Çocuğunuz ilk kez okula gidecekse bazı sorunlarla karşılaşacaksınız. Hazırlıklı olun bu normaldir...ANNEE! Karnım ağrıyor, okula gitmek istemiyorum. Arkadaşlarım benle dalga geçecek. Ders çalışmak istemiyorum.” Okul açılınca bu cümleleri sık sık duyacaksınız.Evet... Okullar açılınca tabii ki bir takım problemler yaşayacaksınız. Ancak unutmayın. Her sorunun bir çözümü var. İşte size karşılaşabileceğiniz sorunlar ve çözümleri:1- Yazın çocuğunuzun düzeni tamamen değişti. Düzeni yeniden kurabilmek için: Uyku saatlerini belirleyin. İlk haftalarda gerekirse siz de çocuğunuzla birlikte erken yatarsanız çocuğunuz bu düzene daha çabuk uyum sağlar. Çocuğunuzun formaları beraber alın ve formaların ona ne kadar çok yakıştığıyla alakalı iltifatlarda bulunun. Okullar açılmadan birkaç gün öncesinden çocuğunuzun yeme düzenini oluşturun. Yemek saatlerini belirleyin ve genelde okullarda çıkan yemeklerin benzerlerini yapın. Böylece çocuğunuzu alıştırmış olursunuz.2- Çocuğunuzun çekingen bir yapısı varsa arkadaş edinme kaygısı yaşayacaktır. Bu kaygıya en aza indirmek için: Çocuğunuza sınıftan sadece tek bir kişi belirlemesini ve onunla yakınlık kurmasını söyleyebilirsiniz. Çocuğunuzu o kişiyle okul dışı programlar yapmaya teşvik edebilirsiniz. Bir kişiyle yakınlaştıktan sonra çocuğunuzun kaygısı azalacak ve diğer kişilerle iletişim kurması kolaylaşacaktır.3- Müfredat ilerledikçe çocuğunuz not kaygısı yaşayacak. Bunu önlemek için: Çocuğunuza notun önemli olmadığını, ders çalışma sorumluluğunun daha önemli olduğunu söyleyin. Zaten düzenli bir şekilde ders çalışırsa notlarında problem yaşamayacağını belirtin. Notları hakkında yalan konuşursa bu davranışın yanlış olduğunu kötü not da alsa iyi not da alsa ona verdiğiniz değerin ve sevginizin değişmeyeceğini söyleyin. Çocuğunuzun hayatını sadece dersten ibaret yapmayın. Hobileri olsun. Hayatının tek odağı okul olmayınca not kaygısı azalacaktır.Anne babalar dikkat!Çocukların olduğu kadar velilerin de kaygılandığı hatta bazen yanlış yaptığı noktalar olabiliyor. Veliler! Sizin de dikkat etmeniz gereken noktalar var. Size 2 tip hatalı veliden bahsetmek istiyorum. Lütfen bu davranışları yapmamaya özen gösterin.1- Aşırı ilgisiz veli: Bu tip veliler genellikle kendi düzenlerini bozmamak için ve çocuğuyla arasının bozulacağını düşündüğü için çocuklarının dersleriyle hiç ilgilenmez. Bazen de özellikle ekonomik olarak üst seviyede olan kesimlerde çocuklarıyla kendileri ilgilenmek yerine her dersten özel hoca tutar. Bu velilerin çocukları sadece özel ders saatlerinde ödevlerini yapıp kendi sorumluluklarının fakında olmaz. Eğer siz böyle bir veliyseniz çocuğunuza sorumluluk duygusunu öğretmiyor demeksiniz. Sizin çocuklarınız muhtemelen ileride kendi ayakları üstünde durmakta zorlanacak.2- Aşırı baskıcı veli: Bu tip veliler genellikle çocukları eve gelir gelmez onları dersin başına oturtmaya çalışır. Dinlenmelerine izin vermez. Hatta çocuğun ödevi kusursuz olsun diye ödevleri kendileri yapar. Bu veliler kendi mükemmellik kaygılarını çocuğa yansıtır. Çocuğun hata yapmasına asla izin vermez. Çocuklarıyla okul ve ders dışı diyalogları çok azdır. Eğer siz böyle bir veliyseniz çocuğunuza çok baskı yapıyorsunuz demektir. Ders çalışmak ve okula gitmek çocuğunuz için çok sıkıcı hale gelecek, çocuğunuzun sınav kaygısı artacaktır. Dersi kendisi için değil siz ona bağırmayasınız diye çalışıyor olacaktır ve maalesef gelecekte kendi ayakları üstünde durmakta zorlanacaktır. Lütfen çocuğunuzun hata yapmasına izin verin. Hatalarının sonuçlarıyla yüzleştirin. Eğer gerekirse bir gün okula ödevsiz gitsin ve bunun sonucunu yaşasın. Ya da bırakın sınava bir gün çalışmadan gitsin ve sonucunu görsün. Bir musibet bin nasihatten yeğdir diye bir söz vardır. Eğer çocuğunuzu çalışmak için ikna edemiyorsanız bırakın yaşasın ve öğrensin. Bütün çocuklara başarılı bir okul yılı diliyorum.
Hayal kurmaktan vaz mı geçtiniz? Hedefleriniz için çabalamıyor musunuz? İşte hayata dair ipuçları.Kavanozdaki Pire’nin hikâyesini bilen var mı?Bir pireyi kavanoza kapatırlar ve kavanozu alttan ısıtırlar. Kavanoz ısındıkça pire yukarıya zıplar ve kapağa çarpar. Bir süre sonra çarpmamak için daha az sıçrar. 21 gün geçince pire bunu alışkanlık haline getirir. Sonra kavanozun kapağını açarlar. Bir bakmışlar pire artık sıçramaktan vazgeçmiş. Kavanozun kapağının açık olup olmadığının farkında bile değil…İşte buna “Öğrenilmiş çaresizlik” denir. Bu durum size tanıdık geldi mi? Siz de hayal kurmaktan vaz mı geçitiniz? Artık hedeflerinize ulaşmak için çabalamıyor musunuz? Düzeninizin dışına çıkamayacağınızı mı hissediyorsunuz? Acaba siz de çaresiz hissediyor olabilir misiniz? Kendinizi işte hayal edin. Uzun süredir aynı pozisyondasınız ve terfi etmeyi bekliyorsunuz. Eminim ilk birkaç ay hepiniz çabalamışsınızdır. Gözünüze bir pozisyon kestirip elinizden geleni yapmışsınızdır. Sonra bir bakıyorsunuz sizin yerinize başkasını getirmişler o pozisyona. Ne hissettiniz? Kızgınlık, üzüntü, öfke, kıskançlık ve değersizlik…Asıl hedefinizi unutmayınBazılarınız bu olumsuz duygularla baş edip yoluna daha motive bir şekilde devam edebilirken diğerleriniz bu olumsuz duygulara kapılmış gidiyor. Günlerinizi kızgınlıkla; çevrenizden ve kendinizden nefret ederek geçiriyorsunuz. Yaşam amacınızı, asıl hedefinizi unutuyorsunuz. İşteki motivasyonunuzu kaybediyorsunuz. Belki verilen görevleri zamanında yapmıyor, iş arkadaşlarınızla gerginlik çıkarıyorsunuz. Başta bilinçli olarak yaptığınız bu hareketleri sonra fark etmiyorsunuz bile; çünkü alışkanlık haline geliyorlar. Öyle ki yeni bir pozisyon açıldığında terfi edemeyeceğinizden emin olduğunuz için çabalamaya gerek duymuyorsunuz. Siz kavanozdaki pire misiniz?Bu durum sadece işte değil hayatımızın her alanında böyle oluyor. Bir şeyi ilk denemede başaramadığımız zaman vazgeçiyoruz ve rutinimize geri dönüyoruz. Çocukluk hayallerinizi düşünün. Kaçınız bunları gerçekleştirdi? Bazılarınızdan “Evet’i” duyar gibiyim. Peki ya siz? Belki düşündünüz biraz çaba sarf ettiniz ve olmadı. Bir daha hiç olamayacağına inandınız ve vazgeçtiniz. Bir daha denemediniz bile. Çünkü siz çaresizliği öğrendiniz. Çaresizliğe o kadar alıştınız ki alternatifleri aklınıza bile getiremediniz. Hayatınızı böyle mi geçirmek istiyorsunuz? Demotive, rutin ve mutsuz? Oysa kendinizi gerçekleştirmek, hedeflerinize ulaşmak sizin elinizde…Değerinizin farkına varınİşte istediğiniz hayat için birkaç ipucu...1- Hayal kurun: Hayal kurmak duygusal dünyanızı canlandıracaktır.2- Hayallerinizin en uygulanabilir olanını seçin ve hedef haline getirin: Hayal kurmak zevk içindir, hedefler gerçekleştirmek için.3- Hedefinizi küçük adımlara ayırın: Küçük işleri başarmak daha kolaydır.4- Duygularınızın esiri olmayın: Olumsuz duygularınız sizi hedefinizden şaşırtacaktır. Duygularınızı fark edin ve mantıklı düşünmeye çalışın. 5- Denemekten asla vazgeçmeyin: “Hayır” cevabı almak birçoğumuzu üzer ama Hayır’la yaşayamaz mısınız? Hayır, cevabı almamak için denemekten vazgeçmeye değer mi?6- Sıkıcı görevlerde bile olumlu bir yan arayın: Sevmediğiniz görevlerden bile öğrenecek yeni bir şeyler olduğunu unutmayın. Bunları eğlenceli hale getirmek sizin elinizde.Kavanozdaki Pire olmayın. Kendi değerinizin farkına varın. Kendinizi gerçekleştirmek sizin elinizde.
Herkese merhaba,Üniversite sınavı bitti. Şimdi öğrenciler geleceklerini belirleyecekleri seçimlerini yapıyor. Ekonomi durgun. İşini kapatmak zorunda kalanlar var. Çalışanların üzerinde de bir gerilim var. Yeni mezunlar iş bulmakta zorlanıyor. Aile bütçeleri daralıyor. Çoğu insan tatile çıkamıyor. Trafik insanı zorluyor. Tabii bütün bunların sonucunda toplumsal bir stres hakim ülkemizde. Özellikle İstanbul’da yaşayanlar dikkat: İstanbul Avrupa’nın en stresli dördüncü metropolü.Eğer şartlar böyle devam edecekse stresle baş edebilmemiz lazım. Yoksa panik bozukluk, depresyon ve öfke kontrol bozukluğu gibi psikolojik rahatsızlıklar peşimizi bırakmaz.İşte size stresle baş edebilmeniz için birkaç ipucu ve yöntemStresinizin kaynaklarını tespit edin: Günlük yaşamınızda sizi gerginleştiren kişileri ve durumları listeleyin. Değiştirebilecekleriniz için çözüm üretin. Değiştiremeyeceklerinize de bakış açınızı değiştirmeye çalışın. Unutmayın bizi etkileyen şeyler olaylardan çok olaylara nasıl baktığımızdır.Kendi kendinize dur deyin: Sinir sistemimiz için stres demek tehlike demek. Stres anında vücut alarma geçiyor. Terleme, titreme, ateş basması, kalp çarpıntısı, bacak sallama, kasılma gibi fiziksel belirtiler ortaya çıkıyor ve beyne giden oksijen azalıyor. Bu sebeple mantıklı düşünemiyoruz.Bu belirtilerin stresten kaynaklandığını fark edebilmek ve beynimize komut verebilmek çok önemli. Kendi kendinize “korkacak bir durum olmadığını “ tekrar edebilirsiniz.Düşüncelerinizi ve duygularınızı fark edin: Yaşadığımız olaylar sonucunda aklımızdan geçen şeylere düşünce denir. Duygularımız ise düşüncelerimize verdiğimiz tepkilerdir. Birçoğumuz sebepsiz yere kendimizi kötü hissederiz.Tabii ki hiçbir şey sebepsiz değildir. Duygularımız sebep olan düşünceleri fark edebilirsek onları değiştirebiliriz ve kendimizi daha iyi hissedebiliriz. Mesela erkek arkadaşınızdan telefon bekliyorsunuz ama aramadı. Siz arıyorsunuz ve telefonu kapalı: Bu olay karşınızda ilk olarak korku, endişe ve kızgınlık gibi duygular hissedeceksiniz. Oysa bu duygulara sebep olan şey aslından düşüncenizdir:”Kesin başka bir kızla birlikte”. Bunu fark edip düşüncenizi “Şarjı bitmiştir” diye değiştirirseniz hiçbir şey hissetmezsiniz.Diyaframdan nefes alın ve güzel hayaller kurun: Diyafram nefesi almak beyninizin boşalmasına yardımcı olacak ve sizi sakinleştirecektir. Önce derin bir nefes alın ardından üç küçük nefes. Nefeslerini 3 adımda alın ve 5 adımda verin. Her gün sabah-öğle-akşam 5’lik setler halinde bunu yapabilirsiniz. Nefesleri alırken en huzurlu hissettiğiniz yerin hayalini kurun. Bu da bir süreliğine sizi huzurlu hissettirecektir.Gözlerinizi sağa sola hareket ettirin: Stres anında sağ beyinde büyüme oluyor ve sol beyinden sağ beyine geçişlerde azalma oluyor. Yani mantık ve duygular arasındaki bağlantı kopuyor ve biz sadece duygularımızla hareket etmeye başlıyoruz. 25 kere gözleriniz sağa sola hareket ettirirseniz mantığınız yeniden devreye girecektir ve stresle baş edebilme olasılığınız artacaktır.Günlük ruh bakımınızı ihmal etmeyin: Küveti doldurup yatmak, arkadaşlarla sohbet etmek, spor yapmak, sabah kalkınca komik videolar izlemek, hobilerimizi yapmak, düzenli uyku ve dengeli beslenme ruhumuzu ve bedenimizi olumlu etkileyen aktivitelerdir. Bazen günlük hayatın telaşıyla kendimizi unutabiliyoruz. Ancak şunu unutmayalım ki ruhumuzu beslemezsek ve bedenimize iyi bakmazsak hayatımız daha da olumsuz olacaktır. Biz iyi hissettiğimiz sürece stresle de daha rahat baş edebiliriz.Hepinize stressiz bir bayram dilerim.
Evlenen her 10 kişiden 4’ü ilk 5 yıl içinde boşanıyor. Bu kararı vermeden önce ilişkinize göz atın.Her yıl Türkiye’de 600 binin üzerinde kişi evleniyor. Evlenen her 10 kişiden 4’ü ilk 5 yıl içinde boşanıyor. Diğerleri ise kimi zaman boşanma nın eşiğine gelip evliliğini kurtarmaya çalışıyor. Boşanma aşamasına gelen birçok hastam var. Gördüğüm hastaların problemlerinin başında aldatma geliyor. Bunu; çiftler arası iletişimsizlik, cinselliğin azalması ve sosyal medya kıskançlığı takip ediyor. İşte size köprüden önce son çıkışı yakalamanız için bazı ipuçları...AldatmaAldatma en sık karşılaştığım boşanma sebepleri arasında. Her üç boşanmanın 1’i erkeğin aldatmasından kaynaklanmakta. Kadının aldatma oranı ise erkeğe göre daha düşük. Erkeğin başlıca aldatma sebebi dürtüsellik. Kişi bir anlık zevk uğruna uzun süredir devam eden evliliğini yok sayabiliyor. Diğer bir sebep ise özgüven eksikliği. İlişkilerde çiftlerin birbirine özensiz davranmaları sonucu erkek kendi egolarını besleyen kişilere kayabiliyor. Kadın ise intikam ve ilgisizlik sonucu aldatıyor.Aldatmayı önlemek için ilişkinize özen gösterin. Uzun zamandır evli olsanız bile birbirinize iltifat etmeyi ve onu sevdiğinizi söylemeyi ihmal etmeyin. Birbirinizin olumlu yönlerini ortaya çıkarın. Böylece egolar beslenecektir. Ayrıca her iki tarafın da hoşuna giden yeni aktiviteler yaparak ortak paylaşım alanları yaratın. Böylece beraber keyif alma duygusunu yeniden tadacaksınız. En son ne zaman fonda slow müzik mum ışığında bir yemek yediniz? Cinsel hayatınıza da özen gösterin. Eğer bu konuda sorun yaşadığınızı düşünüyorsanız bu durumu kabullenip konuşun. Cinsel hayatınızı renklendirin.İletişimsizlikÖzellikle ülkemizde küçük yaşlardan beri çoğumuza karşı tarafı kırmamak için aklımızdan geçenleri söylemememiz gerektiği öğretiliyor. Doğal olarak ilişkilerimizde de aynı alışkanlık devam ediyor. Bir şeye kızınca çözüm bulmak yerine ya susuyoruz ya da içimize attıklarımızın birikimi sonucu öfke patlamaları yaşıyoruz. Sonuç olarak da huzursuz oluyoruz. Peki sağlıklı iletişim bu mu sizce?Sağlıklı iletişimin ilişkinin temeli olduğunu unutmayın. Örnek verecek olursak yemek masasında eşinin telefonuna bakmasından rahatsız olan eş bu durumu şöyle ifade edebilir: gün birbirimizi göremiyoruz ve seni özlüyorum. Yemek yerken telefonla ilgilenmen beni üzüyor. Bunun yerine sohbet edersek daha iyi vakit geçireceğimize inanıyorm.İnanın bu tip ifadeler hayatınızı olumlu yönde değiştirecek. Ayrıca eşinizin sevdiğiniz yönlerini de dile getirmeyi ihmal etmeyin. Her 5 olumlu cümle karşısında 1 olumsuz cümle kurabilirsiniz.Sosyal medya kıskançlığıGünümüzün en büyük kıskançlık sebebi sosyal medya. Çiftlerin instgram listelerindeki karşı cinsten takipçileri, eşle fotoğraf koymamaları, ilişki durumunu güncellememeleri ve fotoğraflara bilinmeyen kişilerden gelen yorumlar evli çiftleri büyük kavgalara sürüklüyor. Bu kavgalar da boşanmaya yol açabiilyor.Size tavsiyem; şeffaf olun! Eşinizin sosyal medya hesaplarınız hakkında sorduğu sorulara cevap verin. Gizlilik ayarlarınızı tekrar gözden geçirin. Hesaplarınızı herkese açık yapmayın. Eşinizin sizden bu konuda ne beklediğini sorun ve ona göre dasvranmaya çalışın. Unutmayın sizin gerçeğiniz eşiniz ve onla kurduğunuz hayatınız. Sosyal medya hesapları ise sanal gerçeklik. Hiçbir sosyal medya hesabı eşinizden değerli değil.İlişkinin en başından itibaren birbirine özenli davranıp şeffaf olan çiftler genellikle boşanma kelimesinin yanından bile geçmiyor. Ancak boşanmayı düşünüyorsanız yalnızca bir tarafın çabası evliliği kurtarmaya yetmiyor. Her iki taraf da bunu istemeli. Ancak o zaman köprüden önce son çıkışı yakalayabilir ve yıpranmış ilişkinizi yeniden canlandırabilirsiniz.
Herkese Merhaba,Bugünkü yazımda çağımızın sorunu olan “Güzellik Takıntısı”ndan bahsedeceğim.Öncesinde gelin birlikte mini bir test yapalım. Aşağıdaki 3 durumu ne kadar sıklıkla yaşadığınızı (0) “Hiç” ve (3) “Her zaman” olacak şekilde puanlayın:- Uyanır uyanmaz vücudumdaki kusurları inceliyorumHiç(0) Bazen(1) Sıklıkla(2) Her zaman(3)- Bu kusurları düzeltmenin yollarını araştırıyorumHiç(0) Bazen(1) Sıklıkla(2) Her zaman(3)- Kusurlarım gün içinde aklıma geliyor ve bundan dolayı üzülüyorumHiç(0) Bazen(1) Sıklıkla(2) Her zaman(3)3 sorunun toplamından 5 ve üzeri puan almışsanız siz de büyük olasılıkla “Güzellik Takıntısı”na yakalanmışsınız demektir.Günümüz dünyasında güzel olmak artık bir zorunlulukmuş gibi lanse edilmekte. Hepimizin burnu küçük, dudakları dolgun ve göğüsleri dik olmalı. Yüzümüzde bir kırışıklık bile olmamalı. Eğer böyle bir görüntüye sahip değilsek toplum tarafından kabul edilmeyecekmişiz gibi hissediyoruz. Çalışan kadınlar maaşlarının büyük bölümünü botoks ve dolgu gibi operasyonlara ayırmakta. Ev kadınları altın günü yerine estetik günleri düzenlemekte. Görüldüğü gibi toplumda estetiğin yeri bir hayli değişti. Türkiye estetik yaptırma konusunda dünyada 9. sırada yer alıyor. Ülkemizde en çok göğüs büyütme, göz kapağı kaldırma, yağ aldırma ve burun ameliyatları yapılmakta. Ameliyatsız operasyonlarda ise botoks ve dolgu en yaygın olanlardan.Kaldı ki insanların güzel görünme çabası sadece estetikle sınırlı değil. Günümüzde bunun için en çok kullanılan araçlardan biri de sosyal medya filtreleri. Olduğundan iki beden ince, bembeyaz dişli, bronz tenli… Aynı tipte bir sürü yapay fotoğrafla doldu Instagram.Güzel olabilmek hayatımızın en önemli meselelerinden biri haline geldi. Bu uğurda benliğimizden uzaklaştık. Peki bu güzel görünme çabası sizce niye?Statü:Estetik yaptırmak artık bir statü göstergesi haline geldi. Eskiden sadece zenginlerin yaptırabildiği bu operasyonları artık dar gelirliler de rahatça yaptırabiliyor. Bu sayede kişiler kendilerini daha güçlü ve statüsü yükselmiş hissediyor.Halbuki bilgi, kültür ve yeteneklerimizle de gayet güçlü görünebileceğimizi kendimize hatırlatabiliriz.Sosyal uyum:Toplum olarak herkes gibi olmak istiyoruz. Eğer farklı olursak istenmeyeceğimizi düşünüyoruz. Bu sebeple biz de başkalarıyla aynı yüzlere hatta mimiklere sahip olmayı tercih ediyoruz. Ancak unutmayın ki özgün olmak da bir trend.Kendimizi olduğumuz gibi kabul etmenin önemini kendimize hatırlatarak herkes gibi olma endişemizi ortadan kaldırabiliriz.Özgüven eksikliği: Yaradılış olarak çoğumuz olumsuzluğa odaklanmaya meyilliyiz. Biraz büyük bir burnumuz veya selülitimiz olabilir. Yeterince kaslı olmayabiliriz. Ancak bunlar dışında bizi biz yapan birçok olumlu özelliğimiz var. Mesela karakterimiz… Olumlu yönlerimizi kendimize hatırlatarak özgüvenimizi artırabiliriz.Sosyal medya: Eskiden mankenlere nadiren sokakta rastlardık ya da bazen onları televizyonda izlerdik. Bugün ise sürekli Instagram’da görüyoruz. Bir süre sonra onları normal; kendimizi de kusurlu bulmaya başlıyoruz. Oysa onlar mesleği gereği kusursuz görünmek zorundalar. Bizim öyle bir zorunluluğumuz yok.Mankenler gibi görünmek zorunda olmadığımızı kendimize hatırlatarak güzellik endişemizi ortadan kaldırabiliriz.Güzellik takıntısı aynı zamanda depresyon, yeme bozuklukları ve sosyal fobi gibi bazı psikolojik sorunlara yol açabiliyor.Artık güzel görünme isteğinizin altında yatan nedenleri ve bunlarla nasıl baş edebileceğinizi düşünmeye başladınız. Güzellik Takıntısı’nın önüne geçmek ve hayatınızı daha mutlu yaşamak artık sizin elinizde. Eğer bu süreçte zorlanırsanız bir psikologdan destek almanızı tavsiye ederim.
Millet olarak hayır demeyi bilmiyoruz. Biliyorum zor olacak ama hayır” diyebilirsiniz, işte yolları...Herkese Merhaba, ben Psikolog Serra Gerşon Nahmias. Bugünkü yazım çoğumuzun kullanmaktan çekindiği “HAYIR” kelimesiyle ilgili…Çevrenizdekileri mutlu etmek için istemediğiniz şeyleri yapıyor musunuz? Bu yüzden kendi programınızı değiştiriyor musunuz? Bu durumla çok sık karşılaşıyor musunuz? Peki bu sebeple kendinize kızıyor musunuz? Bütün bu sorulara cevabınız “EVET” ise; siz de “HAYIR” diyemeyenlerdensiniz!“HAYIR” diyebilmek çoğumuzun son zamanlarda fark ettiği yine de kullanmaktan çekindiği bir seçenek. Kişiliğimizi ortaya koyabilmenin, sınırlarımızı çizebilmenin, kendi tercihlerimizi ön planda tutmanın önemini yeni yeni anlamaya başladık. Türk toplumuna göre “HAYIR” demek bencillik anlamına geliyor. İnsanın kendisini düşünmesi olumsuz olarak algılanıyor. Aslında öyle değil. Kişinin kendi ihtiyaçlarını ön planda tutması psikolojik sağlığı için çok önemli…“HAYIR” kelimesi neden olumsuz duygular çağrıştırıyor sizce? Çünkü biz “HAYIR” denilince sevilmediğimizi ve değer verilmediğimizi düşünüyoruz. Başaklarının bizimle vakit geçirmesini ve bizi hayatlarında tutmak istemelerini evet koşuluna bağlıyoruz.Hepimizin “HAYIR” demeyi kolayca başardığı bir dönem var aslında. 2. Yaşımız! Bireysellik kazandığımız ancak süper egomuzun hala tam olarak gelişmediği bir dönem. Yani toplum baskısından uzak olduğumuz bir dönem... 2 yaşındayken “HAYIR” dersem yalnız kalırım, beni sevmezler gibi korkularımız yok. O dönemde “HAYIR” derken tek amacımız birey olduğumuzu çevremizdekilere kabul ettirmek.“HAYIR” derken zorlanmamızın diğer bir sebebi de “insanlar bizi sevmez, bize değer vermez” düşüncelerimizin yalnızlık korkumuzu tetiklemesi. “Yalnız kalırsak ne yaparız?”, “Bu durumla nasıl baş ederiz?” gibi endişelerimiz ortaya çıkıyor. Çoğumuz bilinç düzeyinde bu düşünceleri fark etmesek de bilinçaltımız “HAYIR” kelimesiyle ilgili bize bu mesajı veriyor.Şimdi gözlerinizi kapatın. Çevrenizi, bilinçaltı korkularınızı yok sayın ve istemediğiz şeylere “HAYIR” dediğinizi hayal edin. Kendinizi daha özgür hissetmiyor musunuz? Başkaları için ertelediğiniz programınızı canınız isteyince yapabilmek, iş arkadaşınızın zamansızca gelen bir isteğini geri çevirebilmek, arkadaşınız kırılmasın diye yorgun hissederken sokağa çıkmamak sizde de bir hafiflik hissi uyandırmıyor mu?Haklısınız zor olacak ama “HAYIR” diyebilirsiniz. İşte size “HAYIR” diyebilmenin yolları:“HAYIR” kelimesinin hayatınıza getireceği artıları düşünün: Eğer istemediğiniz bir şeye hayır diyorsanız kendi isteklerinize öncelik veriyorsunuz demektir. Yani yaptığınız tercih sonucunda mutlu olacaksınız.“HAYIR” diyememenin bugüne kadar hayatınıza getirdiği sıkıntıları düşünün: Bugüne kadar programınızı, isteklerinizi yani hayatınızı başkaları için ertelediniz. Artık buna vaktiniz yok. Kendi hayatınızı yaşamaya başlayabilirsiniz.“HAYIR” demeye çekindiğiniz an aklınızdan geçen düşünceyi fark edin: Aklınızdan geçen düşünceyi fark ederseniz yerine alternatifini koyabilirsiniz. Reddettiğiniz iş arkadaşınızın sizinle küseceğini düşündüğünüz anda ona daha önce birçok kez yardım ettiğinizi hatırlayın. Bu şekilde suçluluk duygunuz azalacaktır.Karşınızdakine kibarca da “HAYIR” diyebileceğinizi kendinize hatırlatın: “Kusura bakma”, “Bir dahaki sefere” gibi başlayan cümleler olumsuz bir durumu olumlu bir beklentiye çevirir. Mesela çok yorgunsunuz ve bir arkadaşınız sizinle yemeğe çıkmak için ısrar ediyor. O’na şu cevabı verebilirsiniz: “Kusura bakma bu gece çok yorgunum ama yarın için rezervasyon yapabilirim.”“HAYIR” deme korkunuzla baş edin: “HAYIR” cevabının getireceği olumsuz düşünceler ve duygular sizi korkutuyor. Ancak korkuyla baş etmenin tek yolu onun üstüne gitmektir. Ertelerseniz bu korkunuz giderek artar.Bu tavsiyelerimi uyguladığınız zaman “HAYIR” derken daha rahat hissedeceğinizi göreceksiniz.Sorularınız için serragerson@gmail.com adresime e-posta gönderebilirsiniz.
Sevgili anneler ve babalar;Karneler verildi. Artık çocuğunuzla beraber geçirebileceğiniz uzun bir tatil sizi bekliyor. Hazır bolca vaktiniz varken çocuğunuzun içsel motivasyonunu artırabilmeniz için size birkaç ipucu vereceğim.Hiç çocuğunuz yemek yemek istemediğinde “Yersen sana çikolata vereceğim” dediniz mi? Ya da “Ödevini bitirirsen sana oyuncak alacağım” veya “Oyuncaklarını toplarsan tabletini vereceğim” Yani çocuğunuzun yapmak istemediği şeyler için ona rüşvet teklif ettiniz mi?Eminim çoğunuz “Evet, ben rüşvet teklif ediyorum!” diyorsunuz. Haklısınız da... Bugüne kadar size öğretilen yöntemleri siz de çocuğunuza aktarıyorsunuz. Ancak çocuğunuza istemeden zarar verdiğinizi biliyor muydunuz?Ne zararı dediğinizi duyar gibi oluyorum. Size bunu Amerika’da Rochester Üniversitesi’nde yapılan bir deneyle açıklayabilirim:Deneyde üniversite öğrencilerinden yapboz yapmaları istenmiş. Yapbozu doğru tamamlama karşılığında 1 dolar ödül konmuş. Öğrenciler yapbozu tamamlamış. Ertesi gün deney bu sefer ödül olmadan tekrar edilmiş ve öğrencilerin yapbozu tamamlamak için çaba göstermediği fark edilmiş. Yani öğrenciler başta konan ödül yüzünden ikinci gün içsel motivasyonunu kaybetmiş. Başarılı olabilmek için dış bir gücün yardımına ihtiyaç duymuş.Bundan nasıl bir sonuç mu çıkarmalıyız? Ödül geçici bir motivasyon aracıdır. Önemli olan kişinin içindeki gücü bulmasıdır.Çocuklara davranışları için ödül vadetmek içsel motivasyonu öldürmekte; çocukları ileriki yaşlarda talepkar, sorumluluk duygusu bilmez, karar almaktan aciz, beklenti içinde olan bireylere dönüştürmektedir. Çocukların stresini arttırmakta ve ödül almadığı zaman çocukta “yanlış bir şey yaptım”, “cezalandırılıyorum” düşüncelerini oluşturmaktadır.Ödülü hiç kullanmayın demiyorum. Uzun yolculuk ve aşı yaptırmak gibi birçok çocuğun sevmediği ama zorunlu olan istisnai durumlarda masum rüşvetler verebilirsiniz.Peki… Çocuklarda içsel motivasyon nasıl artırılır? Koşulsuz sevin: Ödül demek koşul demek. Olumlu bir davranış sonucunda verilen karşılık demek. Eğer çocuğunuzu koşullu bir şekilde yetiştirirseniz onun beyninde “sevilmek için başarılı olmalıyım”, “sevilmek için doğru davranmalıyım” gibi oldukça stres verici düşünce kalıpları oluşturursunuz. Hatta ileriki yaşlarda başarısız olduğu durumlarda çocuğunuzun depresyona girme olasılığı artar.Sebep belirtin: Çocuğunuzun da “düşünebildiğini” unutmayın. Ondan beklediğiniz davranışın nedenini açıklayın. Mesela sakızını yere atan bir çocuğa bu davranışı sonucunda sakızın kuşların gagasına yapışacağını ve yemek yiyemeyeceklerini anlatın. Sebepleri davranış kalıbı yerleşinceye kadar bıkmadan tekrar edin.Çocuğunuzun odağını değiştirin: Çocuğunuza hayattaki amacının başkalarıyla yarışmak değil kendisini geliştirmek olduğunu hatırlatın. Örneğin; “çok çalışmalıyım”, “sınıf birincisi olmalıyım” diyen çocuğunuzu; “çok çalışmalısın çünkü öğrendiklerin kültürünü artıracak” diye düzeltebilirsiniz.Başarılı olması için fırsat yaratın: Çocuğunuza biraz uğraştığında gerçekten başarılı olacağına emin olduğunuz bir görev verin. Çocuğunuz başarınca onu çabası için tebrik ve takdir edin. Böylece onun kendine güvenini ve motivasyonunu artırmış olacaksınız. Konuşun: Çocuğunuzla yaptığı görev hakkında konuşun. Mesela çocuğunuz ödevini yaptıktan sonra ona ödevde en zorlandığı kısmı ve en sevdiği yanı sorun. Bu şekilde çocuğunuzun farkındalığını arttırıp; ona zorluklarla baş edebildiğini göstereceksiniz. Böylece çocuğunuzun içsel motivasyonu artmış olacak.Unutmayın! Çocuğu ödülle eğitmek; kolaya kaçmak demektir. Ödül vermek yerine çocuğunuzla gerçekten ilgilenin, onunla konuşun ve onun içindeki gücü ortaya çıkarmaya çalışın. Bu konuda kendinizi yetersiz hissediyorsanız bir psikologtan destek almaya çekinmeyin.
Herkese merhaba,Ben Psikolog Serra Gerşon Nahmias. Bugünden itibaren artık bu köşede hepimizin ortak sorunlarını ve bunların çözümlerini sizinle paylaşacağım. Umarım paylaştıklarım herkese faydalı olur.Hayatta nelerden zevk alıyoruz? Bunu hiç kendinize sordunuz mu? Şimdi düşündüğünüzde; eminim birçoğunuz arkadaşlarımla vakit geçirmek, hobilerimi yapmak, tatile gitmek gibi şeyler getirecek aklına...Oysa gerçek şu: ZENNA Araştırma Şirketi’nin verilerine göre toplumun yüzde 80’inin en keyif aldığı aktivite internette gezinmek. Peki, en çok iletişimde bulunduğunuz şey ne! Kişi diyemiyorum. Çünkü maalesef gün içinde en çok akıllı telefonlarımızla iletişim halindeyiz. Bir de şöyle acı bir gerçek var… Türk toplumunun yüzde 80’i eşi veya sevgilisiyle beraberken mutlaka akıllı telefonunu birkaç kez kontrol etmekte. Peki, bu eşler arası iletişimi kötü etkilemez mi sizce de?Çoğumuz eşimizle sohbet ederken whatsapp gruplarından gelen mesajlara cevap veriyoruz. Eşimizle yemeğe çıkmışsak açlıktan ölüyor olsak bile yemekten önce yemeklerin fotoğraflarını Instagram’a koyuyoruz. Bir yere gidince sanki görevimizmiş gibi insanlara hem yerimizi bildiriyoruz hem de onlarla mutluluk pozları paylaşıyoruz. Kaç kişi beğenmiş acaba diye kontrol edip duruyoruz; özel zamanımızdan çalıyoruz.Her ne kadar farkında olmasak da bu durum artık bir bağımlılık haline gelmiştir ve her bağımlılık gibi bu bağımlılık da eşler arası iletişimi oldukça olumsuz etkilemektedir.Telefonlarımızı ve sosyal medyayı tabii ki hayatımızdan çıkartamayız; ancak kontrolünü elimize alabiliriz. Her bağımlılıkta olduğu gibi bunu kontrol etmek için gereken güç BİZDE!Nasıl önlemler alabiliriz?Zaman belirleyin: Bir aradayken telefonlarınıza hiç bakmayacağınız, bütün teknolojik aletlerden uzak duracağınız; yalnızca birbirinize odaklanacağınız bir zaman dilimi belirleyin. Çiftler bir araya geldikleri zaman ilk iki saati sadece birbirlerine odaklanmaya ayırabilirler.Bırakın sadece sizin olsun: Özel hayatınızı, nereye gittiğinizi, yediğinizi, içtiğinizi herkesle paylaşmak zorunda değilsiniz. Bırakın o zaman sadece sizin olsun. Başkaları bilmese de, onaylamasa da siz keyifli vakit geçirebilirsiniz. Bunu kendinize hatırlatın. Anın tadını çıkarın.Telefon bağımlılığının asosyalliğe sebep olduğunu unutmayın: Bağımlılıkların sosyalleşmeyi olumsuz etkilediği bilimsel olarak kanıtlanmış bir gerçektir. Öncelikle böyle bir bağımlılığınız olabileceğini kabul edin. Çevrenizden gelen; sürekli telefonuna bakıyorsun, beni dinlemiyorsun gibi şikâyetleri dikkate alın ve kendinizi kontrol etmeye çalışın.Whatsapp mesajlarına hemen cevap vermek zorunda değilsiniz: Bu mesajlar size her zaman gelecek ve anınızı her zaman sabote edecek. Bu noktada bir seçim yapmak zorundasınız. Sizin için partnerinizle kaliteli vakit geçirmek mi daha önemli; yoksa telefonunuza bakmadığınız sürece kimden geldiğini bile bilmediğiniz mesajları cevaplamak mı?İşte çiftlerin akıllı telefonlarla alakalı şikâyetleri:Akşam yemeği sırasında benle sohbet edeceğine whatssapp gruplarından gelen mesajlara cevap veriyor.Özelimizi sürekli sosyal medyada paylaşıyor.Onla sohbet ederken eninde sonunda telefonunu kullanarak bana bir şeyler gösteriyor.Grupça çıktığımızda sohbete katılacağına telefonuyla oynuyor.Geceleri yatağa telefon, tablet ve bilgisayar sokmayın: Yatağa bu aletleri sokmak sizin ve eşinizin uyku kalitesini düşürür ve cinselliği olumsuz yönde etkiler. Ayrıca sadece eşlerden biri teknolojik aleti yatağa sokuyorsa diğer eş saygısızlığa uğradığını düşünebilir ve değersiz hissedebilir. Yatak sizin özel alanınız, telefonla ilgileneceğinize eşinizle ilgilenin.Bu önlemlere rağmen ilişkiniz hala düzelmediyse bir psikologtan destek almanızı öneririm. Sorularınız için bana www.serragerson.com adresinden ulaşabilirsiniz.