Bazen insanlar artık hiç bir şeyin değişmeyeceğine inanır...O “andaki” durumdan çıkarları olanlar sevinçle,çıkarları olmayanlar çaresizce içinde bulundukları durumun hiç bitmeyeceğini sanırlar.Bu inanç körleştirir insanları.O “anın” değişmeyeceğine inanmak, gerçekleri görmesini engeller.Olaylara derinlemesine bakma alışkanlıklarını ve isteklerini yitirirler.***Sonra birdenbire her şey değişir.Ani bir şaşkınlıkla birlikte insanlar daha önce görmedikleri, görseler de aldırmadıkları gerçekleri farketmeye başlarlar.“Yeni” gerçekler çıkıverir ortaya.***AKP’liler de, muhalifleri de düzen hiç değişmeyecek, hep böyle devam edecek sanıyorlardı.Bir günde Türkiye’nin şartları değişiverdi.Cumhurbaşkanı, bütün ülkenin kaderini “iki dudağının arasında” tutan tek yönetici değil artık.AKP iktidardan düştü.Muhalefet Türkiye’nin geleceğini belirlemek için büyük bir imkan ele geçirdi.***Bu değişimle birlikte yeni gerçeklerle karşılaştık.AKP içindeki çatlaklar ortaya çıktı.Abdullah Gül’le Tayyip Erdoğan arasındaki görüş farklılıkları su yüzüne çıktı.AKP’nin içinde çeşitli gruplar olduğu gerçeği görüldü.Daha yirmi gün önce AKP’nin yaptığı her şeyi övenler şimdi yapılan hataları söylemeye başladılar.***Beşir Atalay, “barış sürecini kesmenin büyük bir hata olduğunu” söyledi.Başbakan Davutoğlu, “halkın başkanlığa izin vermediğini” açıkladı.AKP’li yazarlardan bir kısmı “yolsuzluklardan”yakınmaya başladı.Seçim sonuçları, seçime kadar bir ölü gibi gözüken AKP’ye sanki yeni bir hayatiyet kattı.En azından AKP’nin hareketsiz bedeninde bir “nabız” hissedilir oldu.***Muhalefet ise demokratik önerileriyle birlikte yeni bir canlılık kazandı.Hukuku yerli yerine oturtmak için eleştirilerini ve önerilerini açıklamaya koyuldu.Bugünkü düzene karşı olan “yüzde altmışın” sesi duyuldu.Türkiye’nin değişmek istediği anlaşıldı.***Şimdi soru, Meclis’teki partilerin bu “değişim”isteğine cevap verip veremeyecekleri.AKP, kendini Erdoğan’dan ayırıp, 2002’deki “demokratik” AKP olabilecek mi?Muhalefet kendi arasından bir hükümet çıkarabilecek mi?***Şu anda, AKP de muhalefet de bu “değişim” talebini karşılayamayacak gibi gözüküyor.Ama gene de karar vermek için erken.Ümitle beklemek gerekiyor.Çünkü o ümidi yaratan büyük bir “değişim” isteği ortada duruyor.Bugünkü siyasi yapı, bu isteği karşılamakta yetersiz kalırsa… Türkiye, yeni bir siyasi yapı oluşturacak, yeni siyasi partiler çıkartacaktır.Bir toplumunun yüzde 60’ının “değişim” talebi öksüz çocuk gibi sokakta kalmaz.Mutlaka kendine bir çare, bir yol bulur.
Siyasetle doğrudan bağı olmayan insanlar büyük bir heyecanla seçim sonrası gelişmeleri izliyorlar bugünlerde...Sabırsızca bir sonucun çıkmasını bekliyorlar.Herkeste bir huzursuzluk var.“Hadi, hadi” diye tempo tutacaklar neredeyse.***Bugünlerin, siyasetçilerin en sevdiği günler olduğunu düşünüyorum ben.Bir siyasetçinin sevdiği her şey var şimdi.Tartışmalar, toplantılar, stratejiler, taktikler, hesaplar, kulisler, gizli pazarlıklar, dedikodular…“Siyasi zeka” diye bir şey gerçekten varsa, onu gösterecekleri günler bunlar.***İki hedefi aynı anda gözetmek zorundalar.Bugünü en avantajlı şekilde değerlendirmek…Ve “erken seçimde” bu kararları yüzünden bedel ödememek, aksine bu kararlarıyla oy kazanmak.***Bu, çok zor bir iş.Ülkeyi hükümetsiz bırakan parti olmakla, bir iktidar için ilkelerinden taviz veren parti olmak arasındaki çok ince çizgi üstünde dans ediyorlar. Verecekleri kararlar, büyük bir ihtimalle siyasi geleceklerini çok ciddi biçimde etkileyecek.Kimin politik zekasının bulunduğunu onu izlerken göreceğiz.***Sahada dört parti var.AKP, CHP, MHP kendilerini değiştiremeden girdiler seçimlere.Değişen Türkiye’nin değişimlerini henüz fark edememiş gibi görünürlar.Genç ve yeni bir kuşağın hayata katıldığını da anlayamıyor gibiler.***HDP ise neredeyse mucizevi bir değişim yaşadı.Bir bölge partisi olmaktan çıkıp Türkiye’nin partisi olmayı kısa sürede başardı.Gençlerle iletişim kurdu.Yeni ve taze bir dil yarattı.Oylarını da ikiye katladı.***MHP, kilit parti ama “açılmayan ve açılmayacak” bir kilit görüntüsü vermekten hoşlanan bir siyaset izliyor.Bunun başarılı olup olmayacağını daha ilerde göreceğiz.Yanlış bir karar, onların siyasi varlıklarını temelden etkileyecek sanırım.***Ben partilerin bu aşamada acele etmeyeceklerini düşünüyorum.Bir koalisyona razı olurlarsa, “son ana kadar uğraştık ama istediklerimizi olmadı, biz de Türkiye’nin selameti için koalisyona razı olduk”diyecekleri noktanın gelmesini bekliyorlar bence.O nokta gelmeden kolay kolay bir koalisyona hiçbiri evet demeyecek sanırım.***Bu pazarlıklar sırasında, partilerin yeni gerçeklere uyum sağlama kabiliyetlerini de göreceğiz.Eğer AKP, CHP, MHP değişim işareti veremezlerse, bunun bedeli bir dahaki seçimde üçü için de ağır olabilir.***Bakalım hangisi, hem bugün için hem de erken seçim için en avantajlı pozisyonu yakalayacak.Türkiye’nin yeni gerçeklerine uyum sağlayacak. Bunu görmek için biraz daha beklememiz gerecek sanıyorum.Biz sabırsısız ama siyasi partilerin bu aşamada sabırsız davranma lüksün yok.Onlar daha epeyce bekleyecek. Doğru zamanı ve doğru hamleyi yakalayıp yakalayamadıklarını hepbirlikte göreceğiz.
Türkiye’nin insanlarını küçümsemek bence her zaman büyük bir hatadır.Bu toplum, bütün eksikliklerine rağmen derin bir geçmişe sahip.Ne badireler atlatmış.Her seferinde kurtulmasını bilmiş.“Kurtulma içgüdüsü” sağlam bir toplumuz biz...***Sanırım en fazla da aşağalanmaya tepki duyuyoruz.Öyle isyankar bir toplum değiliz.Büyük hareketler, büyük devrimler yapmıyoruz belki ama bekliyor, yeri geldiğinde, zamanı geldiğinde, gereğini yapıyoruz.***Askeri vesayet çok aşağıladı bu toplumun insanlarını.Dinini, dilini, inancını, giyimini aşağıladı.Silahıyla tehdit etti.Darbelerle hayatını kararttı.Ama sonunda çok sıkı bir tokat yiyerek alaşağı oldu.***Askeri vesayetin yıkılmasında büyük rol oynayan AKP de, iktidara yerleştikten sonra toplumu aşağılamaya kalkıştı.Sadece rakiplerini, muhaliflerini, karşıtlarını değil kendi taraftarını da aşağıladı.***Askeri vesayetin boyunduruğundan yeni kurtulan toplumun, yeniden bir başka boyunduruğa razı olacağını sandı.Beş yıldır olduğu yerde sayan, ekonomisi gelişmeyen, işsizliği artan toplumun, dini motiflerle kandırabileceğini sandı.Yolsuzluklara ses çıkarmayacağını sandı.Hukuksuzluklara, gittikçe koyulaşan baskılara aldırmayacağını sandı.***Halkı küçümseyen o generallerin nasıl devrildiğini unuttu.Halkın, korkmaktan hoşlanmadığını anlayamadı.Gösterişi hoş karşılamadığını fark edemedi.İktidarda her istediğini yapabileceğine inandı.***AKP, çok sert bir uyarı aldı toplumdan.“Gittiğin yol, yol değil” dedi seçmenler.Baskıyı, yasağı, tehditi sevmediğini gösterdi.Sürdüğü yoksul hayatı önemsemeyen iktidarlara tahammülü olmadığını ortaya koydu.***Bundan sonra şu koalisyon olur, bu koalisyon olur…O parti bununla anlaşır, bu parti şununla anlaşır…Ama toplumu küçümsemeye kalkarlarsa, insanları kandırabileceklerini sanırlarsa, ilk seçimde o partiler de bunun bedelini öder.***“Biz aptal değiliz.”Bu seçimin en açık mesajı bu bence.Bizi aptal yerine koyan cezasını çeker.***Bundan sonra bu ülkeyi yönetecek olanlar, bu toplumun “çocuk” olmadığını, sembollerle, hamasi nutuklarla kandırılmayacağını bilerek yönetmek zorundalar.Baskı yapmaya kalktıklarında, şiddete yöneldiklerinde, yolsuzluklara bulaştıklarında devrileceklerini bilecekler.***Siyasiler bu mesajı alırlarsa huzurlu, mutlu bir şekilde yolumuza devam ederiz.Almazlarsa, bu mesajı alan birini bulana kadar halk aramayı sürdürür.Mesajı almayanı devirir.***Budur toplumun “büyüklerine” maruzatı.
Seçim sonuçları, toplumun artık değişim istediğini çok net biçimde ortaya çıkardı...Seçimin ardından yapılan konuşmalara bakınca, “hayırlara” vesile olacak kararların gündemde olduğu şu günlerde, bazıları da “tuhaf nedenlerle” bu sonuca karşı...Niye karşılar?Çünkü HDP meclise girmiş…***Çok fazla “ödün” verildiğini düşünüyorlarmış.Kim kime “ödün” veriyor?Kürtlerin hakkını da koruyan, barıştan yana, demokrasiden, eşitlikten yana bir partinin halkın oylarıyla parlamentoya girmesi nasıl bir“ödün” olarak görülebiliyor?Çok merak ediyorum, gerçekten biz Türkler barışa, demokrasiye, insan haklarına fazla ödün vererek mi ulaşabiliyoruz sizce?***Cumhuriyeti birlikte kurduğumuz insanlarımıza sırf Kürt diye ikinci sınıf vatandaş muamelesi yapmaya devam mı edilmeli?Türklere tanınan haklar onlara tanınmamalı mı?Kürtler parlamentoya girmemeli mi?Haklarını siyaset yoluyla aramamalı mı?“Hepimiz eşit haklara sahibiz” demek, bir taviz mi?Yoksa “hepimiz eşitiz” demek, gelişmişliğe,huzura, çağdaşlığa, zenginliğe atılan bir adım mı?***İnsanoğlunun kendi değerini, insanın kıymetini anladığı bir çağ bu.Barışa karşı çıkmak insanın değerine karşı çıkmak demek bence.Eşitliğe karşı çıkmak, insanın değerini inkar etmek demek.Barışa ve eşitliğe karşı çıkanlar sadece başka ırkın insanlarını değil kendilerini de küçümsüyorlar.Neden kendimizi küçümseyelim?***Bu seçim HDP’nin seçimiydi bence... Ve kazandı...Her şeyden önce Türkiye yeni bir parti kazanmış oldu. Demirtaş taze bir üslup getirdi siyasete...Şakalaşan, gülen, takılan, saz çalan, gerektiğinde sert polemik yapabilen bir siyasetçi….Tarihimizde az astlanır bir insan tipi bu...Eğer ortam bu kadar gergin olmasaydı,Demirtaş’ın üslubu bütün seçim kampanyasına ortak bir neşe, bir takılma, dostça bir rekabet havası katabilirdi.***Diyarbakır patlaması gibi korkunç olaylar,minibüsünde yakılan şoför, infaz edilen başka bir HDPşoförü parti binalarına saldırılar gibi acılı olaylar yaşadık.Ona rağmen Demirtaş sükunetini korudu.Kitleleri de çatışmadan uzak tutmayı başardı.Sanırım bunun için bile bütün Türkiye ona bir teşekkür borçlu.Teşekkürünü de sandıkta gösterdi.***Milli irade “tecelli” etti.Türkiye bir değişim istediğini gösterdi.Bence “taviz” falan gibi tuhaf lafları bırakıp olanların tadını çıkarmalı herkes.Türkiye’de yeni bir dönem başlıyor.
Fenerbahçe kongreleri her defasında aynı hissi bırakıyor bende...Anlaşılması güç, tarifi zor bir tuhaflık...Daha sıradan bir şekilde anlatırsak gerçekten bir alem bu Fenerbahçeliler...Son 4 sezonda G.Saray’ın 3 şampiyonluk kazanmasına, 3 sezondur Avrupa Kupaları’na katılamamalarına ve 12 dönem üst üste başkanlık yapmasına rağmen, Aziz Yıldırım çok rahat bir şekilde tekrar başkan seçildi...Aziz Yıldırım’a muhalif olan işadamlarından biri kongreyi şu cümleyle yorumladı geçen akşam:“- Aziz Yıldırım, Mehmet Ali Aydınlar’ı yendiği kongreden sonra kulübe 3 bin yeni üye daha yaptırdı. Son kongrede şunu gördüm ki, çıkıp “Aziz Yıldırım başkan, G.Saray şampiyon” diye bağırsa bile yine alkışlarla başkan seçilir.”Hayli çarpıcı bir teşhis...Ve sanırım da çok doğru...Peki kongreye bu kadar hakim Aziz Yıldırım, kumpas davası bittikten sonra görevi bırakacağını niye açıkladı?İki ihtimal var.Birincisi; sahiden yoruldu ve yıprandı; bu işlerden elini eteğini çekmek istiyor. İkincisi ve daha akla yatkın olanı ise kulübün içinde bulunduğu mali darboğaz...Şu anda Fenerbahçe’nin yılda 100 milyon lira banka kredi ödemesi bulunuyor.Futbol takımına transfer yapmak gerekiyor, ki kendisi “7-8 transfer yapacağız” diye ilan etti bile...Üstüne Ülker’in çekilmesiyle basketbol takımının 80 milyon liralık yükünü de eklersek; F.Bahçe’nin en azından bu seviyede kalabilmek için çok büyük nakite ihtiyacı olduğu ortaya çıkıyor.***Isterse İstediği kadar başkan kalabilecek Aziz Yıldırım’ın Ali Koç kartını ortaya sürmesinin en büyük sebebi de şu bahsettiğim mali kriterler olabilir.Bence yani...Koç imparatorluğunun gücü, kapıya kilit vurma noktasına yaklaşan F.Bahçe’yi uçurumun kenarından döndürebilir pekala...Fenerbahçe’de Aziz Yıldırım’dan sonra en fazla sevilen isim olan Ali Koç bu taşın altına elini koyar mı, orası da ayrı bir tartışma konusu ama Aziz Yıldırım döneminin resmen bitmeye başladığını düşünebiliriz.Tapelerin delil sayılmayacak olması nedeniyle şike davasından aklanması çok büyük ihtimal olan Aziz Yıldırım, muhtemelen bir süre kenara çekilip Ali Koç’un icraatlarını izleyecektir...Ama elinde böyle bir kongre hakimiyeti bulunan Yıldırım’ın; mali darboğaz aşıldıktan sonra Ali Koç’u rahat bırakacağını düşünmek de fazla saflık olur doğrusu...Bence yani...
Hep aynı yuvarlak dünyanın üzerinde, hep aynı hızla akan zamanın içinde ölüme doğru akıyor işte hayatlarımız…Hikayelerimiz farklı sadece ama, aslında onlar o bile çok da farklı değil bana sorarsanız. Dünya ne kadar hızlı değişirse değişsin hiç değişmeyen şeyler var…Ölüm, mekan, zaman gibi...***Merak ediyorum insanoğlu mekanı değiştirdiğinde, mesela uzayda yaşam başladığında ona bağlı olarak ölüm de değişecek mi acaba?Acaba bizden yüzyıl belki de elli yıl sonra yaşayanlar sevdiklerini kaybetmeyecek mi? Ölüm onların hiçbirine uğramayacak mı?Eski, demode ilkel uygarlıkların yaşadığı bir şey mi olacak ölüm?***Ölüm bütün evrene ait bir gerçek mi yoksa sadece dünyalıları ilgilendiren bir son mu?Dünyada her şeyin bir sonu var.Sonsuz dediğimiz uzayda da her şeyin bir sonu var mı acaba?Yoksa orada sonsuz hayatlar da bulunuyor mu?Zamanın ve mekanın bizim dünyamızdakinden farklı olduğu yerlerde hayat ve ölüm neye benziyor acaba?Şimdi uzayda hayat var mı diye soruyoruz?Bir zaman sonra belki uzayda ölüm var mı diye de soracağız?***Dün internet sitelerinde dedemle ilgili, gerçeği bilmeme rağmen ilk okuduğum anda tüm bedenimi sarsan bir haber çıktı, “Çetin Altan hastaneye kaldırıldı...”Oysa Çetin Altan tam o sırada küçük bir sorununu halletmiş hastaneden eve dönüyordu...Sanırım birileri hastanede gördü onu...Haber hızlıca yayılınca pek çok mesaj ve telefon aldım, o sırada hayatı düşündüm ve ölümü...Radyoda cumhurbaşkanının sesi vardı ‘bedelini ağır ödeyecek, öyle bırakmam onu’ diyordu Can Dündar için...Küçücük bir an içinde birbirinden bağımsız gibi gözüken anları yanyana algıladığında, ne tuhaf bir boşluk sarıyor insanı.Ölüm gerçeğinin yanında o dünyevi hırslar ve öfkeler nasıl küçücük ve önemsiz gözüküveriyor.İster istemez, “ne gerek var bunlara” diye soruyorsunuz.***Bir de dünyada, belki de uzayda tek bir an içinde olan her şeyi görebilsek, acaba ne düşünürdük olanlar ya da kendimizle ilgili?Kendimizi çok mu çaresiz hissederdik yoksa çok daha güçlü mü?Bütün gerçeği tek bir anda görsek kendimizi bu kadar önemser miydik?***Dünyada her şeyin bir sonu var.Hepimiz ölümlüyüz ve çok da uzun yaşamıyoruz.Bunlar bildik gerçekler ama bazen insanlar bu bildik gerçekleri unutuyorlar diye düşünüyorum.Unutmasalar hayatı cehenneme çevirmek için böylesine çabalamazlardı herhalde.
Sanırım Türkiye’nin sırrı bu...Korku…Korkuyla olan o tuhaf ve karmaşık ilişkisi.Türkiye hep korkar...hep de yanlış şeylerden korkar.Bu ülkenin yöneticileri kendi iktidarları için daima halkı korkutmayı ve gerçekten korkmaları gerekeni de saklamayı tercih etmişlerdir.Bizim gerçekten korkmamız gereken tehlikeyi farkettiğimiz çok azdır.Genellikle yanlış korkuların etrafında öbeklenmeye alışkınızdır.***Gene öcüler dolaşıyor miting meydanlarında.Korkutan korkutana.Bütün dünya Türkiye’ye düşman olduğu gibi Türkiye’nin yarısından fazlası da bu ülkeye karşı,söylenenlere göre.Bu korkuları ciddiye alanlar var.Onlar, aslında korkmaları gerekenden korkmayanlar.***Bu ülkeyi yönetenler yüzlerce yıldır gerçeklerden korktu.Onlar gerçeklerin ortaya çıkmasından korktukça,sahte korkular beslenip büyütüldü.Sahte korkular bir dekor gibi siyaset sahnesinin önüne kondu.O dekorun ardında olanları görmeyelim istediler...***Galiba asıl meselemiz, neden korkmamız, neden korkmamamız gerektiğini kestirecek bir berraklığa kavuşturmak aklımızı.Korkmamız gereken şeyler var…Korkmamamız gereken şeyler var.Bu ikisini birbirinden ayırabildiğimizde herhalde bizim de önümüzde geniş bir alan açılacak.***Peki bunun ölçüsünü nasıl bulacağız?Sizi bilmem ama ben hep aynı ölçüyü kullanıyorum.Ülkeyi yönetenler neden korkmam gerektiğini söylüyorsa ondan korkmuyorum…Yöneticiler nelerin konuşulmasını istemiyorsa ondan korkuyorum.***Yaşanacak bir tane hayatımız var.Çok da uzun olmayan bir hayat.Bizim amacımız o hayatı hak ettiği gibi dolu dolu yaşamak...Siyasetin amacı da bizim hayatımızı dolu dolu yaşamamıza yardım etmek, yolumuzu açmak…Bir siyasetçi beni korkutmaya kalktığında,hayatımın önünü mü açmaya çalışıyor yoksa yaşamı mı çalmaya uğraşıyor diye soruyorum kendime.Çünkü insanların yaşamlarını çalabiliyorlar sahte korkuların arkasına saklanıp.***Hayatımızın sırrı neden korkup neden korkmayacağımıza, doğru karar vermek bence.Toplum olarak doğru kararı verebilirsek, o biricik hayatımızı da kurtarabileceğiz.Doğru dürüst yaşayabileceğiz.Geçmiş yüzyıla bakarsak bunu başarmakta pek de becerikli olmadığımızı görürüz.Ama bu gerçek, bundan sonra beceremeyeceğiz anlamına gelmiyor.Belki de çok yakında beceririz.Ne dersiniz...
Çok sevdiğim bir söz var…‘Müzik sizin kişisel deneyiminiz, düşünceleriniz, aklınızdır... Ne yaşıyorsanız çaldığınızdan o duyulur.’Jazz’ın efsanesi, 34 yaşında uyuşturucudan ölen, Jazz’a farklılık getiren Charlie Parker’ın sözü.***O, bu sözleri kendi yaptığı müzik için söylemiş olsa da ben bu sözün sanattan spora, bilimden siyasete hayatın yaratıcılık gerektiren her alan için geçerli olduğuna inanırım.Bazen siyasetin parlayan bir kahramanından... Bazen edebiyatın yeni keşfedilmiş bir yazarından... Bazen de sporun bir yıldızından... Duyarsınız o müziği… O müziği duyduğunuzda da hayatını o işe adamış biriyle karşılaştığınızı anlarsınız...*** Bana bu aralar bunu düşündüren şey, İzmir’in Pınar Karşıyaka basketbol takımı... Basketbol izlemeyi severim, hatta futbol kirlendikçe her gün biraz daha fazla basketbola düşkünlüğüm artıyor. Türkiye’nin takım sporları arasındaki en başarılı dallarından biri basketbol bence... Ve sanırım futbolla oyun tarzı dışında görünen en büyük farkı, neredeyse tüm eski milli sporcularını teknik adam olarak yükseltecek bir anlayışları olması.*** İşte Ufuk Sarıca da onlardan biri...Üç senedir Pınar Karşıyaka Basketbol takımının başantrenörü...Ve üç senedir, yıllarca mucizelere inanan ama bir mucize olması için sadece bekleyen bir takıma mucizeleri yaşatan adam. Basketbol liginin en doğru basketbolunu oynatan koçlarından biri... Modern basketbolun en iyi uygulayıcılarından.*** Pınar Karşıyaka oynadığı basketbolla bu oyunu sevenlere büyük bir heyecan yaşatıyor. Pınar Karşıyaka oynadığı basketbolla Avrupa’da Real Madrid, NBA’da Antonio Spurs nasıl bir anlayış değişikliği getirdiyse benzerini yapıyor...Hücuma hızlı çıkan savunmayı savunma yapmadan bastırabilen bir takım... Hamle avantajını hep elinde tutarak, oyuncularına belli bir şema içinde özgürlük verip, rakibin tepki vermesine izin vermeden oluşan fırsatları kullanan, bunları zorlayan bir oyun kuruyor..Riskli, çok uzun çalışma, oyunculara güven gerektiren bir basketbol.Sarıca maçı yönetmekten çok oyuncularına yönetmeyi öğretiyor. Asıl başarısı burada. Bütün bunları Pınar Karşıyaka’nın takımca yaptıklarından çıkan, tüm basketbol severlerin iyi bildiği, o ‘duyulan’ müzik için yazıyorum... Rakiplerine göre çok az paralarla bu işi becerebildikleri için yazıyorum...Eşine az rastlanır bir taraftarı olduğu için yazıyorum...***Bu yazıyı yazmadan önce basketbolun büyük yorumcusu dostum Kaan Kural’ıaradım... Uzun uzun sohbet ettik, ona Pınar Karşıyaka’yı ve Ufuk Sarıca’yı sordum...Dedi ki ‘Eskiden de Pınar Karşıyaka iyi ya da kötü yabancı oyuncular bulur sonra da sezonun şekillenmesini, elindeki malzemenin iyi sonuç vermesini mucizeyi beklerdi, belki olur belki olmazdı ve buna aldırmazdı... Ufuk Sarıca yine yabancı oyuncular buldu ama hergün üzerine birşey ekleyecek bir zemin kurdu...Her sene yeni bir prefabrik ev yapmak yerine önce kendi temeli olan ve hergün yeni bir kat çıkılan bir yapı oluşturdu. İşte o yüzden karşısında kendisinden beş kat büyük bütçeli takımları yenebiliyor, kupaları alıyor ve 3. Senedir yarı final oynuyor.Ufuk Sarıca’dan başka birçok iyi antrenör de var ama oynattığı modern basketbol anlayışıyla en iyi işi çıkartan antrenör o bence...’***Gerçekten mucizelere inanmak yetmez... O mucizeyi yaratmanız da gerekir... Yaşamınızı yaptığınız işe adamanız gerekir. İşte o zaman o müzik duyuluyor.Küçücük bir takımı mucizelerin parıldayan yıldızı yapıyorsunuz.O takımı ve semti hayallerinize ortak ediyorsunuz... Sadece oyununuzu değil, maceranızı, hikayenizi, mucizenizi de insanlar hayranlıkla izleyip alkışlıyor.PS: Yarın akşam Fenerbahçe - Pınar Karşıyaka yarı final ilk maçı var... Bence kaçırmayın derim...