerin çoğuna ek olarak, Datça yarımadasının ucundaki Knidos ve Gökova tarafında kalan Mersincik koyları da var. Bodrum - BodrumMavi Yolculuğun başladığı geleneksel rota. Günlerin çoğu Gökova körfezinin küçük ve sakin, koylar bakımından daha zengin olan doğu tarafında geçiyor. Karaada, Çökertme, Akbük, Çatı koyları, Yediadalar ve İngiliz Limanı, "Kleopatra Plajı" ile ünlü Sedir Adası, Karacasöğüt göreceğiniz belli başlı yerler. Bodrum - Didim - BodrumBodrum yarımadasını dolaşıp Didim'e kadar uzanan ve uğrak yerlerinin çoğuna karadan da kolayca ulaşılabildiği için oldukça ender uygulanan bir rota. Yarımadadaki Bitez, Yalıkavak, Gümüşlük, Türkbükü köyleri, antik Iasos ya da şimdiki adıyla Kıyıkışlacık, Gökliman, Çamlimanı, Kazıklı ve Didim belli başlı uğrak yerleri. Didim'de çok kısa bir otomobil yolculuğu ile görkemli Apollon tapınağının kalıntılarını gezebilir, dilerseniz Milet ve Priene'yi de görebilir, hatta Efes'e kadar uzanabilirsiniz. Mavi Yolculuk için :Arya Yachting & ToursCaferpaşa Cad. 25 - 48400 Bodrum/TurkeyTel: +90.252.3161580 Fax: +90.252.3165059kezban@arya.com.tr - yachting@arya.com.trgsm office: +90.533.7213180 www.aryatours.com
Herkes tatil planlarını yapmaya başladı. Bir teknede doğa ile başbaşa tatil isteyenlere ise önerim, mavi yolculuk. Yelken keyfi de cabası... Yolculuklar her zaman sürprizlerle doludur. Hele de mavi yolculuğu tercih edenler için... Yirmi metrelik tekneyi paylaştığın on kişiyle 24 saatini birlikte geçirmek gibi bir zorunluluk ürkütücü gelebilir. Ama ne gam... Yolculuk sırasında gece gündüz birbirine karışır. Belki de kendi içine doğru, yaşamı keşif yolculuğudur bu. Hırslar, kişisel hesaplar, aşk acıları... Hayatın dökümü önünüzdedir sanki. Doğanın, hayatın önünde çırılçıplak bırakır bu sizi...Bu tekne diğerlerine benzemiyorDünyanın en mavi tatilini yapmak için denizin çağrısına kulak vermek yeterli. Bir valize hafif giysiler, bir-iki kitap koyun ve geri kalanı kentte bırakın, çıkın. Ben de öyle yaptım. Sonunda 11 yolcuyla birlikte bir yelkenlideydim. Yolculuk yapacağımız tekneyi görünce heyecanım daha da arttı. Gulet değildi ve etkileyiciydi. Ve rüzgâr size kollarını açar...Mavi yolculuk yapanlar bilirler. Bir askerlik kuralı gibidir... Teknenin önünde duran sepete ayakkabılarınızı koyacak ve yolculuk bitene kadar giymeyeceksiniz. Belki de dış dünya ile bağın ilk koptuğu yer burasıdır. Tekne hareket etmeden kamaralarımız gösterildi ve valizlerimizi yerleştirdik. Valizleri kamaraya bırakıp yukarı çıktık, bu arada teknenin halatları çözüldü. Ve işte yolculuk başlamıştı. Akşam indikçe dalgalar azaldı, deniz duruldu... Söz birliği yapmışçasına herkes yemek öncesi birer birer denize atladı. Bir saat sonra aşçı ve gemici masayı hazırlamaya başladı.Gün boyu yelken keyfiOrhaniye Koyu, gece dipsiz bir karanlığa gömüldü. Karanlık basar basmaz hepimiz sulara daldık. Her kulaçta yakamoz-lar akıp gidiyordu. Sabah yolculuk yine başladı. Gün boyu yelken yaptık.Gece yüzmeyi mutlaka deneyin!Her gün başka bir koyun keyfini sürdük. Kameriye adasında denize girmekle kalmayıp adadaki eski kiliseyi gezdik ve inanılmaz güzellikteki güneş saatini gördük. Ertesi gün Bozburun’da demirledik. Sonraki gün ise ver elini Serçe limanı. Son uğrak yerimiz olan Kadırga limanında yolculuğa veda gecesi yapıldı. Saatler ilerledikçe kendimizi yine denizde bulduk. Son bir kucaklaşmaydı bu. Elveda deniz, elveda doğa, elveda özgürlük... Merhaba İstanbul... Sana bir avuç mavi getirdim.Mavi yol rotaları- Antalya - Kaş – AntalyaBelli başlı noktalar: Hiç sönmeyen ateşi ile ünlü Tahtalı Dağı eteğindeki Olimpos ve Faselis antik kentleri, Demre’deki (antik Myra) kaya mezarları, tiyatrosu ve kent içindeki Noel Baba’nın kilisesi, sualtındaki duvar kalıntılarının görüldüğü “batık şehir” Kekova Adası, Kale Köyü (Simena), Kemer, Kaş ve Finik’e. - Göcek – KaşBir hafta gidiş, ikinci hafta dönüş tek yönlük bu program da Göcek koylarını ve Ölüdeniz’i , Kekova ve Demre’yi, kısaca bölgenin en çekici yerlerini kapsıyor. - Marmaris - Fethiye Sazlıklar arasında bir labirent olan Dalyan ve Kaunos antik kenti, Göcek koyları, Göcek ve Fethiye limanları, Ölüdeniz, Gemiler Adası belli başlı uğrak yerleri. Soğuksu’dan terk edilmiş Rum kasabası Kayaköy’e yürüyebilirsiniz. - Marmaris-Datça-MarmarisBozukkale (antik Loryma), Bodrum Müzesi’nde sergilenen batığın bulunduğu Serçe Limanı, Bozburun, Orhaniye, Selimiye, Datça göreceğiniz belli başlı yerler. Turgut şelalesine gezi yapılabilir.- Bodrum – MarmarisBu programda Marmaris-Datça hattında görülen yerlerin çoğuna ek olarak, Datça yarım adasının ucundaki Knidos ve Mersincik koyları da var. - Bodrum - Didim – BodrumBodrum yarımadasını dolaşıp Didim’e kadar uzanan ender bir rota. Bitez, Yalıkavak, Gümüşlük, Türkbükü köyleri, antik Iasos ya da şimdiki adıyla Kıyıkışlacık, Gökliman, Kazıklı ve Didim uğrak yerleri. Didim’de Apollon tapınağının kalıntılarını, Milet ve Priene’yi de görebilir, hatta Efes’e uzanabilirsiniz.