‘Neden biz böyleyiz?’

10 Mart 2015

Söz fetişizmi bizim toplumumuzda çok yaygın bir hastalık…Siyasi nutuklar, ‘sert sözler’, televizyon tartışmaları, gazete köşeleri, laf boyutunu aşamayan içeriksiz politik tartışmalar, günlük hayatın içindeki her türlü tartışma daima hayatın kendi gerçeğinden daha fazla öne çıkıyor bizim gibi toplumlarda.Genellikle olayın bütünüyle değil de küçücük bir parçasıyla ilgileniyoruz biz... Bugünkü bitmeyen şikayetlerimizin altında yatan temel çarpıklıklarla, sistemin özündeki bozuklukla, bu bozuklukları değiştirmek için acilen yapılması gereken değişikliklerle asla ilgilenmiyoruz.***Kimlerin birbirine küfür ettiği, insanların birbirine sarf ettiği ‘sözler’, düşmanlık, yalan, bizim yaşamımızın zevk veren özellikleri…Küçük bir parçanın, bütününden daha önemli duruma geçmesi fetişizmin temel özelliğidir. Ve fetişist insanlar gibi fetişist toplumlar da vardır.İşte biz de tam oyuz sanki...Küçük bir ayrıntıya takılıp bütünü bir kenara bırakmayı, yalnızca o ayrıntıyı konuşmayı, o ayrıntıyı tartışmayı, sadece o ayrıntıyla ilgilenmeyi kendimizi ‘ öldürmek’ pahasına göze alıyoruz.***Geçen gün konuşurken arkadaşım sordu, ‘niye biz böyleyiz?’O kadar gerçek ve içten bir soruydu ki bunun cevabını pek düşünmediğimizi fark ettim...Niye biz böyleyiz gerçekten?Niye söz fetişizminin bizi çıldırtan zevki içinde, yaşamın bütününü bir kenara bırakıyoruz.Küçücük parçasıyla ilgileniyoruz.Hem de o küçük parçayla ilgilenirken, yaşamın bizi bırakıp gidebileceğini hiç düşünmeden…***Sanırım bunun cevabı bizim toplum olarak üretememizde…Hep ürettiğinden fazlasını harcayan ve buna alışan bir toplumuz. Üretim böyle düşük olunca, toplum hak ettiğinden fazlasını istemeye alışınca, burada gerçek bir ‘hak’ mücadelesi de olmuyor. İnsanlar haklarını istemek için somut mücadelelere girmiyor.*** Hak edilmemiş paranın ‘dağıtımı’ da devletin elinde olunca, devleti ele geçirmek için bir itiş kakış başlıyor.Bu çarpık yapıyı değiştirmek için değil, bu çarpık yapının başına geçip nemalanmak için kavga ediliyor.***Kavga ‘hak’tan kopunca da, gerçek sorunlar yerine sözler ortaya çıkıyor. Herkes, diğerini yanına çekip devleti ele geçirmek için sözleri bir silah gibi kullanıyor. Söz fetişizminin buradan kaynaklandığını düşünüyorum doğrusu.***Bir gün bu ülke gerçekten üretirse…Toplam üretiminin, Apple şirketinin tek başına sahip olduğu değere denk geldiği bu acıklı durumdan çıkarsa… O zaman herhalde gerçek tartışmalar başlayacak. Konuşanlar, devleti ele geçirip paraları paylaşmak için değil, haklarına sahip çıkmak ve sorunları çözmek için konuşacak.

Devamını Oku

Kötülük korkaktır, cesaretten korkar!

7 Mart 2015

Bugünlerde kötülük, üstelik zekasız bir kötülük yine hayatlarımızı işgal etmiş durumda...Bu ülkenin, bu hayatın bizim olduğunu bilen, bu ülkede söz hakkının bütün yurttaşlarda olması gerektiğine inanan, kendi ülkemizde üstelik yalanlarla bizi kimsenin korkutmasına izin vermemeliyiz diyen herkes gibi ben de direnmemiz gerektiğine inanıyorum bu kötülüğe karşı...Hayatlarımız işgal altındaysa eğer biz de o işgali kırmalıyız.Bazen kötülüğü şiar edinmiş olanlar öyle utanmazca yalanlar söylüyor ki insan onları olduklarından daha kalabalık ve daha korkutucu zannedebiliyor...Açıkça söylüyorum ki zaman zaman kötülükleri beni dehşete düşürüyor, korkuyorum.Leyla’yı alıp kaçmak istiyorum buralardan.Kötülüğün beni korkutmadığını sanmayın....Korkutuyor...Ama bu kötülüğün yenilebileceğini bilmem beni güçlendiriyor, sakinleştiriyor...***Kötülük, cesaretten korkar.Bir toplumda kötülüğün güçlenip çevresini esir alabilmesi için insanları korkutması gerekir.Kötülüğün kendisinden çok, o kötülüğün yarattığı dehşet havası sindirir kalabalıkları.İnsanlar, “hayır, kötülüğü kabul etmiyoruz” diye ayağa kalktığında korkar kötülük, herkese birden gücü yetmez çünkü.Onun için kötülük korkaktır, hep tedirgindir.***Direnmemiz lazım...Ülkemizi de, hayatımız da bizden çalıp bizi kendi ülkemizde zavallı köleler haline getirmek için uğraştıklarında, sevinçlerimizi çiğnediklerinde, cesaretimizi yok etmeye çabaladıklarında, bizi susturmak istediklerinde, politikacılar kendi ihtirasları için bizden vazgeçtiklerinde, birbirini yok etmek isteyen insanlar etrafta çoğaldığında, utanmazlar birbirini utanmadan desteklediğinde direneceğiz. Bu hayat bizim hayatımız.***Kim, ne haksızlık yaparak bizi korkutmaya çalışırsa çalışsın direneceğiz...En çok korktuğumuzu sandıklarında en çok sesimizi çıkararak direneceğiz... Mutlu olmak isteyerek, özgür olmak isteyerek yeneceğiz onları.Gülümseyeceğiz... Vazgeçmemizi istedikleri ne varsa vazgeçmeyerek direneceğiz..***Gazetecileri korkutarak, öğrencileri yerlerde sürükleyerek, ülkeyi ele geçirenler şahsi intikamları için olur olmaz işler yaparak, düşüncelerini özgürce söyleyenleri hapislere atarak, Türkiye’nin kapılarını tüm dünyaya kapamak isteyerek, hukuku hiçe sayarak, çağdışı anayasalarla, yalanlarla bizi yönetmeye çabalayarak, çıkarları için yarın ‘satacakları’ insanlarla ortaklık kurarak bizi yok etmek isteyenlere karşı dik duracağız...***Bu ülke bizim…Bu hayat bizim…Bunları korumak için direnmek de bizim görevimiz.Biz direndiğimizde kötülüğün nasıl korktuğunu göreceksiniz.

Devamını Oku

Balyoz ve soğukkanlılık...

5 Mart 2015

Balyoz’un sahte ve gerçek belgelerinin bize gösterdiği en büyük gerçek nedir sizce? Bunu sakince ve soğukkanlı bir biçimde konuşalım.Mümkünse adil ve dürüst olmaya çalışın, olmanız zor olsa bile...Ve düşünün, Balyoz sizce gerçekten neyi ortaya çıkardı en çok?Bence, ordumuzun ciddi sorunları olduğunu… Öyle değil mi?***O gerçek belgeler ve içlerine eklenmiş sahte ekler aslında bizi hep aynı sonuca götürüyor...O belgelerin gerçeklikleri tartışılmayan kısımları, yani konuşma kayıtları; hiç çekinmeden kendi vatandaşlarını tutuklamayı, stadlara doldurmayı, hatta belki de öldürmeyi planlayan bir ordu ile karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor.Konuşmalarda “gerçek” isimlerden, “gerçek” makamlardan açıkça söz ediliyor.Hangi askeri “oyunda”, gerçek belediye başkanlarından, onların “irticacı” olduklarından ve onlara neler yapılacağından söz edilebilir?Gelişmiş herhangi bir ülkenin ordusunun böyle bir “tatbikat” yapması mümkün mü?Amerikan Ordusu, herhangi bir ilçe belediye başkanından söz eden bir tatbikat yapabilir mi mesela?Ya da Amerikan ordusunun herhangi bir tatbikatında bir general “New York’un üstüne çökmekten” söz edebilir mi?***Sahte olduğu iddia edilen ekler ise; Türk Silahlı Kuvvetleri’ni zorda bırakmak, hepimizi kandırmak, bundan bir çıkar elde etmek isteyen birilerinin, Donanma Komutanlığı İstihbarat Daire Başkanlığı’nın zeminine bunları gömebildiğini ve ordumuz denen şeyin bunun farkında olmadığını gösteriyor.Çünkü Donanma İstihbarat’tan çıkarılan o belgeler iddia edildiği gibi sahteyse, Türkiye’nin ulusal savunmasının güvenliği apaçık delinmiş demektir, ki bu da inanılmaz bir skandaldır. Ordunun bu konuda bir açıklama yapması gerekir. O belgeleri oraya kimin koyduğunun ortaya çıkarılması ordu için kaçınılmaz bir görevdir.Ama bu konuda ses çıkmıyor.***Belli ki ordumuz bize yalan söylüyor.Belgeler gerçekse de, sahteyse de ordu bizi kandırıyor.Bence, Balyoz’un bize gösterdiği en büyük gerçek bu...***Samimi ve dürüst olmak zaman zaman zor sizin için ama neden orduya gerçekleri açıklaması için sorular sormuyoruz, sormuyorsunuz...Neden, sorunun bir numaralı muhatabı durumundaki ordudan gerçekleri açıklamasını istemiyoruz da belgeleri ortaya çıkaran muhabiri tutukluyoruz?Neden Mehmet Baransu hapiste?Belgeler gerçekse de, sahteyse de, Baransu’nun haberi ordu içindeki bir zaafı ortaya çıkarmış oluyor.Bunun için Türkiye bu muhabire bir teşekkür borçlu değil mi?***Neden bunu soğukkanlılıkla konuşamıyoruz? Neden gazetecileri tutuklamayı, gerçekleri ortaya çıkarmaya yeğliyoruz.Çünkü Balyoz, siyasi bir kavganın ve kamplaşmanın “sembolü” haline geldi.Siyasi iktidar ile ulusalcılar, birlikte bazı suçları saklayabilmek için bir cephe oluşturuyorlar ve gerçeklerin ortaya çıkarılmasını engellemek için gazetecileri tutuklayarak bir korku atmosferi yaratmak istiyorlar.***Bu kavganın ilk kurbanları, bu davanın mağdurları, hukuk safhasında haksızlığa uğrayanları oluyor. Çünkü Balyoz üzerinden süren siyasi kavga, onların durumunu tartışmayı hep geri plana itiyor.***Balyoz konuşmaları orada duruyor.O konuşmadaki sözler çok açık.Belgeler arasında sahte olanlar olsa da çok açık... Sosyal medyada izlediğim Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın bile “dinlediğimde şoka uğradım” dediği konuşmalar bunlar.O konuşmaları, belgeleri, belgelerin hangisinin gerçek, hangisinin sahte olduğunu, sahte olduğu söylenen belgeleri kimin hazırladığını,ordunun neden bir türlü ortaya çıkaramadığını tartışarak başlayalım Balyoz tartışmasına, bunu tartışmak istiyorsak.Belgeleri ortaya çıkaran Baransu’yu tutuklamaktan daha mantıklı ve daha adaletli bir yöntem olmaz mı bu?Ne diyorsunuz?Madem adalet lazım, hadi o zaman...

Devamını Oku

Derbi mi Balyoz mu?

3 Mart 2015

Türkiye’de siyaset ve ekonomi fırtınalar yaşıyor.Mehmet Baransu’nun tutuklanmasıyla birlikte Balyoz tartışmaları yeniden alevlendi.Meclis’te, bütün geleceğimizi etkileyecek bir yasa görüşülüyor.Bütün bunlara değinecek, bu konularda fikirlerimizi söyleyecek zamanımız olacak ama bu hafta sonu Fenerbahçe Galatasaray derbisi oynanacak.Her şeye bi ara verip bu derbiye de bir bakmak istiyor insan.Çünkü oradadan da pek olumlu işaretler gelmiyor.***F.Bahçe’nin başkanı Aziz Yıldırım geçen hafta gündem oluşturmaya yönelik açıklamalar yaptı.Dedi ki;- Normalde konuşmayacaktım ama Merkez Hakem Kurulu’nun açıklamalarını görünce bizimde birkaç söz söylememiz gerektiğini farkettim.- Hakem Özgür Yankaya bir daha bizim stada gelemez. Gelirse o stattan çıkamaz. Bu sözlerim tehdit değil.- Bu hafta bizim maça Hüseyin Göcek’i verirler, haftaya Cüneyt Çakır’ı verirler. Konuşmaya bir başlarsak verecekleri o ceza meza bizi kesmez.- Bak, sahanın ortasına otururum. Bizi zorlamasınlar.- Bu Özgür Yankaya zaten mimli. Antep maçında G.Saray gol atıyor, ayağını sallıyor. Bir önceki sezon Drogba’ya penaltı yok, penaltı veriyor. G.Birliği maçında Kadleç’in ayağı kırılıyordu, bir şey vermedi.- Rakipler sürekli hakemlerle ilgili konuşuyor. Biz hiç maçlardan önce hakemlerle ilgili konuştuk mu, hayır. Hakkımızı arayınca hemen ceza...***Maçlardan önce hakemlerle ilgili konuşmadığını iddia eden Aziz Yıldırım’ın, G.Saray derbisinin hakemini etkilemeye yönelik sözlerini bir tarafa bırakalım hadi...Ben hakemi beğenmediği takdirde “sahanın ortasına oturma” tehdidini gerçekten çok ilgi çekici buldum... Nasıl yorumlamak gerekiyor uzunca düşündüm... Aklından geçenleri, hayal dünyasını, bunu yapabileceğine olan inancının temelini merak ettim.Ya gerçekten oturursa diye aklımdan geçti, güldüm...***Aziz Yıldırım, bu konuşmasından ötürü dün 60 gün hak mahrumiyeti, 40 bin lira da ceza aldı.Bu cezaların hiçbir caydırıcı tarafı yok ama... Bakın bugüne kadar çoğu derbilerde çıkardığı olaylarda toplam 21 maç ceza almış Volkan Demirel, 4 maçlık son cezasından sonra G.Saray derbisiyle formasına kavuşuyor.Milli maçta kendisine küfür edildiği için maçı oynamayıp stadı terkeden Volkan Demirel, Türkiye’nin en çok küfür eden oyuncularından biri...Hakemlerin haksızlığına uğradığını iddia eden Aziz Yıldırım, istemediği hakem maça tayin edilirse “o hakem bizim staddan çıkamaz” diyecek kadar öfkeli bir yönetici...Türk futbolunun lokomotiflerinden biri olan F.Bahçe’nin temel problemi bu zaten; kendisine yapılmasını istemediği her hareketi rakiplerine ve hakemlere yapmayı kendinde hak görüyor.***Doğrusu ya Aziz Yıldırım’ın açıklamaları beni ürkütüyor.Bu açıklamaların futbolcuları ve taraftarı nasıl etkileyeceğini düşündüğümde korkuyorum.Umarım futbolcular ve taraftarlar, yöneticilere uymazlar, sportmence bir maç olur. Bir savaşı değil, heyecanlı bir maçı bekliyor çünkü futbolseverler.Hepimize keyifli ve olaysız bir derbi diliyorum...Gerçi burası Türkiye, derbiye kadar kimbilir daha neler olur...

Devamını Oku

‘Erdoğan 2024’e kadar bu ülkeyi yönetecek...’

1 Mart 2015

Bu başlıklı yazıyı 2011 yılında Haziran seçimlerine 5 ay kala yazmışım.Demişim ki, “2011 seçimleri haziranda yapılacak. AK Parti, en az yüzde 45’lerle bu seçimi almayı planlıyor. İşin uzmanları bunun bir hayal olmadığını söylüyor.Cumhurbaşkanı Gül, 2007’de Cumhurbaşkanı seçildi.‘Süresi beş yıl mı, yedi yıl mı karar verilemedi’derken, yedi yıl olacakmış gibi gözüküyor.2011 seçimlerini alan AK Parti, 2015 haziranına kadar ülkeyi yönetecek ve Tayyip Erdoğan başbakanlık görevine devam edecek.Yedi yıl cumhurbaşkanlığı yapan Gül’ün görev süresi 2014 Ağustosu’nda bitecek.Erdoğan’ın o sırada başbakanlıkta daha bir yılı olmasına rağmen...Cumhurbaşkanlığına aday olacak.2014’de Cumhurbaşkanı olacak Tayyip Erdoğan, ‘beş artı beş’ formülüyle 2024 yılına kadar Cumhurbaşkanı kalabilecek böylece.Bu arada anayasa değiştirilip ‘başkanlık’ sistemi getirilecek.Kısacası Tayyip Erdoğan, 2024’e kadar bu ülkeyi yönetecek.Bunun için bu seçimde yüzde 45, hatta belki de yüzde 50 oy alması gerekiyor.Böyle bakınca, şu an Türkiye’de yaşanan ne çok şey anlaşılır hale geliyor, değil mi?”***Dört sene geçmiş bu yazının üzerinden…Bugüne dek her şey de yazıda anlatıldığı gibi olmuş.Bunu çoğumuz biliyorduk zaten...Bunu CHP ve diğer partiler de biliyordu. Ve hiçbir şey yapamadılar...Bu planı kendi siyasi akıl ve planlarıyla bozamadılar...Geçen gün bu yazımı bana bir okuyucu çok kızgın ifadelerle uzun bir mektup yazarak yollamış...“Bunu yazmanızın hiçbir önemi yoktu, bunu engelleyecek ne yaptınız?” demiş...***Bu soruya, kızgın okuyucumu biraz daha kızdırmayı göze alarak cevap vermeye çalışacağım.Benim dört sene önce anlattığım ve tıkır tıkır işleyen bu planın gerçekleşmesinden memnun değil misiniz?Bunun 2024’e kadar uzanmasını istemiyor musunuz?O zaman başkalarına “ne yaptın” diye sormayacaksınız.Kendinize dönüp “ben ne yaptım” diye soracaksınız?***Karşı çıktığınız bu planın gerçekleşmesini önlemek için ne yaptınız?Bir siyasi harekete ya da bir sivil toplum örgütüne katıldınız mı?Kapı kapı dolaşıp örgütünüzle birlikte bu planın yaratacağına inandığınız olumsuz sonuçları anlattınız mı?Tuttuğunuz, desteklediğiniz partinin siyasi eksiklikleri üzerine kafa yordunuz mu?CHP’liyseniz Kemalizmin, MHP’liyseniz milliyetçiliğin, HDP’liyseniz Türkiyelileşmekteki zorlukların yarattığı sorunları analiz ettiniz mi?Eleştirilerinizi dile getirdiniz mi?Önerilerinizi ortaya koydunuz mu?Yoksa sadece öfkelenmekle mi yetindiniz?AKP’ye kızmanın yeterli olduğunu mu düşündünüz?***Muhalefetin bu planı önlemesinin benim görebildiğim tek bir yolu var…Demokrasi, özgürlük, adalet ve eşitlik anlayışı çerçevesinde anlaşmak.Siyasi bir anlaşmadan söz etmiyorum, ilkeler üstünde bir anlaşmadan söz ediyorum.Bu değerlere sahip çıkmaktan, bu değerler için mücadele etmekten söz ediyorum.Ben bir gazetede yazı yazıyorum.Benim işim, gücüm yettiğince, dilim döndüğünce düşüncelerimi anlatmak, öngörülerimi dile getirmek, olabilecekleri söyleyip, önerilerimi yazmak.Ben bunu yapıyorum...Ve, bu plandan şikayetçi olan bütün kızgın okurlarıma soruyorum.Siz ne yapıyorsunuz?

Devamını Oku

Küçük sevinçlerin haritası...

27 Şubat 2015

Bazen yalnız başınıza kalmaktan hoşlanır mısınız?Tek başına yemek yemek, sinemaya gitmek, dükkanlara girip çıkmak, parkta dolaşmak, evde koltuğa gömülüp iyi bir kitap okumak…En azından bazı anlarda hoşunuza gider değil mi?Benim genellikle gider.İnsanlarla olmayı, sohbet etmeyi severim ama bazen tek başına olmaktan da çok hoşlanırım.***Dün olağanüstü bir sabah vardı sokaklarda…Uyanır uyanmaz hızla çıktım evden.Sabahın koynuna girmek, hayatla oynaşmak istedim...Uzun zamandır olduğundan çok daha farklı bir ışıltıyla başladı gün çünkü…Belki de baharın ilk işıkları karlarından ardından kolayca kandırdı bizi, bilmiyorum... Ama mutlulukların değilse de küçük sevinçlerin haritasını elinde tuttuğu halde kımıldamayan biri gibi evde kalmak istemedim.***Minik sevinç hazinelerinin yerini biliyorum çünkü…Işıklar, ağaçlar, filmler, sergiler, anılar, bir gülümseme, o sevinçlerin yerlerini işaret ediyor insana aslında...Yakından görmek istedim dün…“Gidip onları yerlerinden çıkartabilirim” dedim kendime. Ve ilk aklıma gelen de bahara benim gibi hızlıca kanıp açan o minik papatyaları görmek oldu...***Doğayı en iyi resmetmiş ressamlardan biri olan Monet’nin evinde dört mevsim çiçek açan bir bahçesi ve 10 bahçıvanı varmış...Yolda yürürken bu geldi aklıma...Ne kadar çok hayalim var dedim kendi kendime,biri de dört mevsim çiçek açan bir bahçeye sahip olmak...***Gelip geçen şileplere bakarken, “ama insan her sevinci büyütmek istiyor aslında” diye aklımdan geçti...Tek başına olmak çok güzel ama insan nedense güzel şeyleri anlatmak istiyor...Tek başına bir sevinci yakaladığında insan onu paylaşmak istiyor.Bazen o sevinçleri yalnız başına bulmak istesen de, bulduğunda Afrikalı bir avcı gibi onu götürüp kabilene göstermek istiyorsun.***Dün yollarda yeni çiçek açan ağaçlar, yeşilenen parklar, neşeli küçük kuşlar, ağırbaşlı şilepler, birbilerine sataşan yavru kediler, heyecanlı bir güneş, boyunlarını dik tutmaya uğraşan minicik papatyalar buldum.Şu sıkıntılı hayatta hepsi de beni ayrı ayrı sevindirdi.Küçük sevinçler yarattı içimde.Onları yalnız başıma buldum ama kabilemle paylaşmayınca o sevinçlerde bir eksiklik oluyor.Benim kabilem de sizsiniz.Ben de onları size getirmek istedim.

Devamını Oku

Ya her şey çok basitse!

24 Şubat 2015

Bu hikayeyi okuduğum günden beri çok severim...John Ford, klasik westernin en iyi yönetmeni, John Wayne’le çektiği bir filmin bir sahnesinde, Wayne’in oynadığı karakter verandada ayaklarını uzatmış otururken yanına karısı gelir, kızgın ve öfkelidir ve bağırmaya başlar.Wayne onu dinler ve kendi repliklerini söyler…Ama John Ford nedense tam isteğini, aklındakini bulamaz.Önce replikleri çıkarır sahneden.Ardından, Wayne’den bir hareket yapmasını ister, duyduklarından rahatsız olduğunu belli edecek bir hareket.Ama o “hareketi” bulamazlar.Ford, “Bunu düşüneceğim” der.Kimilerine göre bir gün, kimilerine göre bir hafta sadece bu sahneyi düşünmek için sete ara verir.Sonra gelir, Wayne’e döner, “Karının konuşması bittikten sonra sol ayağınla sağ ayağının yerini değiştir” der.***Bir süredir “basitin” gücünü anlamaya çalışıyorum.Basit, yalın, sade olanın...Kabul etmesi, yapması, anlaması en zor şey sanırım...Nasıl zorlanıyoruz hayatın aslında o kadar da karmaşık olmayabileceğini görmeye, değil mi?Her şey belki de çok basit. Ama hayatın altından kalkabilmek için her şeyin karmaşık olduğuna inanmamız gerekiyor.İçimiz tozlandığında, hayatın ne işe yaradığını merak ettiğimizde büyük cevaplara ihtiyacımız oluyor.***Her şeyin aslında basit olması kafamızı karıştırıyor. “Bu olamaz, bu değildir” diyoruz hemen.“Hayat dediğin basit bir mesele aslında” demeye korkuyoruz...Korkuyoruz çünkü her şeyin basit olduğunu kabul edersek tüm mazeretlerimiz bir anda uydurduğumuz yalanlar haline dönecek, bunu biliyoruz...“Zor olduğu için yapamıyoruz biz... Zor olmasa yaparız...”Bu ‘yalan’ iyi geliyor hepimize...Hayatın “karmaşık” olduğunu kabul ettiğimizde “yalanımızı” üstüne yerleştirebileceğimiz sağlam bir kaide bulmuş oluyoruz.***Hayat biz beceremediğimiz için değil, zaten zor olduğu zor, çoğumu-za göre... Ama ya hayat aslında çok basitse, hiç kuşku duymuyor musunuz bundan?Açıkcası ben çok şüpheleniyorum...Ya hayat sandığımız kadar karışık değilse... Ya bütün “sahne”, bir ayağının yerini öbürüyle değiştirdiğinde değişip güzelleşebiliyorsa…***Sahne ya da hayat, bazen küçücük bir değişiklikle güzelleşebilir.Ama o değişikliğin ne olması gerektiğini görecek bir “göz”, gördüğünü uygulayacak bir irade gerekir.Belki de zor olan hayat değildir de…Zor olan, o “göze” ve o iradeye sahip olmaktır.***Hayata bir daha bakın bence… Zor olduğunu düşündüğünüz her şeye...Belki de güzelleşmek için sadece küçük bir değişiklik yetiyordur...

Devamını Oku

Gerçeği görmek zorundasın!

21 Şubat 2015

İnsanlık tarihinde çok önemli şeyler olurken doğa istifini bozmaz, kendi düzenini kendi bildiği gibi yaşamaya devam eder...İnsanlar birbirlerini öldürerek savaşıp dururlar da buna güneş hiç aldırmaz... O aynı saatte doğup aynı saatte batar… Doğa da düzenini aynen sürdürür, rüzgar eser, ağustos böcekleri öter, yağmurlar yağar, kuşlar göç eder, gün geceye döner, gece sabahla birleşir.Doğa insanlığın gidişatını değiştirecek olaylardan habersiz, kendi olağanlığını sürdürür.İnsanlardan uzakta, doğanın içinde yaşayan biri, olanların en küçük bir işaretini bile görmez çevresinde.Kendi mucizesini yaşar...***Bu aralar ben de öyle yaşamak istiyorum işte...Türkiye’de olan hiçbir şeyi bilmek istemiyorum.Tek gerçeğim doğa olsun istiyorum...Geçen gece bir kaç arkadaş bir yemek masasının etrafında sabahın ilk ışıklarına kadar güldük, sohbet ettik, dertlendik, sevindik hatta umutlandık bile...Bir ara herkesin bildiği Türkiye gündemiyleilgili bir şey söyledim, hepsi birden şaşkın şaşkın bana baktı...“Bunu duymadınız mı gerçekten” dedim, duymamışlar...O kadar şaşırdım ki “bunu nasıl duymadınız” dedim..Bütün bağlarını kesmişler gazete, televizyon ve internet haberleriyle... Kendi dünyalarını yaşıyorlarmış.***“İnsanların anlattığı kadarını biliyorum” dedi bir tanesi, öteki “ben anlatmalarına bile izin vermiyorum” dedi...“Peki duymadan olabiliyor mu ya da çok mu güzel oluyor” dedim çocukcu bir şaşkınlık ve insanları ilk defa görmüş bir canlı acemiliğiyle...Onlar kendilerinden oldukça emin “evet,oluyor” dediler.Eve dönerken uzun uzun düşündüm, bu mümkün olabilir mi diye...Ve itiraf etmeliyim ki mümkün olmasını çok istedim.Çünkü Türkiye insanı gerçektem kirleten, yalnızlaştıran, öfkelendiren bir gündeme sahip, gerçekten şaçmalıklara maruz kalıyoruz çoğu zaman haber diye...***Anladım ki, ülkeyke ilgini kesmek gerçekten huzur veriyor.Ama kendime sordum sonra, “etrafımdaki gerçekleri görmemek o gerçekleri yok ediyor mu? Edebilir mi?”Hayır, etmiyor. Edemez...Sen gözlerini ve kulaklarını kapattıkça, görmediğin o gerçekler daha da büyüyerek, daha da ürkütücü bir hale gelerek sana yaklaşıyorlar hatta.Görmemekte direndiğin gerçek, bir gün gelip seni kaçamayacağın bir köşede yakalayacak, o zaman onu görmek zorunda kalacaksın.Üstelik o gerçeği değiştirme gücün belki de hiç olmayacak o zaman.***Görmek istemiyorum, bu doğru.Duymak istemiyorum, bu da doğru...Ama görmek ve o çirkin gerçeği değiştirmek için diğer insanlarla birlikte mücadele etmek de bir mecburiyet.Gelecekte büyük acılar çekmek istemiyorsan, bugün o gerçeği görmenin huzrusuzluğuna tahammül edeceksin.Başka çare yok.Ancak bir süreliğine kaçabiliyorsun çünkü, ancak bir süreliğine gözlerini kapatmak seni gerçekten uzak tutuyor.***Karar verdim ki daha büyük acıları önlemek için bugünkü huzursuzluğı göze almak zorundayız.Belki arada bir öyle bir yemek sofrasında bir süreliğine unutmanın lüksünü yaşayabiliriz.Ama ertesi sabah görmeli ve hatırlamalıyız.Yoksa öbür sabah kaçtığımız gerçek kapımızı büyük bir dehşetle çalacak.Öyle değil mi?

Devamını Oku