Ders çalışmayanlara bir iki çift sözüm var!

1 Mayıs 2003

Sorumsuzlar veya sorumluluklarını yerine getirmeyenler... Uyanın, uyanın artık... Geç kalıyorsunuz, daha neyi bekliyorsunuz? Nasıl olsa, ekmek elden su gölden... Çalışıp, kendinizi niye yorasınız ki? Gak deyince su, guk deyince ekmek... Peki, bu durumda size ne yapmak kalıyor? Tembellik, tembellik yapmak... Televizyon seyretmek, telefonla gevezelik yapmak, arkadaşlara uymak, bilgisayarda oyun oynamak... Aşağıdaki ifade tarzlarını yadırgayacaksınız, size pek alışık gelmeyecek. Bana kızacaksınız. Kızın, hiç önemli değil. Kızmanıza son derece kayıtsızım. Hiç, derdim değil. Şimdi bana, sonra kendinize kızacaksınız. Sadece kızacaksınız, hayatınız hep kızmakla geçecek; önce bana, sonra kendinize. Sizinle hiç böyle konuşulmadı, konuşmak isteyenleri de susturdunuz. Çünkü siz, aslında ne yapmak istediğinizi çok iyi biliyorsunuz! Biliyorsunuz bilmesine de, ama bunları da bilin istedim. Belki, bizim de bildiğimiz bir şeyler vardır. Ayağınızı denk alın, gerçeklerle yüzlesin. Öyle kaçarak, yan gelip yatarak, kızarak, tembellik yaparak hiç bir yere varamazsınız. Gerçek, bu! Başka çare yok, bir an önce yola koyulun.Zor zanaat, ders çalışmak. Hiç dinamik değil, sıkıcı ve hatta bunaltıcı. Ne de zor geliyor size ders çalışmak! Biliyorum, aslında ders çalışmak istiyorsunuz ama... Ders çalışmanız gerektiğini biliyorsunuz ama... Eee... Bilmek yetmez, fiiliyata bakalım. Oturup çalışacaksın. Sıkılsan da, patlasan da oturup çalışacaksın. Çalışmadan, sen ne yapabileceğini sanıyorsun; sen neyi başarabileceğini sanıyorsun? Bir tek, sen akıllısın; diğerleri aptal! Çalışanlar aptal öyle mi? Görürüz bakalım kim akıllı, kim aptal! Aklınızı başınıza toplayın, gününüzün kıymetini bilin. Bugünler için değil, yarınlar için hazırlanın. Dünyadaki istihdam durumunun 'dramatik' bir biçimde kötüye gittiği gerçeğine, siz nasıl hazırlanmayı düşünüyorsunuz? Uluslararası Çalışma Örgütü'nün (ILO) raporuna göre, 2002 yılı sonunda dünyadaki toplam işsiz sayısı 180 milyon. ILO'nun 'Küresel İstihdam Eğilimleri' başlıklı raporunda, dünya ekonomisini iki yıldır etkileyen durgunluk sonucunda dünyadaki işsiz sayısının daha önce görülmemiş bir artış gösterdiği bildiriliyor. Rapora göre, 2000 yılı başında 160 milyon olan dünyadaki işsiz sayısı, iki yılda tam 20 milyon artmış. 2015 yılına kadar da bir milyar kişiye iş yaratılması gerekiyor. Dünyada durum bu. Eee, bir de biz Türkiye'de bulunuyoruz. Atatürk'ten beri bizi düşünen yok, bizim için çalışan yok! Bir de sen, kendin için çalışmazsan, ne olacak halin? Diyeceksiniz ki, ders çalışmayla bu anlattıklarınızın ne alakası var? Bari bu soruyu sormayın, bari en azından soruyu bu şekilde sormayın! İşsizlik ve eğitim düzeyi arasında sizce nasıl bir orantı var?Hani, sevmediğiniz ve yapamadığınız 'havuz problemleri'ne benziyor değil mi? Hayatta karşılaşacağın havuz problemleri insanı boğabilir, havuzun içinde boğulabilirsin, dikkat et! Bugün ders çalışmayan, yarın büyük sıkıntılar çekmeye adaydır! Ben, ortaokulda çok iyi ders çalıştığım için şimdi buradayım, bu köşede yazıyorum. Ben, lisede sabahlara kadar ders çalıştığım için şimdi televizyonda program yapabiliyorum. İyi ki çalışmışım, iyi ki uykusuz kalmışım. O günlerde rahatıma kıymışım, ama şimdi rahat ediyorum. Yoksa ben de bilirdim günümü gün etmeyi, yan gelip yatmayı.

Devamını Oku

Herkes işini bilecek!

29 Nisan 2003

Konferanslarda söylediklerim, hep 'idealist' şeyler olarak yorumlanıyor. Söyledikleriniz doğru, ama... Arkadan da ekleniyor: Eee, bir de hayatın gerçekleri var, realite denilen şey var... Konferanslarda ben, neler söylüyorum?* Lise son dan soru çıkmasa da çalışın, * Alan seçimini, test seçimi olarak algılamayın,* Sadece sınav için değil, hayat için öğrenin,* Okul derslerinize de gereken önemi verin,* Rapor almayın vb. diyorum.Ben, zor olan şeyleri söylüyorum. Milletin pek işine gelmedik şeyler bunlar; yorgunu, yokuşa sürmenin bir alemi yok! Hayatın gerçekleri, realite derken kast ettiğiniz nedir? Söyleyeyim ben: Kuralları kendine uydurmak, çıkar doğrultusunda düzeni bozmak ... Daha doğrusu, bizdeki tanımı bu! Herşeyi birbirine karıştırıyoruz; dini siyasete, sporu şiddete, sınavı eğitime... Aynı anda iki şeyi bir arada götüremiyoruz. Kısa vadeli çözümler buluyoruz, ama uzun soluklu problemler yaşıyoruz. Aslında, sadece günü kurtarıyoruz. Alın işte, hayatın gerçeğini... Gerçeği ve gerçeğin çözümünü... Türk Tabipler Birliği (TTB) Merkez Konseyi Başkanı Füsun Sayek, öğrencilerin sınav öncesinde hekimlerden istedikleri raporların hekimleri zor durumda bıraktığını savunarak, Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik'ten idari yetkisini kullanarak öğrencilere izin vermesini istiyor. Yani; raporların, yaygınlaşmış bir sosyal mesele için kullanılması, ortamı ve rapor verme işini bütünüyle dejenere etmektedir. Sayek, Çelik'e gönderdiği yazıda, anadolu liseleri ve üniversite sınavı öncesinde öğrencilerin rapor alarak sınava çalışmalarının 'doğal bir çözüm' olarak kabul edildiğini, rapor vermeyi uygun görmeyen hekimlerin zor durumda bırakıldıklarını ve öğrencinin geleceği ile oynamış duruma düşürüldüklerini öne sürüyor.Çal, çal oyna... Hata, hata üstüne. Bizler de sınavlara girdik, bizler de aynı yollardan geçtik. Ne rapor aldık, ne de 'doğal bir çözüm' yolu aradık. Ne sınavlar değişti, ne de geçilen yollar... Ne değişti biliyor musunuz? İnsanlar, toplum değişti, toplum. Bir uyanık biziz. Bir akıllı biziz. Kazandığınızı sanıyorsunuz değil mi? Bireysel olarak kazanıyorsunuz ama toplum olarak kaybediyorsunuz. Kafanızı kaldırın da, batıya doğru bir bakıverin. Kim kazanmış, kim kaybetmiş anlarsınız. Kazananlar, nasıl kazanmışlar acaba? Problem çözme başarısını gösterenler, lütfen aşağıdaki problemleri de çözsünler! Kıbrıs sorunu, AB süreci, demokratikleşme, sosyal ve ekonomik refah, eğitim... Hani sizler, problem çözme ustasıydınız, hani sınavları kazanmıştınız, hani dereceler çıkarmıştınız, hani nerde kaldı bunlar? Anneler, babalar! Hep, 'aman' diyorsunuz. Çocuğum kazansın diyorsunuz, şu sınavı bir atlatalım diyorsunuz. Günü kurtarmayalım, yarınları kurtaralım. Sınav önemli değil, o sadece bir araç. Araçla, amacı birbirine karıştırmayalım. Sınavlara değil, hayata insan yetiştirelim... Yarınlara, yarınların sorularını çözebilecek insanlar yetiştirelim; yoksa sınavın sorularını çözebilecek insanlar değil... Çözüm yolu; doktorların rapor, Milli Eğitim Bakanının da izin vermemesi mi olmalı?

Devamını Oku

Bunları aşın!

27 Nisan 2003

Adayların, vakıf üniversiteleriyle ilgili değerlendirmeleri o kadar kısıtlı ki, vakıf üniversitelerinin davetlisi olarak konferanslara gidiyorum; üniversite adaylarının vakıf üniversiteleri ile ilgili öğrenmek istedikleri (sadece) dört şey var:1- Bursu nasıl kaybederiz?2- Verdiğiniz diploma işveren tarafından tercih ediliyor mu?3- Burayı kazandıktan sonra, devlet üniversitesine geçebilir miyiz?4- Yatay geçiş ve çift ana dal uygulaması var mı?Sorulara dikkat ettiniz mi? Takıntılı sorular bunlar, takılmışlar... Soruların içi boş, içeriği yok. Halbuki, adayların daha araştırmacı, daha sorgulayıcı olmasını isterdim; ne öğretim kadrosunu soran var, ne yapılan araştırmaları soran var, ne de imkanları. İmkanlar derken: Labaratuvar, kütüphane, bilgisayar vb. kastediyorum. Adaylar, imkan derken: Sosyal ve fiziki (havuz) imkanlarını anlıyorlar. Nedir? Sizin diğerlerinden farkınız; bana ne gibi katma değer sağlayacaksınız, diye soran yok. Birinci soruda sorulmak istenen aslında şu: Bursu kesmek için ne yapıyorsunuz? Üniversiteden bahsediyoruz, ticarethaneden değil! Orası, kar zarar hesabıyla çalışan bir dükkan değil. Sunu çok iyi bilesiniz ki, kimse küçük hesaplar peşinde değil, sizin daha da başarılı olmanız için çaba sarfedecekler. Akademik işleri bırakıp, sizin aldığınız bursun peşinden koşacaklar; aşın bunları, aşın. Bu cağda, bu devirde bu mantık!ÖSYM bursundan başka, çalışıp sonradan (kısmi) burs alanlar da var; yeter ki çalışın, yeter ki isteyin! Bursun tanımını bilmiyorsunuz! Burs, başarıya verilir ve başarı devam ettiği sürece geçerli olur. Bizler bursu, verildi mi alınmamalı olarak algılıyoruz. Aslında bu korku, nedir biliyor musunuz? Kendine güvenememe korkusudur. 'Bursu alabilirim, ama devam ettirebilir miyim bilemiyorum!' güvensizliğidir. Biraz cesur olun, kendinize güvenin; bursun kesilmesini sağlamak, bence büyük bir başarıdır! Dört üzerinden iki nin altına düşmediğiniz takdirde, kimse sizin bursunuza karışmaz. İlginç bir durum! Yurt dışında burs kazanmak çok zor bir olaydır, bursu kazanan bayram eder; bizde ise, millet korkuyor. Burs kazanmaktan korkuyor, kendinden korkuyor, başarısından korkuyor. Bursu kazan, sonra yan gel yat. Oh, ne güzel! Kimse sana karışmasın, kimse senden hesap sormasın. Başka bir arzunuz?İşveren, diplomanızı hangi üniversiteden aldığınıza değil, işe yarayıp yaramayacağınıza bakacak. Nedir işe yarayıp yaramamak? Farkı yaratmak, istenenden fazlasını sunabilmek, istenmeden verebilmek vb. Sen, bunları yapamazsan, as diplomayı boynuna dolaş; bak bakalım, kimse senin peşinden gelecek mi? Kimsenin umurunda olacak mı, aldığın diploma? Bizler diplomaya, rütbeye, etikete, mevki ve makama çok düşkünüz; bunlar oldu mu, tamam. Ya sonrası? Allah, kerim... Boş sorularla uğraşmayın, kendinizi donatmaya ve yetkinleştirmeye bakın. Sizi en iyi yetiştirecek yere bakın; yabancı dil, bilgisayar, girişimcilik imkanlarına bakın. Vatan, Millet, Sakarya' dönemi bitti. Beni en iyi kim yetiştir, sen esas ona bak; devleti, vakıfı yok bu işin! Vakıf üniversitelerinden, devlet üniversitelerine geçiş sorusuna gelince; bana biraz işin kolaycılığına, uyanıklığına kaçma gibi geliyor. Düşük puanla gir, ücret ödememek için devlet üniversitesine geç. Çok zekice... Bence, bu zekanı sınavda kullan. Zor, hem de çok zor; unut bunu derim. Bu düşünceyle yola çıkma! Yatay geçiş ve çift ana dal uygulaması konusunda da diyeceklerim var... Bu iş, kolay değil. Başarı esasına dayanır; öyle, herkesin bir çırpıda yapabileceği şeyler değildir bunlar. Bunları yapabilmek için, çok çalışmak lazım, çok!

Devamını Oku

Ailem dahil, herkes güldü!

25 Nisan 2003

Tercihler yaklaşıyor... Diyeceksiniz ki, neyin tercihi? Daha sınav olmadı! Koyun can derdinde, kasap et derdinde. Oldu, bitti sayın! Geçen gün dedik ya; sınav, sınav başlamadan kazanılır diye. Bir telaştır gidecek. Neyin telaşı? İyi bölüm telaşı! Kolay iş ve çok para kazandıran bölüm telaşı. Şu bölüm nasıl, bu bölüm nasıl? Herkes, maçın daha ilk dakikasında gol atmak isteyecek. Dakka bir, gol bir! Oh, ne âlâ! Gol atacaklar ve yatacaklar. Bir gol atacaklar ve attıkları tek golle de maçı kazandıklarını sanacaklar! Maç, doksan dakika. Son saniyesine kadar oynamak, asılmak gerekiyor. Her bir dakika önemli... Ben, her dakikayı önemseyenlerdenim. İlk dakika, son dakika farketmez. Felsefe, birinci tercihimdi. Bu bölümü kazandığımda ailem dahil, herkes güldü. Babanın işi olmasa, aç kalırsın dediler. Türkiye ve felsefe... Felsefe ve iş... Felsefe ve para... İlginç eşleştirmeler! Yaşamımın bundan sonraki bölümünde babama bağımlı olmak, benim için de hiç hoş olmazdı. Zaten öyle bir kaygıyı taşımıyordum. Kendim başarmalıydım, kendi ayaklarımın üstünde durabilmeliydim! Peki, ben felsefeyi bilinçli mi seçtim? Ben, felsefenin neresindeydim? Ne uzağındaydım, ne de yakınında... Bu bölümü, bilinçli seçtiğimi söyleyemem. Belki, puanım yeterli olsaydı, tercihlerim daha farklı olabilirdi. İyi ki olmamış! Felsefe, meslek kazandıran bir bölüm değil; formasyon kazandıran bir bölüm. Yani, sepet koluna herkes yoluna. Kendinden şüphe edenler, kendine güvenemeyenler sakın bu ve bunun gibi bölümleri yazmasınlar! Ne demek, kendinden şüphe edenler? Etiket peşinde koşanlar, çok çaba harcamadan başarılı olabileceğini sananlar, tek hedefleri kolay iş ve çok para olanlar vb. Yeter ki çalışın... Yeter ki isteyin... Arkadan para da geliyor, statü de geliyor. Sabretmek gerekiyor, azim gerekiyor. Şunu unutmamak lazım: Başarı, sallana sallana; başarısızlık, dört nala geliyor.Üniversite mi, bölüm mü?Tercihlerde hangisine öncelik tanınmalı; üniversiteye mi, yoksa bölüme mi? Bence, öncelik bölüme tanınmalı. Neden? Üniversite ile evliliğiniz en çok beş sene sürecek, ama bölümle evliliğiniz bir ömür boyu sürecek! Eşinizi iyi seçin...ODTÜ'den tanıtım fuarıODTÜ, üniversite adaylarına, doğru tercih yapmalarına katkıda bulunmak üzere tanıtım fuarı düzenliyor. 26 Nisan Cumartesi günü sona erecek tanıtımda; üniversite adaylarının tercihlerini doğru ve bilinçli yapmalarına katkıda bulunulması, öğrencilerin meslek, kariyer, bilim ve teknoloji konularında aydınlatılması ve ODTÜ lisans programlarının tanıtımı amaçlanıyor. Üniversitenin tüm bölümlerinin tanıtımı, akademisyenler tarafından yapılıyor. Tanıtım sunuşları, video gösterimleriyle de destekleniyor. Ayrıca fuarda bölüm ve mesleklere ilişkin broşürler de dağıtılıyor.

Devamını Oku

Yaptığınız iki büyük hata var!

22 Nisan 2003

Birçok üniversite adayı, hâlâ ben şu dersi seviyorum, şu dersi sevmiyorum diyor; hayretler içinde kalıyorum. El insaf, sen bu kadar insanla yarışacaksın ve ders seçimi yapacaksın ve sonra da sınavı kazanmak isteyeceksin! Sana, hayatta başarılar... Mazeretler bitmez. Say, sayabildiğin kadar; ben şu dersi görmedim de, ben şu dersi sevmiyorum da, bu testin katkısı çok az da falan filan... Haklı da olabilirsin, sonuca bak sonuca! Bu mazeretler, sonucu değiştiriyor mu yoksa değiştirmiyor mu? Bence etkiliyor hem de olumsuz yönde. Hatalarınızdan ilki; değerlendirmeyi sınavdan önce yapıyorsunuz. Önyargılısınız, baştan karar veriyorsunuz. Ama bu kararlarınız, hep olumsuz yönde. Kendinize zararı dokunan kararlar alıyorsunuz. Ben, ne kadar çalışsam da şu dersi yapamam diyorsunuz. Ne demek bu? Sen, bu dersi çalıştın da mı böyle bir karara vardın? Yooo.! Sen, yeterince çaba gösterdinde mi böyle bir sonuca ulaştın? Yooo! Bu, ne demek biliyor musunuz? Tembellik! Kısacası buna tembellik denir. Buna, işin kolayına kaçma denir. Geçenlerde yazdım; sınav, sınav başlamadan kazanılıyor veya kaybediliyor diye. Biliyorum, kendinizce geçerli olan mazeret yine hazır; bu testin katkısı çok az diyeceksiniz. Şayet, aynı puan türündeysek; senin için de az olan, benim için de azdır. Ancak kimin neti daha çoksa; toplamda o, daha fazla puana sahip olacaktır. Küçümsersen, küçümseyemeyeceğin miktarda bir bedel ödersin, bunu unutma! İkinci büyük hatanız da ne biliyor musunuz? Tercihlerdeki değerlendirmeyi, sonradan yapıyorsunuz. Hele bir kazanalım da, sonra düşünürüz diyorsunuz. Tercihleri sonradan değerlendirdiğinizde, artık iş işten geçmiş oluyor. Geriye dönüşü yok, telafisi yok. Sonra pişman oluyorsunuz, ama artık çok geç!Hangi meslek iyidir?Çok saçma bir soru. Bu sorudan kasıt, 'aslında iyi kazandıran meslek, iyi meslektir; iş garantisi sağlayan üniversite, iyi üniversitedir' anlayışıdır. Kolay iş bulunabilen, iyi ücret kazanılan, statü sahibi olunan meslek soruluyor. Bunları sağlayabileceğine inanılan üniversite sorgulanmaya çalışılıyor. Üniversite, iş bulma kurumu değildir. Bu, üniversitenin görevlerinden biridir. Eğer elinizdeki tek kart, üniversite diploması ise, işiniz biraz zor demektir. Açmanız gereken, atmanız gereken başka kartlar da lazım. Gençler, etiket peşindeler. Sonuca direkt, doğrudan, bir seferde gitmek istiyorlar. Uğraşmak, didinmek, terlemek onlara zor geliyor. Diplomada yazan üniversite isminin veya bölümünün, başarı için tek unsur olduğunu düşünüyorlar. Ancak şunu unutuyorlar ki, sahada oynayan forma değildir, içindekidir. İçindekinin ruhudur, beynidir... Ahlaklı ve onurlu olduktan sonra, mesleğin iyisi veya kötüsü olmaz. Ancak meslekte, iyi veya kötü olunur. İyi para kazandıran meslekten ziyade, meslekte iyi para kazananlar vardır. Kolay iş bulunan meslekten ziyade, meslekte kolay iş bulanlar vardır. Hayat okulunda, diplomadan başka şeyler de gerekiyor! Size, iş bulduracak olan, üniversitenin adı değildir; üniversitenin adı kriterlerden sadece bir tanesidir, başka şeyler de gerekiyor. Ne gibi? Yabancı dil, bilgisayar, yüksek lisans, sertifikalar, azim, özveri, motivasyon, gözlerinizdeki ışıltı vb. Bunca yıldır çalışıyorum, kimse bana diplomamı sormadı. Mezun olduğum üniversitenin adını sormadı, galiba gerek de kalmadı. Ben, sadece kendime güvendim!

Devamını Oku

Gelecek 3 saatte mi belirlenecek?

20 Nisan 2003

Bu soruyu çok duyarız. Aslında bu soru, yakınmayı yansıtan bir sorudur. Daha çok şans, daha çok imkan verilmesini isteyen bir isyandır. Gelecek 3 saatte mi belirlenecek? Evet, gelecek 3 saatte belirlenecek! Geleceğin belirlenmesi için, 3 saat yeterli bir süredir. Biliyorum; karşı çıkacaksınız, kabullenmek istemeyeceksiniz. İki sınav olsa, üç sınav olsa... Daha iyi olmaz mı diyeceksiniz... Şunu kabullenin, sonuç değişmeyecek. Gerçeklerin arkasına saklanmayın, sorumluluktan kaçmayın. Oyunun kuralları belli, oyunu kurallarına göre oynamak lazım... Aslında gelecek belirlendi, gelecek şekillendi. Gelecek belli, geleceği siz belirlediniz; kendiniz belirlediniz, sınav belirlemeyecek. Geleceği belirleyen, sınav değildir. Kişinin kendisidir, kişinin yaptıklarıdır, davranışlarıdır. O zaman, diyeceksiniz ki sınava ne gerek var? Sınav: Geleceği belirleyen ana unsur değil, sadece bir araçtır. Kazanan ve kaybeden, sınavda belli olmuyor, sınav öncesindeki tutum ve davranışlarından belli oluyor. Sınav, sınav başlamadan kazanılıyor veya kaybediliyor.Bazı şeylerin iyi gitmediğinden şikayet ediyorsanız, unutmayın ki direksiyonda siz varsınız. Kaptan sizsiniz, rotayı belirleyen sizsiniz. Rüzgara karşı mı yelken açacaksınız, yoksa akıntıya karşı mı kürek çekeceksiniz, bunu siz belirleyeceksiniz. Ben, sınavı; bir tahlil sürecine benzetiyorum. Sınav esnasında, tahlil olacaksınız. Çoğu insan, tahlil olmaktan korkar. Ya kötü bir sonuç çıkarsa diye, gerçekle karşılaşmaktan korkar ve kaçar. Ertelemeye çalışır. Halbuki, olan olmuştur. Fazlalık veya eksiklik şekillenmiştir. Tahlil sonucunda, şu eksik veya bu fazla derler. Sonucu belirleyen; tahlil gibi gözükse de, aslında sonuç daha önceden belirlenmiştir. Diyeceksiniz ki: Peki ya o gün, başımıza bir şey gelirse? Evet, gelebilir. İnsanız, can taşıyoruz. Her an, başımıza bir iş gelebilir. Bu, bizim dışımızdaki bir olaydır. Bizim elimizde olmayan bir durumdur. Bazı şeyler vardır ki, bunlara biz müdahale edemeyiz. Buna, bu duruma kader diyebiliriz. Kader diyemeyeceğimiz, kabullenemeyeceğimiz şeyler de var; sınava hazırlık süreci gibi. İşte, sınava hazırlık sürecinde takınacağımız tavır ve davranışlar, bizim geleceğimizi belirleyen ana öğelerdir. Ders ayrımı yaparsan, 'bu dersi sevmiyorum' dersen, 'bu dersin bana puan katkısı az, onun için çalışmaya değmez' dersen, 'ne kadar çalışsam da yapamam' anlayışını terketmezsen, işin kolayına kaçarak kazanacağını zannedersen; sana 3 saat yetmez!

Devamını Oku

1 verip, 364 alanlar...

17 Nisan 2003

Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı kutlamaları kapsamında, 81 ilden 550 çocuk, TBMM Genel Kurulu'nda milletvekillerinin koltuklarını dolduracak. TBMM Başkanlığı, Milli Eğitim Bakanlığı, Sosyal Hizmetler Çocuk Esirgeme Kurumu Genel Müdürlüğü ile UNICEF'in organizasyonuyla 81 ilden 550 çocuk, Ankara'ya gelerek TBMM'deki özel oturuma katılacak. TBMM'nin "Çocuk Parlamentosu" olarak çalışacağı özel gündemli toplantısı, 20 Nisan Pazar günü yapılacak. Atatürk'ün TBMM'nin açılış gününü bayram olarak armağan etliği çocuklar, TBMM Genel Kurulu'nda sorunlarını tartışacaklar. Sokakta yaşayan ve çalışan çocuklar ile özürlü çocuklar da söz konusu oturuma katılarak sorunlarına ilişkin mesajlar verecek. Kadın-erkek eşitliğini simgelemek için, genel kurulda kız ve erkek çocuk sayısı eşit olacak. Çocuklar, "Sağlıklı Yaşam ve Eğitimde Kalite" konularını tartışacaklar. Milletvekilleri de çocukları, dinleyici locasından izleyecekler. Çocuklara bir gün yeter. Geri kalan 364 gün, bizim çıkarlarımız için yeterli mi?Petrolden daha değerli cevherlerimiz var!Ey, 364 günün sahipleri! Farkında mısınız, petrolden daha kıymeli cevherlerimiz var. Cevherlerin yeri ve rezervi belli, ama işlemek gerekiyor. İşinize gelir mi bilmiyorum, ama yapamadığınız işlerin tümünü bırakın ve şu cevherleri ışıldatın! Türkiye Nüfus ve Vatandaşlık İşleri Genel Müdürlüğü istatistiklerine göre, Türkiye nüfusunun çoğunu gençler ve çocuklar oluşturuyor. Türkiye'nin nüfusu 70 milyon 534 bin 746.Rakamlarla Türkiye nüfusu:0-4 yaş grubunda 5 milyon 534 bin 328 5-9 yaş grubunda 6 milyon 560 bin 230 10-14 yaş grubunda 6 milyon 462 bin 671 15-19 yaş grubunda 6 milyon 595 bin 334 20-24 yaş grubunda 7 milyon 309Buraya kadar yeter... Buraya kadar olan toplam, Türkiye'nin yarısı. Aklımızı başımıza toplayalım. Dünyanın başka hiçbir ülkesinde böyle bir potansiyel yok.Düzeltilemeyen sebeplerMEB Ortaöğretim Genel Müdürlüğü'nün Bakan Hüseyin Çelik'e sunulmak üzere hazırladığı raporda, ortaöğretimde eğitim kalitesinin düşük olduğu belirtildi. Raporda; genel liselerdeki eğitim ve öğretimde istenilen kalitenin yakalanamadığı ifade edilerek, bunun sebepleri şöyle sıralandı:• İlköğretimde uygulanan sınıf geçme sisteminde yeterli bilgi seviyesine ulaşamamış öğrencilerin liselere girmesine olanak sağlanmış olması,• Okul türlerinin çok çeşitli olması, büyük bir kısmına sınavla öğrenci alınması,• Sınıf geçme sistemlerinin sık sık değiştirilmesi,• Başarısız öğrencilerin başarılı kılınması için her yıl yeni hakların verilmesi,• Sınıf mevcutlarının kalabalık olması ve ikili öğretim yapılması,• Nüfus, öğretmen, fiziki yapı ve eğitim araçlan yetersizliklerine rağmen okulların açılmış olması,• ÖSS'nin zamanlamasının doğru olmaması ve soruların yıllara göre dengeli dağılmaması,• Okullardaki rehberlik hizmetlerinin yeterince yerine getirilememesi,• Yabancı dil öğretiminde başarılı sonuçların alınmaması,• Okul pansiyonlarının fiziki mekanı, kapasitesi ve donanımının yeterli düzeyde olmaması,• Velilerden alınan "eğitime katkı" payı kamuoyunda "sızlanma ve değişik yorumlara" sebebiyet vermesi,• Kurumlardaki genel idari ve yardımcı hizmetli personel sıkıntısı önemli boyuta ulaşması,• Anadolu ve fen liselerinin öğretmen ihtiyacı yeterince karşılanamaması,• Okul müdürü atamalarında sıkıntı yaşanması,• Nüfus artışı ve iç göçler nedeniyle büyük kentlerde kalabalık sınıfların ve ikili öğretimin halen devam etmesi...

Devamını Oku

Sermayesini kurtarmayanlar

16 Nisan 2003

Ankara Üniversitesi TÖMER Kayseri Şube Müdürü Oktay Durukan, çocuk kitaplarının, anadilin öğretiminde birinci derecede rol oynadığını belirtiyor. Durukan: "İnsanların zihinsel gelişimlerinin ve hayatları süresince öğrendiklerinin yüzde 80'ini, 12 yaşına kadar öğrendikleri söylenir. Yalnızca okullarda okutulan Türkçe ders kitaplarıyla, çocuğa okuma sevgisi ve alışkanlığı kazandırılamaz. Çocukların okuma zevkinin ve alışkanlığının gelişiminde üzerinde durulması gereken en önemli konu, ders dışında okutulan kitaplardır" dedi. Gelişmiş ülkelerde çocukların ortalama haftada 1, yılda da 50 kitap okuduğunu belirten Durukan, bunun, 15 yıllık bir eğitim döneminde 750 kitaba karşılık geldiğini söyledi. Durukan: "Ancak ülkemizde çocuklara yönelik kitapların sayısı yeterli değildir. Bu yüzden ülkemizde de gelişmiş ülkelerde olduğu gibi, çocukların seviyesine uygun olarak hazırlanmış kitapların yayınlanmasına önem verilmelidir" dedi.Sermayesi artırılanlarDiyanet İşleri Başkanlığı, Dini Yayınlar Döner Sermaye İşletmesi'nin, 3 trilyon liralık sermayesi 12 trilyon liraya çıkarıldı. Diyanet İşleri Başkanlığı Dini Yayınlar Döner Sermaye İşletmesi'nin 3 trilyon lira olan sermayesinin 12 trilyon liraya çıkarılmasına ilişkin Bakanlar Kurulu karan, Resmi Gazete'de yayımlandı.Tartışılan konularMEB, "F" ve "Q" klavye tartışmasında, "F" klavyeden yana tavır koydu. Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik, yayımladığı genelgede "F" klavyenin yararlarına değindi. Dünya daktilografi şampiyonalarına katılan Türk yarışmacıların şampiyonluklar kazandıklarını ifade eden Çelik, bu başarılarla "F" klavyenin geçerliliğinin kanıtlandığını vurguladı. Çelik, MEB'e bağlı her tür ve kademedeki okul ve kurumlarda, başta bilgisayar olmak üzere her türlü makinelerde klavye kullanımı ve temininin şu esaslara göre yapılması talimatını verdi: "Bakanlığımız ve bağlı kuruluşları ile her derece ve türdeki okul ve kurumlarda "F" klavye kullanılacaktır. Halen "Q" klavyeye göre üretilmiş makinelerin klavyeleri kademeli olarak "F" klavyeye, dönüştürülecektir. Klavyeli makineler satın alınırken "F" klavyeye göre üretilmiş olmasına dikkat edilecektir. Daha öne "Q" klavyeye göre beceri kazanan personelin "F" klavyeye geçiş eğitimlerini sağlamak üzere kurslar düzenlenecektir."Yazık olanlarDüzce'nin Akçakoca İlçesi'nde taşımalı eğitim kapsamında eğitim gören öğrenciler, köy yollarının bozuk ve çamurlu olmasından şikayet ederek, can güvenliklerinin sağlanması için Kaymakamlık'a dilekçe verdiler. Kurugöl Köyü'nden taşımalı eğitim kapsamında, minibüsle Akçakoca Yenimahalle İlköğretim Okulu'na giden öğrenciler, 20 kilometrelik güzergahın büyük bölümünün bozuk olduğunu söylediler. Dilekçede, öğrencilerin can güvenliğinin sağlanması amacıyla yapılan başvuruların üzerinden 1.5 yıl geçmesine rağmen herhangi bir çalışma yapılmadığı bildirildi. Öğrenciler, servis aracının çamur yüzünden çoğu kez köye gelemediğini ve saatlerce yürüyerek, başka güzergahtan araca binmek zorunda kaldıklarını söylediler. Öğrenciler, bazı günlerde ise okula gidemediklerini ifade ederek, "Yol çok tehlikeli. Bozuk ve çamurdan geçit vermiyor. Yolun bir an önce yapılmasını ve can güvenliğimizin sağlanmasını istiyoruz" dediler. Servis Şoförü Ahmet Biriktir, başta Kaymakamlık olmak üzere ilgili her kuruluşa yolun onarımı için başvurduğunu bildirdi. Biriktir: "Köy Hizmetleri, (Mazotumuz yok, çalışamıyoruz) diyor. Düzce Valiliği'nden cevap alamadık. Yol çok dar ve aşırı çamurdan kaygan halde. Eğer öğrencilerin başına bir şey gelirse sorumlu değilim" dedi.

Devamını Oku