Gözlerinizi kapatın ve sadece düşleyin. Güzel bir koku eşliğinde teninizin ve yavaş yavaş vücudunuzun, haftanın bütün yorgunluğundan arındığını hissedeceksiniz. Buharın buğusunu, sıcak suyu rahatlatıcı etkisini, müziğin dinginliğini ve masajın huzur veren dokunuşunu yaşayacaksınız. Sonra dünyanın sayılı coğraflarından birinin üzerinde yükseleceksiniz bir balonun içinde. Ayaklarınız yerden kesilecek. Önce 100, sonra 300 metre ve yetmeyecek, 700 metreye kadar yükselip bakacaksınız aşağılara. Yeryüzü küçücük kalacak. Boşlukta süzülüp, tekrar tekrar alçalıp yükseleceksiniz sanki bir çocuk oyunun içindeymişsiniz gibi. Dünyaya gelmiş olmanın tadını çıkartacaksınız orada. Anlattıklarım uzak bir düş gibi gelebilir. Ancak, yanılıyorsunuz. İstanbul’dan uçağa bindikten sonra sadece 1,5 saat içinde varıyorsunuz güzel atlar ülkesi Kapadokya ve orada Uçhisar’da bulunan CCR Hotel’e. Yani diyorum ki, binin Nevşehir uçağına bedeninizi ve ruhunuzu yıkayın, sarılın kendinize ve şımarın. Ve elbette giderken yanınıza en sevdiğinizi alın, paylaşın bu sürprizi onunla.Tarih ve estetiğin uyumuGöreme’den Uchisar’a uzanan yol üstünde Uchisar Kalesi’nin eteklerinde bulunan ve geceye renk katan ışıklandırmasıyla dikkat çeken Cappadocia Cave Resort -CCR Hotels & SPA’yı mutlaka görmüş olmalısınız.İlk bakışta otelin mimarisini algılayamıyorsunuz. Aslında otel Uchisar beldesinin çok eski bir mahallesinde yer alıyor. Harabe halindeyken alınmış eski evlerin restore edilmesiyle oluşturulmuş otelin misafir odaları ve hizmet binaları mahalleye yayılmış durumda. CCR’da oda seçmek zor. Kapadokya mimarisi ögeleri taşıyan mağara odalar bulunduğu gibi size farklı manzaralar sunan ve her biri farklı dekore edilmiş birçok seçenek sunuyorlar.Balon’la Kapadokya turu Bölgenin coğrafyasını en keyifli izleme yolu her sabah yapılan balon turları. Kapadokya’yı birçok kez gezmiş biri olarak en keyifli gezinin balonla yapıldığını rahatlıkla söyleyebilirim. Akşam otel resepsiyonuna bilgi vermeniz sizin için balon organizasyonu yapılması için yeterli. Sabah 06:30 da otelden alınacak ve balon turu sonrasında 08:30 civarında tekrar otele bırakılacaksınız. CCR’da kahvaltıOtelde oldukça zengin seçenekler bulunan bir kahvaltı ile güne başlıyorsunuz ama eğer isterseniz, her sabah kahvaltı odanıza kadar ulaştırılıyor. Leea spa güzellik merkeziCCR&SPA’da her türlü etkinlik neredeyse size özel ‘’Şımartan terapiler’’ tadında. Altın terapisi, Havyar terapisi, Nar terapisi gibi isimler altında sunulan masajlarla vücudunuz gerçekten tüm yorgunluğundan arınıyor. Padişah Restaurant’ta ziyafetPadishah Restaurant Kapadokya’da Türk, İtalyan, Fransız ve Uzak Doğu lezzetlerinden yelpaze sunan zengin mutfağıyla adını duyuruyor. Uchisar kasabasının eteklerinde tüm manzarayı görebileceğiniz camekanlardan oluşmuş. Kaldığım sürece iki farklı yemek denedim.Pazı yaprağında Levrek ve Bernez Soslu Bonfile ustanın Fransız mutfağına hakimiyetini kanıtladı. Ama özellikle kırmızı et sevenlere bölgeye mahsus Nevşehir tavası ve testi kebabını öneririm.Bir de yine dünya mutfağından tatlıların yer aldığı mönüde yöresel bir tatlı olan cevizle doldurulmuş incir tatlısını, balkabağı katlarını mutlaka deneyin.Mutfak şefi Mikdat UstaUchisarlı ama genç yaşlarda Fransız tatil köylerinde uzun yıllar çalışmış ve memleketine döndüğünde İç Anadolu ile dünya mutfağını harika sentezlemiş.Şarap mahzeniMahzenlerin şarapları dinlendirmek için işe yaradığını düşünürdüm.Oysa birbirine geçmeli mağara galerilerinden oluşuyor.Duvarlarında şarap tanrısının kabartmaları mekanın tam ortasındaki şömine ışığında sizi tarih sayfalarına taşıyor.Ulaşım◗ THY ile Nevşehir veya Kayseri’ye uçulabilir◗ CCR Otel Nevşehir’e 7 km Tuzköy havalanı 40 km 20 dak.◗ Kayseri CCR 78 km/ 50dak◗ Konuklara balon servisi yapılıyor.CCR Hotel :Web:c18 www.ccr-hotels.com
Yaz aylarının kalabalığı, karmaşası, otellerde yer bulma sorunu artık bitti. Cunda için seçeneklerin en zengin olduğu dönemdeyiz. Cunda’da akşam yemeği bu mevsim tam keyif düşkünlerine hitap ediyor. Tavernalar ise enerjisini boşaltmak isteyenleri bekliyor.SEVDİĞİM bir yere zamanımı ve bütçemi ayırarak gittiğimde canımı en çok sıkan şey, yer bulamamak ve kalabalık nedeni ile iyi hizmet alamamak olur. Mekan sahibinin yetersiz ilgisi, yavaşlamış servis, keyifle düşünü kurduğum yere karşı beni soğutur. Nerede hata yaptım? diye düşündüğümde de sonucu bulmak zor olmaz benim için. Hata bende ve yaptığım zamanlamadadır. İstediğim yere doğru zamanda gittiğimde, bu sorunların hepsinin ortadan kalktığını görür, hatta neredeyse gittiğim mekanı kapatmış gibi hissederim. Bu durumda, aldığım hizmet ve tattıklarım anılarımın süsleri olur. Kısa veya uzun fark etmez, tatilde en önemli şeydir zamanlama.Şimdi bu nedenle diyorum ki, Ege’nin tam zamanı. Yaz aylarının kalabalığı, karmaşası, otellerde yer bulma sorunu gibi dertlerden kurtulmanın yanı sıra balık seçeneklerinin en zengin olduğu dönemdeyiz. Her çeşit otun köy pazarlarından alınarak taze bir şekilde masaya getirildiği ve çok az insana sunulan hizmetin ayrıcalıklarından yararlanmak istiyorsanız yazı beklemeyin. Şimdi tam zamanı Cunda’nın. Cunda artık yaz aylarının kalabalığını kaldıramıyor. Yaz dışındaki mevsimlerde zamanı değerlendirebilecek alternatif programlara gereksinim var. Çok insana ortalama, hatta kötü hizmet vermek gibi bir riske girmektense zaten küçük olan kapasitenin kaliteli hizmete yönelmesi gerek. İşte Cunda’da ki Otel Sobe tam da bu anlayışla yapılmış bir butik otel ve yaz dışındaki aylara yönelik hazırlıkları da var. Güzel bir bahçesi bulunan Sobe’de kahvaltıyı bahçede, kapalı alanda veya odanızda alabilmeniz mümkün. Cunda küçük bir yer olmasına rağmen son dönemde başta Rahmi Koç olmak üzere işadamlarının desteği ile hızla gelişmiş ve gezecek çok yer ve yapacak çok etkinlik var. Antikacıları, hediyelik eşya dükkanlarını gezerek alışveriş keyfi yapabileceğiniz gibi adanın tarihi ve doğal güzelliklerini görmek için de bir planı da uygulayabilirsiniz. Bunca yıl sürekli seyahat eden ve bu nedenle sürekli aynı yerde durma konusunda özürlü olan biri olarak öğle yemeği için Ayvalık yolunu tuttum. Çok da iyi yapmışım. Ayvalık sahilinde “Yörük” lakabı ile bilinen Mehmet Kurt’un işlettiği Şehir Kulübü’nde son derece zengin yerel yemek seçeneklerin arasında kayboldum desem yalan olmaz. 12 ay açık olan Şehir Kulübü’nde öğlen yemeği saatini kaçırmayın çünkü en özel yemekler bu saatlerde tüketiliyor ve bitiyor. Ayvalık’a inmişken yol boyunca duyduğum zeytinyağı kokusunu izledim ve unutmadan hemen zeytinyağı aldım. Buraya kadar gelip almamak olmaz size de öneririm. Bunun için yine merkez de bulunan Kürşat yağlarının mağazasına uğrayıp alışverişinizi yapabilirsiniz. Ben özellikle çeşnili olanı tavsiye ediyorum. Kürşat yağları Tel:02663127094 www.kursat.com.trBu güzel öğle yemeğinin ardından Cunda’ya dönüp sokaklarında gezen kedilerle arkadaşlığımı ilerlettikten sonra denize karşı oturup yüzümü akşam güneşine verip, Taşkahve’nin muhabbet tüten ocağından kahve içmenin tadını çıkardım. Siz de Cunda’nın vazgeçilmezi Taşkahve’de vitrayların arasından yansıyan ışıklar yere vurduğunda, kahve veya çayınızı Ada’nın yaşlılarının dinginliğini ve neşesini izleyerek yudumlayın.Cunda’da akşam yemeği ise bu mevsim tam keyif düşkünlerine hitap ediyor. Mekanı, sunumu ve sunduğu lezzetlerle marka olma başarısını göstermiş Bay Nihat tam bir mide bayramı olarak tanımlanabilir. Akşam yemeği için bir diğer seçenek de adını bilenlerin geldiği, fiyatları ile mütevazı mekan Yakamoz. Cunda’da geceyi sonlandırmadan önce de size iki seçenek sunabilirim. Sakin bir sohbeti tercih ederseniz Laterna cafe-bar biçilmiş kaftan. Tel: 0266 327 30 50. Yok hala enerjiniz var ve harcamadan duramam diyorsanız Moshos tavernada canlı müzikle coşabilirsiniz. Tel: 0266 327 31 27Otel Sobe: Mimar Seda ve Nüshet Ak tarafından yapılan ve hepsi birbirinden güzel 7 odadan oluşan Sobe otel’de ben en çok hamaklı oda ile şömineli odayı sevdim.Bay Nihat: Bay Nihat’taki soframızda Barbun tava, Deniz Çiprası ızgara, Sirkeli Kalamar, balık pastırması, Hindiba, hardal out, fener kavurma, akivades vardı ve herbiri mükemmeldi. Yemeğin üzerine ise bence yörenin en güzel lezzetlerinden biri olan lor tatlısı müthiş bir final oluyor. Tel:0266 327 17 77 www.baynihat.com.tr Nasıl gidilir: İstanbul’dan yola çıkacaklar için Yenikapı-Bandırma feribotu ile 2 saatte Bandırma’ya ulaşıp oradan da Balıkesir ve Havran’ı geçerek 3 saatlik bir yolculukla Cunda’ya ulaşabilirsiniz. Yolda Havran’dan durmadan geçersiniz karabiberli leblebi alamazsınız, bence unutmayın ve durun.
Bu hafta yolumu Karadağ’a çevirdim ve yemyeşil dağların altında uzanan pırıl pırıl kumsallarda ve tarihin çok iyi korunduğu eski şehirlerin dar sokaklarında gezdim.MONTENEGRO ya da bizim bildiğimiz diğer adıyla Karadağ Güneydoğu Avrupa’da yer alan küçücük ama oldukça turistik bir ülke. Adriyatik Denizi’ne kıyısı bulunan kentleri ve buradaki gece hayatı ile ilgi çeken Karadağ Türklerin vizesiz girebildikleri ülkeler arasında. Bu nedenle Hırvatistan’ın Dubrovnik kentine giden bir çok turist bir günlüğüne bile olsa bu ülkeyi mutlaka ziyaret ediyor. Ayrıca direct uçuşlarla da Karadağ’a gitmek mümkün. Karadağ bağımsızlığını 2006 yılında elde etmiş genç bir cumhuriyet. Tarihine bakacak olursak; Eski Yugoslavya’yı oluşturan altı cumhuriyetten biriyken, Yugoslavya’nın parçalanmasının ardından yeni Yugoslavya’ya katılmış ve 2006 yılında yapılan referendum sonucu bağımsızlığını ilan etmiş. Karadağ’ın başkenti Podgorica, ancak bu kentte gezip görecek yer o kadar da fazla değil. Kentin kafeleri, sokak araları fotoğrafik olsa da asıl olarak Karadağ’ın en turistik kentlerinden biri Kotor. Çünkü Kotor’un denizi mükemmel. Diyebilirim ki, Adriyatik kıyılarının hemen tümü şahane ama bu kentte denizin görünümü ve denize girilebilen noktaların yoğunluğu insanı Kotor’a çekiyor. Küçücük bir yer aslında ve tamamı yürünerek bir kaç saat içinde gezilebiliyor. Belki de bu nedenle olsa gerek civar ülkelerden ve kentlerden sadece bir günlüğüne gelip kentte vakit geçiren turist sayısı çok. Tıpkı bir zamanlar Simi adasında olduğu gibi burada da gündüz kalabalığı yoğun. Kotor’un geceleri de eğlenceli ama gündüz kalabalığı geceye pek kalmıyor. Kotor’da bir iki gün geçirirseniz burada hayatın oldukça sakin seyrettiğini göreceksiniz. Bir çok evin önünden denize girilebiliyor ve kentin sakinleri de günlerinin büyük bölümünü deniz kıyısında geçiriyor. Trafik keşmekeşi kesinlikle yok. Pansiyonlarda konaklama tercih edilebilir çünkü hemen hepsi oldukça temiz. Ama oteller de ucuz. Kotor’ın eski taş evlerinin görüntüsü çok güzel ve hemen hepsinin bahçelerinde nar ağaçları var. Biraz da kentin coğrafi konumundan söz etmek istiyorum. Kotor, Kotor Körfezi’nin Kotor-Risan Koyu’nda, kurulmuş. Kent, UNESCO Dünya Kültür Mirası listesinde yer alıyor. Kentin 671 metre uzunluğunda bir sahili var. Ve limanı da oldukça popüler. Öyle ki, dünyanın pek çok ülkesinden gelen yatlar burada demirliyor ve kenti geziyor. Kotor’un en ilgi çekici yeri sadece sahili değil. Eski şehir bölümü de gerçekten gezilip görülmeye değer. 4.5 kilometreyi bulan şehrin duvarları baze yerde 2 metre bazı yerlerde ise 15 metre yüksekliği buluyor.Kotor’da neler yapabilirsinizDeniz kenarında tüm günü geçirmek istemeyeceğinize göre kentin tarihi dokusu ile günümüzdeki yapılarının uyumu içinde keyifli saatler geçirebilirsiniz. Restoranlar açısından oldukça zengin olan Kotor’da tekstil alışverişi de yapabilirsiniz. Ve tarihi dokunun en önemli yapısı 260 metre yükseklikteki kaleyi gezebilirsiniz. Kotor Kalesi körfezin ucunda yer alıyor ve buradan bakınca kenti izliyorsunuz. Kaledeki bayrak direğine 400 metreyi bulan merdivenlerle çıkılıyor. Ve kalenin üç kapısı bulunuyor. “Deniz Kapısı” 1555 yılında ve Venedik döneminde yapılmış. “Kuzey Kapısı”, 1540 tarihinde inşa edilmiş ve bir köprü ile Škurda Nehri’nin diğer tarafına bağlanmış. “Güney Kapısı” ise farklı yüzyıllarda yapılmış üç kapıdan oluşuyor.Turizm merkezi BudvaBudva’da Kotor gibi Karadağ’ın sahil şehrirlerinden biri. Bu kent Karadağ’ın turizm merkezi olarak Kabul ediliyor. Ve 2,500 senelik geçmişiyle Adriyatik Denizi kıyısındaki en eski yerleşim yerlerinden biri olduğu biliniyor.Budva, güzel bir koya kurulmuş. Son model yatların demirlediği güzel bir yat limanı, hemen onun karşısında insanların Hawaii dediği St.Nikola adası ve stari gradı ve kalesiyle son derece turistik ve hoş bir şehir. Plajları ve gece hayatı ile ün salmış Budva’da dünyanın bir çok ülkesinden gelen insanları görebilirsiniz. Eski şehir’i gezerken hem giyim hem de hediyelik eşya dükkanları ile sık karşılacaksınız. Budva’ya gitmişken yakın mesafede bulunan Sveti Stefan adasını da görmenizi öneririm. Eminim bu çok ünlü adanın fotografını daha önce görmüşsünüzdür. Eskiden bir balıkçı köyü olan bu ada’da Yugoslavya’nın son zamanlarında tatilini geçirmek için başta Sophia Loren olmak üzere bir çok ünlü gelince adayı dünya tanımış.Adanın içindeki taş binalar otel olarak işletiliyor. Adanın karşısındaki plaj ise turistlerin ilgi gösterdikleri bir yer.Karadağ’a (Montenegro) gitmek için :Setur Tel: 444 0 738 veya 0 (850) 210 0 738 www.setur.com.tr
Kuzey İtalyya’da Arno nehri kıyısına kurulmuş Rönesans’ın başkenti olan Floransa, kuzey İtalya’daki Toskana bölgesinin de başkenti. Floransa’yı İtalyya ve Avrupa’nın en önemli kentlerinden biri yyapan da aslında tam bir müzede olaşıyyorsunuz hissi yyaratması. Aynı zamanda, Leonardo da Vinci, Michelangelo ve şair Dante Alighieri’nin yaşadığı kent...Floransa’yı yürüyerek keşfetmek mümkün...Şehrin merkezi Piazza della Signoria yani Signoria Meydanı. Tam ortada ise bir sanat eseri olarak Neptün Havuzu var ve havuzun kenarları mermerden heykellerle süslü. 1500’lerde yapılmış olan havuz meydana ayrı bir güzellik katıyor. Signoria Meydanı’nındaki tek sanat eseri bu havuz değil elbette. Michelangelo’nun David heykelinin bir kopyası da bulunuyor. Kenti iki bölüme ayıran Arno Nehri’nin üzerindeki köprüler arasında Ponte Vecchio Köprüsü gerçekten çok önemli bir yapı çünkü İkinci Dünya Savaşı’ndan zarar görmeden çıkabilmiş. Köprülerin üzerinde daima keyifle gezen ve fotoğraf çeken insanlara rastlayabilirsiniz. Kentte ayrıca pek çok tarihi kilise ve müze yer alıyor. Örneğin Pitti Sarayı, Boboli Bahçeleri, Santa Maria Novella ve San Lorenzo kiliseleri, Bargello heykel müzesi, Accademia dell’ Arte del Disegno müzesi gibi... Floransa aslında çok küçücük bir kent diyebilirim. Yürüyerek gezmek ve keşfetmek çok keyifli. Size vereceğim adresleri iki gün içinde rahatlıkla görebilirsiniz.Duomo ve Cupola del Duomo: Floransa Katedrali. Kubbesine tırmanmanırsanız kenti kuşbakışı izleyebiliyorsunuz. Ancak merdivenleri oldukça dik. Kendinize güveniyorsanız çıkın. Ve sabahın erken saatlerinde bile billet kuyruğu oluyor. Michelangelo’nun meşhur Davud heykelinin orijinali burada sergileniyor.Mecidi Ailesi sanatçılara büyük destek olduPiazza della Signora ve Palazzo Vecchio: Medici ailesinin ilk sarayı. Meydanda kahve içerek geleni geçeni izlemek bile oldukça keyifli.Ponte Vecchio: Floransa’nın meşur köprülerinden biri.Piazza Michelangelo: Kentin en güzel yerlerinden biri. Şehri tepeden izleyebilirsiniz. Tarihi M.Ö. 59 yılında Jül Sezar ordusundan emekliye ayrılmış askerlere Arno Nehri vadisindeki bu verimli toprakları vererek Floransa’nın kurulmasını sağladı. Kurulduğunda şehrin adı Florentia idi. Daha sonra M.S. 3. yüzyılda Roma İmparatoru Diokletian Floransa’yı Toskana vilayetinin başkenti yaptı. Kent 13’ncü yüzyıla gelene kadar pek çok saldırıya uğradı. 1348 yılındaki veba salgını kentin çok sayıda sakininin ölümüne neden oldu. Nihayet 15. yüzyılın ilk yarısında kent ünlü Medici ailesinin eline geçti. Medici ailesi bankacılık mesleği dolayısıyla zengin olmuş nüfuzlu bir aileydi. Ailenin ilk önemli üyesi olan Cosimo büyük bir saray (Palazzo Medici) inşa ettirdi. Sonra yerine geçen oğlu Piero ve torunu Lorenzo çok gösterişli binalar inşa ettirdi ve dönemin mimarlarına, heykeltıraşlarına maddi destek verdi. 1469-1492 yılları arasında Floransa altın çağını yaşadı. 1865 ve 1895 yılları arasında Floransa, büyük bir kentsel yenileme ve yapılanma içerisine girdi. 19. yüzyılın sonlarına doğru şehir nüfusu üç katına çıktı. Turizm ve endüstri gibi yeni sektörlerin oluşturulmasıyla 20’nci yüzyılda, artmış olan bu nüfustan olumlu şekilde yararlanıldı. II. Dünya Savaşı’nda şehir 1943 ve 1944 yılları arasında Alman ordusu tarafından işgal edildi.Senyörler Meydanı: Bu meydan Ortaçağ’da şehrin kalbini oluşturuyormuş. Halen bu sahnenin içinde bir açık hava müzesi gibi birçok güzel heykel sergileniyor.
Sıcak havalarda kısa bir soluk almak için en uygun tatil seçeneği bence fiyordlarda olmak. Gecelerin kısa gündüzlerinse uzun hatta upuzun olduğu kuzey yolculuğunu bir gemi ile yapmak oldukça romantik. YAZ ayları boyunca dünyanın en uzun gün ve en kısa gecelerini yaşayan Norveç fiyordlarını gezmek, hele de bunu bir lüks bir geminin içinde yapmak fikrim hep olmuştu ama buna bir türlü zaman ayıramamıştım. Gemiye Amsterdam’dan bindik ve uzun bir gece yolculuğunun ardından sabaha karşı Stravanger limanına yanaştık. 12 katlı devasa gemimizin içinde bulunan 3 bin kişi gözünü bu limanda açtığında, dünyada bir cennet varsa oranın bu liman kenti olduğu konusunda neredeyse hem fikirdi. Gemi fiyorda girdiğinde yeşilin hemen her tonunu barındıran dik yamaçlar, neredeyse adım başı akan şelaler, sisler içinde ilerlediğimiz fiyordun kendisi gerçekten büyüleyiciydi. Gemideki yolculuk boyunca pek çok liman şehrine gittik. Aşağıda size onlardan bahsedeceğim ama gemideki yaşamdan da söz etmek istiyorum. Öncelikle gemide tüm gün boyunca hizmet veren ve aç kalmanıza asla izin vermeyen restoranlar bulunuyor. Gün boyunca güvertede güneşlenip vakit geçireceğiniz isterseniz spor yapabileceğiniz alanlar var. Tiyatro salonları, alışveriş için dükkanlar, barlar ve yalnız kalmak isterseniz kitap okuyabileceğiniz küçük özel salonlar, kafeler bulunuyor. Kısacası diyeceğim o ki, mutlaka böyle bir tatile siz de çıkın.Pişman olmayacaksınız, hatta müdavimi olabilirsiniz diye düşünüyorum. Ve gemi ile seyahat ederken sabaha karşı limana girerken uyanamıyorsanız bile akşam gemi limandan ayrılırken güvertede olup bu anların keyfini çıkarın.Küçük ama çekici ALESUND- Çok ufak ama çok güzel bir yer. Merkeze 3 km uzakl›ktaki Atlantic Ocean Park, r›ht›mdan hareket edip 1 saat 15 dakika süren bot turu, Aksla - Kniven manzara noktas› (418 basamakla ç›k›l›yor) ve Flam’›n etraf›nda bulunan adalar gezilip görülmesi gereken yerler.Uçurumlar diyarı GEIRANGER- Unesaco Dünya Mirası alanı olan Geiranger, uçurumlarından şelaler akan inanılmaz güzellikte bir doğa harikası gemi bu kente yanaştığında bu şelaleri görebileceğiniz tekne turlarına çıkmalısınız.Arkeoloji Müzesi- 15 bin y›ll›k tarihin sergilendiği Arkeoloji Müzesi ilginç.Lysefjord bölgesi- Sabah 08:00’den itibaren Stavanger limandan buraya kalkan feribotlar var.Norveç’in petrol kenti STAVANGER- Gecesi, özellikle rıhtımı hareketli. Harika restoranlar var. Stavanger tarihi, kültürel açıdan doyurucu bir kent. 23 tane müzesi bulunuyor. Norveç’in dördüncü büyük kenti olan Stavanger’de 300 bine yakın kişi yaşıyor. Burada 1100’lerde inşa edilen katedral de var. Turistik köy FLAM- Norveç fiyordlarının belki en ufak köylerinden biri ve bir o kadar da turistik.Yılda 500 bin kişinin ziyaret ettiği söyleniyor. Turlar ile geminin giremediği dar fiyordları gezebiliyorsunuz.Flam’dan trene binerek yakın yerlerdeki köyleri, şelalaleri görebilirsiniz. Güller şehri MOLDE- Diğer Norveç liman kentleri gibi harika manzaralara sahip Molde güller şehri olarak tanınıyor. Bu kentin sadece çiçekleri meşhur değil. Her yıl Temmuz ayı boyunca caz festivali düzenleniyor. Burada 2407 metrelik manzara noktasından etrafı izlemek keyifli. 500 kişilik kasaba OLDEN- Küçük bir kasaba ve Norveç fiyord gezisinin en kuzey noktas›. Kasaban›n kendinden çok çevresinde gezilip görülecek yerler var. Liman›n hemen karşısındaki dükkanlardan özel hediyelik eşyalar alabilirsiniz. Olden’e yak›n Loen Gölü’de görülmeye değer bir yer.Ve OSLO- Burada gezilecek müzeler, caddeler, al›şveriş merkezleri yoğun. R›ht›m bölgesinde karides yemeklerini mutlaka tad›n. Oslo’da bir gün boyunca görebileceğiniz en önemli yerler arasında; Akershus Kalesi, katedral, Viking Gemi Müzesi ve al›şveriş merkezleri var.
İtalya’nın üçüncü büyük şehri olan Napoli ve Sorrento Yarımadası’na gitmek pek çok neden var. Müziği, lezzetleri ve Akdeniz mimarisi bunların başlıcaları denilebilir. Yaklaşan yaz mevsimini erken karşılama ayrıcalığı da bir başka önemli neden bence. Napolİ şehri Türkiye’yi anımsatan manzaralar da içeriyor. Dar sokakları, rahat insanları, pencere ve balkonlarından sarkan çamaşırları ile hiç de yabancı gelmiyor. Öte yandan alışveriş meraklıları için ayrıca çekici olabilir. Gezinizi daha çok tarih ve kültür ağırlıklı planlıyorsanız Napoli bu konuda da seçenekler sunuyor. Kraliyet sarayı, Castel Nuovo, San Carlo Operası, Milli arkeoloji müzesi, Palazzo di Capodimonte müzesi ve şehire 30 dakika uzaklıktaki Pompei antik kenti ile bütün zamanlarınızı keyifle geçirebilirsiniz. Halen aktif olan Vezüv yanardağı hemen hemen şehrin her yerinden görülebiliyor ve bu görüntü şehre ayrı bir etkileyicilik katıyor. Ben Napoliye bir tam gün ayırmakla birlikte Sorrento Yarımadası’na ve adı kendinden büyük Capri adasına gitmeye karar verdim. Napoli’den sırası ile Sorrento’ya oradan Positano’ya ve ardından da yarımadanın sonuna uzanarak Amalfi’ye kadar gittim. Herbiri Akdeniz mimarisinin tipik örnekleri olan bu yerleşimlerin hepsi dik yamaçlar üzerine kurulmuş. Denize inmik için merdivenlerden başka seçenek genellikle yok. Evler ve otellerin önleri açık olduğu için her yerden farklı manzara seçenekleri var. Cafe ve lokantalarda lezzetli İtalyan mutfağı örneklerini tadabilirsiniz. Ve uygun fiyata deniz ürünleri de bulabilirsiniz. Bir çok ünlünün yaşamak için bu sahilleri tercih ettiğini rehberimiz’den öğrendik. Tek tek onların yaşadığı evleri görerek geçtik falezlerin üzerinden. Aralarında Sophia Loren, Rudolf Nureyev gibi ünlülerin bulunduğu birçok kişinin neden burayı tercih ettiğini anlamakta güçlük çekmiyor insan zaten. Çünkü yol boyu harika doğa manzaraları ile dolu. Napoli’den ayrıldıktan bir süre sonra başlayan Amalfi yolu UNESCO tarafından koruma altına alınmış. Ve aslında yol boyunca bulunan tüm yerleşimlerde bundan nasibini almış ve burada yeni yapı yok. Eski bir yol olduğu için araçların yan yana geçmekte zorlandığı, ama her viraj sonrasında size eşsiz manzaralar sunacak olan bu yolda Amalfi’ye varıncaya kadar 1500 kadar viraj dönülüyor. Dar olmasına karşın zemini düzgün olan bu yolda yapacağınız yolculuk başlıbaşına bir keyif sunuyor.Dar sokaklar arasında karşıma çıkan cafelerde espresso keyfini kaçırmadım. Yemekte ise genellikle manzaralı bir lokanta seçip denize karşı yediğim pizzaları ve içtiğim güzel İtalyan şaraplarını sanırım uzun yıllar unutamayacağım. Sorrento limon ve portakal bahçeleri arasına kurulmuş bir yerleşim. Merkezin adı Piazza Tasso. Buradaki bir sokak kahvesine oturup çevreyi izlemenizi öneririm. Falezlere kurulmuş otellerin manzarası inanılmaz güzellikte. Cafe ve plajlardan başka zaman ayırıp 15. yüzyılda yapılan Corrale Sarayı’nı da ziyaret etmenizi öneririm. Ayrıca 14. Yüzyıl yapımı olan katedral de görülmeye değer.Positano ise yine falezleri ile dikkatinizi çekecek. Sorrento ve Amalfi’ye oranla daha az turistin ziyaret ettiği Positano benim favorim oldu. Son durağım olan Amalfi eşsiz güzellikteki bir coğrafyada kurulmuş. Sahilindeki plajda denizin tadını çıkarabilir ve sonra tüm sokaklarını tek tek gezebilirsiniz. İrili ufaklı dükkanlardan alışveriş yapabilirsiniz. Adını nereden aldığını merak edenlere kısaca açıklayalım. Herkül Amalfi adında çok güzel bir su perisine aşık oluyor. Ancak Amalfi genç yaşta ölünce bu aşk yaşanamıyor. Bunun üzerine Herkül onun anısına bu kasabayı inşa ediyor. Bu mitolojik hikaye benim için Amalfi’yi daha da değerli ve özel kılıyor.Capri- Yazımın başında adı kendinden büyük diye söz etmiştim Capri’den. Çünkü adını bir çok film’de ve aşk hikayesinde duydum. Bu kadar çok duyduğum için belkide daha fazlasını bekledim. Capri bizim Büyükada kadar bir yer aslında. Yine dar ve güzel sokakları, bu sokaklarla ulaşılan küçük ama şirin meydanları var. Her meydanda birçok cafe ve lokanta bulunuyor. Adanın yamaçlarındaki manzara ise gerçekten hoş. Napoli’ye gelip Capri’yi görmeden gitmek olmaz. Ama siz de benim gibi adının büyüklüğü kadarını beklemeden görün. Hele de Capri’ye gidip Limoncello almadan dönmeyin çünkü tam yerindesiniz. İnsan bu kadar lezzetli yemekleri bulunca kendini tutmakta zorlanıyor ve işte o zaman hazmı kolaylaştırması ile bilinen Limoncello imdadınıza yetişiyor. Napoli’de ne yapmalı?- Kraliyet Sarayı: Dönemin ünlü mimarı Domenico Fontana tarafından 17. yüzyılda yapılmış. Bina, bir yangının ardından 19. yüzyılda yeniden inşa edilmiş. Ciddi hasarlara yol açan II. Dünya Savaşı’nın ardından ise sarayın restorasyonu yapılmış. Çarşamba günleri kapalı.- Castel Nuovo: Piazza del Municipio olarak geçen ve sahile uzanan Belediye Meydanı’nın üzerindeki görkemli kale 1282 yılında Angevinler tarafından yapılmış, 15’inci yüzyılda Aragonlar tarafından yeniden inşa edilmiş. Kaledeki müzenin (Museo Civico) 14 ile 19’uncu yüzyıl heykel, mozaik, tablo koleksiyonu göz alıcı. -San Carlo Operası: İtalya’nın en büyük opera binası. 1727’de yapılmış. Napoliten müzik hayatının merkezi haline gelmiş. Kraliyet ailesine ait bölüm, 184 loca ve dev fresk çok etkileyici. Hafta sonu 14.00-16.00 arası rehberle geziliyor.- Milli Arkeoloji Müzesi: Via Toledo’nun devamındaki müzede Roma ehirleri Pompei ve Herculaneum’dan, Lazio, Campania antik kentinden objeler sergileniyor.- Palazzo di Capodimonte: Şehrin önemli müzelerinden biri. Napoli’nin arkasındaki tepede. 1738’de ina edilmiş, Bourbon Kralı III. Charles’ın sarayı olarak kullanılmış. Müzede, Rönesans dönemine ait muhteşem tabloları görebilirsiniz.- Vomero: Eski şehrin hemen üstünde. Montesanto füniküleri ile çıkabilirsiniz. Napoli’nin en yüksek noktasında ise Castel Sant’Elmo bulunuyor, manzarası çok güzel: Önde liman yanda görkemli Vezüv yanardağı. Ulaşım için: Setur: Tel: 444 0 738 veya 0 (850) 210 0 738 www.setur.com.tr
Alplerin eteklerinde bulunan bu şirin kentten, trenle Alp dağları turuna çıkmak mutlaka yapılması gereken aktivitelerden. Yaz günü zirveye ulaştığınızda kar ve buz göreceksiniz.Kaçınız gittiniz bilmiyorum ama hepiniz Montrö’yü bilirsiniz. 20 Temmuz 1936 yılında Montrö’de imzalan anlaşma ile Türkiye Lozan Anlaşmasında kaybettiği haklarını geri almış ve İstanbul ve Çanakkale boğazlarının geçiş denetimini elinde bulundurmaya başlamış. Bu nedenle Montrö deyince hepimiz biliriz. Birkaç gün öncesine dek benim de bilgim bu kadarı ile sınırlı idi. Ama her yıl Montrö’de düzenlenen ve belkide dünyanın en önemli Caz festivallerinden biri olan Montrö Caz Festivaline gitmeye karar verip tam da anlaşma yıldönümüne denk gelen günleri orada geçirince Montrö hakkında bilgim arttı ve sizlerle paylaşmak istedim.Bu yazının yayınlandığı günlerde bu yıl 48’incisi yapılan festival sona ermiş olacağından o konuya fazla değinmeyeceğim ama dünyaca ünlü piyanist Hiromi’yi orada canlı dinleyebilmenin, New Orleans Caz Treni ile Alplerin arasında gezmenin ve festivale katılan tek Türk sanatçı Burhan Öçal’ı dinleyebilmenin verdiği keyif harikaydı. Caz festivalinin başkentiMontrö kusursuz festival organize etmenin dışında bir refah, medeniyet ve zenginlik şehri olarak önümüzdeki yılki festivale gidene kadar hafızamda kalacak. Alp dağlarının çevrelediği Leman gölü kıyısında yer alan Montrö’ye Basel veya Zürih üzerinden düzenli tren seferleri ile ulaşmak mümkün. Dakik çalışan ve yolculuk sırasında bir tarafta üzüm bağları, diğer tarafta Alplerin eteklerinde uzanan göl manzarası izleme imkanı sunan bu seçenek yolda geçen süreyi de daha güzel kılıyor. Montrö’ye ulaştığınızda ise doğal güzelliği ve huzurlu ortamı ile karşılıyor şehir sizi. Eğer şanslıysanız güneşin parladığı bir güne denk gelebilirsiniz. Ancak yanınıza yağmurluğunuzu almalısınız. Gün içinde hava değişebiliyor. Leman gölünde gezinSahilde sabahları yürüyüş yapın. Yüzlerce çeşit çiçek ve bitki ile süslenmiş bu yürüyüş yolu güne güzel bir başlangıç sağlıyor. Bu yürüyüş sırasında 3 metre yüksekliğindeki Fredy Mercury heykelini de görmüş olacaksınız böylelikle. Yaşadığı yıllarda ünlü sanatçı için bir sığınma mekanı olan Montrö’yü çok sevdiği de heykelin altında yazılı. Hatta bazı bestelerini bile Montrö’de yapmış ve yine buradaki stüdyoya girerek kaydetmiş. Montrö için Fredy Mercury’nin 2’inci vatanı deniyor. Ölümünün ardından bir yıl sonra verilen konserden elde edilen gelir AIDS hastaları için yapılan araştırmalarda kullanılmış. Göl üzerinde bizim boğaz vapuru misali gezen vapurlarla da Leman gölü turunu yapmalısınız. 3 saat süren tam tur ideal. Vapurda yiyecek içecek servisi de mevcut ve açık havada fazlası ile iştah açıcı seçenekler sunuyorlar. Montrö merkezden birkaç durak ileride bulunan Chillon Şatosu sadece dışarıdan görmenin yeteceği bir yer değil mutlaka içini de gezmenizi öneririm. İsviçrenin adeta simgelerinden biri olan bu şato uzun süre Savoy ailesine aitmiş. Ancak şato da zaman zaman tutukluların kaldığı dönemlerde olmuş. Konumu ve etkileyici görüntüsü ile kaçırılmaması gereken bir yer. Seyahat için: Setur Tel: 444 0 738 veya 0 (850) 210 0 738 www.setur.com.tr
Doğa ile iç içe, kuş sesleri ve cırcır böceklerini dinleyerek, doğal ürünler yiyerek tatil yapmak isteğiyle yola düştüm... Bu istek beni Gökova Körfezinin saklı cenneti Bördübet’e sürükledi. Bördübet’e gitmek için; Marmaris’ten Datça yoluna girip Değirmen yanı mevkiinden orman yoluna sapacaksınız, kıvrıla kıvrıla giden bu terapi yolu ile Bördübet’e ulaşacaksınız. Yol, Marmaris’ten itibaren, toplam 30 dakika sürüyor. Yıllar önce İngiliz donanması saklanmak amacıyla bu koyu seçmiş ve çevredeki kuş türlerinin yoğunluğu nedeniyle buraya “Bird the bed” yani kuş yatağı adını vermişler. Adının hakkını veren Bördübet yolu boyunca saka, bülbül, atmaca ve birçok kuş türünün eşsiz melodisi kulağınızda yankılanıyor. Doğa harikası Bördübet Koyu’nda doğayla lüksü harmanlayan butik bir otel bulunuyor; Golden Key Bördübet. Bördübet Deresi’nin iki kenarına konumlanmış Golden Key Bördübet, bana tam da tatili yaşattı. Yöre halkının geçimini arıcılık ve balıkçılıkla sağlıyor olmasından ötürü, daha doğal yollarla beslenmek isteyenlerin sofrasına en kaliteli balları getiriyor. İsteyenler, yanaşan balıkçı teknelerindeki canlı balıklar arasından seçim yapabiliyor ya da çevre köylerinden gelen tereyağı, zeytin, yumurta ve peynir çeşitlerinin tadına bakıp, otelin organik bahçesinden toplanan taze domates ve biberle birlikte ev yapımı turunç ve reçellerle kahvaltı etmenin ayrıcalığını yaşıyor. Kahvaltı boyunca eşsiz senfonisiyle, ağaçların yaprakları, su sesi ve kuşların oluşturduğu doğal bir orkestra eşlik ediyor. Tarifini sır gibi sakladıkları patlıcanlı lahmacunlar ise son derece lezzetli...Kaplumbağalar, balıklar ve kuğular yol gösteriyor...Golden Key Bördübet’in önünden akıp giden Bördübet Deresi, bütün yorgunluk ve stresinizi de beraberinde alıp, konukları uçsuz bucaksız bir denize sürüklüyor. Arzuya göre motorlu kayık veya kanolarla denize doğru ilerlerken derenin sakinleri olan kocaman kaplumbağalar, balıklar, ördek ve kuğular size yol gösteriyor. On dakika sonra ise kimselerin bilmediği, özel bir adadasınız. Artık şehir, iş ve stres sizden çok uzaklarda... Bu benzersiz ortamda kendinizle baş başa kalmanın verdiği huzur, bütün bedeninize yayılarak ruhunuzu dinginliğin doruk noktasına ulaştıracak. Adada bulunan patikaları takip ederek ulaşılan, 360 derece görünüme sahip ada tepesindeki mükemmel manzara ise evlilik teklifi için özel bir mabet.“Avrupa’nın En Gözde 100 Oteli”Çam ormanlarının yeşilinin Bördübet deresine renk verdiği, gökyüzünün parıltılı yansımalarının sonsuz denize yansıdığı koyda konumlanan Golden Key Bördübet İngiltere’de yayımlanan The Sunday Times gazetesinin seçtiği “Avrupa’nın En Gözde 100 Oteli” listesinde. Ayrıca Trip Advisor tarafından verilen Mükemmellik Sertifikası ödülüne de sahip. Dağlardan gelen tatlı suyun denizin tuzlu suyuyla karıştığı noktada konumlanmış otel, ünlü ressam ve heykeltıraşların eserlerine de ev sahipliği yapıyor. Her sezon farklı bir sanatçının eserlerinin sergileyen otel bu sezon heykeltraş Ebru Döşekçi’nin eserlerini sergiliyor. Lüks ve konforlu oda seçenekleri“Bird Bed” hikayesinden esinlenerek her bir odasında kuş motifi kullanan otelin Toplamda 42 odası mevcut. Dere çevresine konumlandırılmış odaların ön yüzleri dereye ve arka yüzleri havuza bakıyor. Otel konumu nedeniyle en sıcak havalarda bile gölge bir alan ve sıcaktan rahatsız olmak mümkün değil. Klima kullanma ihtiyacı hissedilmiyor. Bördübet’e gitmek için: Setur Tel: 444 0 738 veya 0 (850) 210 0 738 www.setur.com.tr