Zaman zaman dokunduğum bir şeyin, sadece benim hatırladığım bir geçmişle canlanmasına
bayılırım...
O yüzden bazı akşamlar sandıkları, kutuları,çekmeceleri açıp içlerinde neler biriktirmişim diye bakarım...
Sevdiğim bir müzik koyup telefonumu kapatıp kendi geçmişime dalarım...
Her şey başka başka fısıldar bana...
Dağınık bir yumak gibi çeşit çeşit
düşünce, birbirinden kopuk, birbirinden ayrı renklerde, mahmur bir urangaçlıkla bir görünüp bir kaybolur içimde.
***
İşte geçen gecelerden birinde de çocukluk resimlerimi çıkardım kutudan...
Benim o çocuk olduğuma şaşırdım önce...
Geçmiş ne tuhaf şey, hatırlamıyorsun aslında, sadece olduklarını biliyorsun o kadar...
Bir zamanlar çocuk olduğunu biliyorsun ama o çocukluğun içine saklanan binlerce ayrıntıyı unutuyorsun… Binlerce duyguyu unutuyorsun.
Sonra resimlerini açıp baktığında, o ayrıntılar, o duygular canlanıyor, hafızanın derinliklerinde gizlendikleri yerlerden silkinip çıkıyorlar. O ayrıntılardan, o duygu kırıntılarından yeniden çocukluğunu kuruyorsun zihninde.
***
Fotoğraflara bakarken Çocukluğumda her şeyin sır olmasını sevdiğimi hatırladım ... İçinde sır olmayan hiçbir macera heyecanlı olmazdı çocukken, öyle değil mi?
Gerçi büyüdükçe, içinde saydamlığın, gerçeğin olmadığı hiçbir şeyin heyecanlı olmadığını da anladım...
Elimde çocukluk resimlerim, sırları
gerçekleri, saklananları, aşkı düşündüm uzunca..
Bugün yaşadıklarımız da gelecekte geçmişin sırları arasına eklenecek...
Bu geceyi, çocukluk resimlerime baktığımı da unutacağım.
Belki de bu geceden bir anıyı çocukluk fotoğraflarıyla birlikte kaldırıp, ileride bir gün bu gecenin anısı olarak başka bir geceye katacağım...
***
İnsan ne kadar yaşamış sayılır diye düşünüyorum şimdi...
Hatırladığı kadar mı?
Hatırlamadıklarımız, yaşanmış
sayılmaz mı?
Unutulacak kadar önemsizse “yaşanmamış sayılanların” arasına mı katılır?
Yoksa, unuttuklarımızdan da bize, biz bilmesek bile bir şeyler kalır mı? O kalanlar da, bizi biz yapanlara dahil midir?
***
Çocukluğumuzdan unutulmuş bir kahkaha ya da unutulmuş bir üzüntü, bizim bir parçamız mıdır?
Yoksa o, artık “biz” olmayan bir
çocuğa ait önemsiz bir hatıra mıdır?
Şu resimdeki bisiklete ilk bindiğim gün duyduğum heyecan, öbür resimdeki eski arkadaşla yapılan birtartışma, diğer resimdeki eteğe çay döktüğüm gün duyduğum üzüntü… Bütün bu unutulmuş minik duygular, bu unutulmuş anı kırıntıları, bizim hayatımızın mimarisine, duvarlarına, kolonlarına kendilerinden bir şeyler kattılar mı?
***
Geçmişte yaşananların hangileri,
bizim bugünümüzü de belirleyen olayların arasına katıldı,bunu bugün bilmek mümkün değil sanırım.
Ama o eski, kırık, solgun anıların resimlerine bakmayı seviyorum.
Sadece benim bildiğim bir kayıp diyarın haritası var onlarda.
O haritanın içinde dolaşıyorum arasıra. Bazen üzüntüyle, bazen sevinerek.
Sonra onları kutularına koyup yeniden unutuyorum.
O “çocuk, o kutularda bensiz yaşamayı sürdürüyor.
Bir gün onlara artık kimse bakmayana kadar da yaşayacak.
Bir gün bir daha kimse o resimlere bakmadığında, o çocuk, o zaman silinip ayrılacak dünyadan.
Ama kimbilir belki bir bakan çıkar arkamızdan...