Fethullah Gülen 26 Kasım 1989’da, daha Sovyetler Birliği yıkılmadan ve bağımsız Türk cumhuriyetleri ortaya çıkmadan önce, İzmir Hisar Camii’nde yaptığı ve aynı anda 35 camide yayınlanan ünlü vaazını şu sözlerle bitirmişti: “Oyuna gelmeyin. Biz muhabbet fedaileriyiz. Huzur ve itminânın, emniyet ve güvenin yanındayız. Bunu gösterecek, bunu temsil edeceksiniz. Çünkü dünya sizin soluklarınıza muhtaç. Dünya sizi bekliyorken küçük oyunlara gelmeyin. Siz soluklarınızı Özbekistan’da, Türkmenistan’da, Mengüşistan’da, senelerden beri insanı teb’id edilen Kırım’da soluklayacaksınız. Sizi bekliyorlar. Elinizde Kur’an, elifba cüzleri, bantlar, oraya gidecek, Hz. Muhammed’i anlatacaksınız. Büyük işler sizi bekliyor. Küçük işlerin altında kalıp ezilmeyin. Allah yardımcımız olsun.”
Talebeleri onu dinledi, önce Türk cumhuriyetlerinde, ardından Balkan ülkelerinde ve zamanla Müslüman nüfus bulunsun ya da bulunmasın dünyanın hemen her köşesinde okullar açtı. Sonuçta Gülen cemaati en az 140 ülkede yaklaşık 1200 eğitim kurumuyla küresel bir güç hâline geldi.
Kâra geçen okullar
Kuşkusuz bu noktaya hiç de kolay gelinmedi. Gidilen ülkelerin kimisinde otoriter, hatta totaliter rejimler hâkimdi. Bazılarında İslami cemaatlerin bu tür faaliyetlerine şüpheyle bakılıyordu. Üstelik Türkiye’de de zaman zaman hükümetler ve tabii ki onlar üzerinde ciddi bir gücü olan askerler cemaatin bu faaliyetlerini engellemek için gayret gösteriyorlardı.
Cemaat bu ve benzeri zorlukları büyük ölçüde aştı. Başlangıçta Türkiye’deki dindar zenginler tarafından sübvanse edilen okullar zamanla kendilerini finanse ettiler, hatta kâra geçip yeni okullar için sermaye temin ettiler. Bunda, görev yapan personelin çoğunun cemaatin okullarında yetişmiş, mütevazı ücretleri kabul eden gönüllüler olması etkili oldu.
AKP iktidara geldikten bir süre sonra Dışişleri Bakanlığı bir genelge yayınlayarak, yurt dışı temsilciliklerinden cemaat okullarıyla iyi ilişkiler kurmalarını istedi. Devlet yöneticilerinin yurt dışı gezilerinde ziyaret etmesiyle bu okullar için yeni bir dönem de başlamış oldu. Özellikle cemaat-hükümet ittifakının netleştiği 2007 yılından itibaren bu okulların altın çağlarını yaşadığını söyleyebiliriz. Bunu en net olarak Türkçe Olimpiyatları’nda gördük.
Lobi savaşları
Şimdi her şey tersine dönmüş durumda. Başbakan Erdoğan tüm büyükelçilere Gülen cemaatinin “gerçek yüzü”nü anlatma görevi verdi. Cemaat kaynakları, daha şimdiden kendileri aleyhine propagandaların yapılmaya başlandığını söylüyor ama bunlardan olumsuz etkilenmelerinin mümkün olmadığını iddia ediyorlar.
Gerçekten de bu okulların bulundukları ülkelerde genel olarak belli bir prestije sahipler. Bu nedenle özellikle yoksul ülkelerde yerel seçkinler çocuklarını buralara yollamayı tercih ediyor. Yine bu okullardan mezun olanlar içinde ülkelerinde önemli pozisyonlara gelen çok kişi var. Dolayısıyla dış temsilciliklerin, zaten lobicilik konusunda hayli deneyimli olan cemaat ile baş edebilmesi çok zora benziyor.
Yine de Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin başkenti Erbil’de sohbet ettiğimiz okul yöneticilerinin anlattıklarından, cemaatin bu yeni durumdan pek memnun olmadığını anlayabiliyoruz. Bununla birlikte “Artık yüzde 50 daha fazla çalışıyoruz. Tek tek herkese yeniden kendimizi anlatıyoruz. Bu olay bizi tembellikten kurtardı” diyorlar, yani “her işte bir hayır vardır” deyişinden ilham alarak işlerine daha fazla motive oluyorlar.
Mutlaka belli zararlar göreceklerdir ancak yurt dışındaki cemaat okullarının faaliyetlerinde çok ciddi olumsuzluklar yaşanacağını sanmıyorum. Hatta hükümetin, ülke içindeki faaliyetlerine belli engeller getirmesi halinde cemaat ağırlığı iyice yurt dışına ve okullara verebilir.
Bu arada cemaat-hükümet savaşının dünyanın dört bir köşesine taşınıyor olmasının Türkiye’nin yurt dışındaki algılanışına nasıl etki yapacağı gibi bir başka ciddi konu daha var...
Yurt dışındaki cemaat okullarının akıbeti
Haberin Devamı