Şu dört özellik Ergenekon’un onbirinci dalgasını diğerlerinden farklı kılıyor:
1) İlk kez bir sendika (Türk Metal) kapsama alındı;
2) Her ne kadar daha önce Ulusal Kanal’a girilmiş olsa da ART’ye yönelik operasyon, Ergenekon’un medya ayağını epey kuvvetlendirdi;
3) Daha önce değişik rütbelerden muvazzaf subaylar gözaltına alınmıştı ancak ilk kez çoğu Özel Harekatçı, değişik kademelerden polis de soruşturmaya dahil edildi;
4) İşçi hareketi içinde yıllardır “devletin temsilcisi” olarak tanınan Mustafa Özbek, ulusalcı hareket içinde, hem Türk milliyetçiliği kökenlilerin önde gelenlerinden olması, hem de geniş mali imkanlarıyla sivrilen bir isimdi. Onun gözaltına alınması Ergenekon operasyonunun sadece bir “terör örgütü” nü ortdan kaldırmak değil, AKP’ye karşı en sert muhalefeti yürüten ulusalcı akımın tasfiyesini de hedeflediği iddialarını kuvvetlendirdi.
Adli mi siyasi mi?
Diğer bir deyişle dün en çok Ergenekon’un bir “adli” mi yoksa “siyasi” soruşturma mı olduğunu tartıştık. Bu tartışmanın zaten varolan toplumsal kamplaşmayı daha da derinleştirdiği ortada. Vatan’daki yazılarım ve NTV’deki yorumlarımda olabildiğince “objektif” olmaya çalışıyor ve okuyucu/izleyiciye her iki boyutun da soruşturma süresince söz konusu olduğunu; soruşturmayı yürütenlerin neredeyse her dalgada, iki boyutu da temsil eden zanlıları bir nevi harmanladıklarını; soruşturmanın bazı aşamalarında “adli”, bazılarında da “siyasi” boyutun öne çıktığını anlatmaya çalışıyorum.
“Tarafsızlık” olarak tanımlanabilecek bu duruşun “tavırsızlık” anlamına gelmediğini hep söyledim, bir kere daha tekrarlamak isterim. Medyada bu türden “ortayolcu” çizgi tutturmaya çalışanların az olduğunu görüyor ve bunların da her iki uç tarafından “taraflı” davranmakla suçlandığını, en azından kendi örneğimden hareketle, çok iyi biliyorum.
PKK ve Hizbullah örnekleri
Neyse. Gözaltına alınıp büyük çoğunluğu tutuklanan çok sayıda emekli ve halen aktif görevdeki güvenlik görevlileriyle, bazı mafya ile ilişkili şahıslardan en azından bir bölümünün silahlı bir örgütlenme içinde oldukları mahkeme tarafından sabit görülmesi ve mahkum olmaları çoğumuzu şaşırtmayacaktır. Ancak siyasetçi, yazar, gazeteci, işadamı, sendikacı gibi belli bir statüye sahip olan, çoğu yaşını başını almış birçok ismin “terörist” olduklarının kanıtlanabilmesi o kadar kolay olacağa benzemiyor.
Aynı şekilde zor olan diğer bir şeyse, son yıllarda ideolojik olarak şekillenmeye ve örgütlenmeye başlayan ulusalcı hareketin bu tür operasyonlarla tasfiye edilmesidir. Kimileri “zaten soruşturmanın böyle bir amacı yok” diyebilir. Öncelikli hedef bu olmayabilir ancak ulusalcılığın öne çıkmış sembol isimlerinin büyük çoğunluğunun soruşturmaya dahil edilmiş olması, bunu yürüten ve onlara destek verenlerin en azından bilinçaltlarında böyle bir niyetin bulunduğunu düşünmemize yol açıyor.
Şayet böyle bir arzuları varsa boşuna çabalıyorlar demektir. Toplumda belli bir potansiyeli ve kökleri olan siyasi hareketleri, sırf bazı mensupları yasadışı yönelişlerde bulunuyor diye toptan kriminalize etmek, çok vahim ve sık tekrarlanan bir hatadır.
Eğer polisiye yöntemlerle bu iş olsaydı 12 Eylül 1980 darbesinde hapse atılan liderler sırayla yeniden ülkeyi yönetemez; Milli Görüş hareketinden türeyen AKP yıllar boyunca tek başına iktidar olamazdı.
Bu strateji o kadar yanlıştır ki, yasadışı yöntemlere başvuranlara çok geniş bir meşruiyet alanı da sunmaktadır. Güneydoğu’da PKK ve Hizbullah örgütlenmelerinin bütün terörle mücadele yöntemlerine rağmen alabildiğine geniş toplumsal desteğe sahip olmayı sürdürmeleri buna açık birer örnektir.
Ulusalcı hareket bünyesinde, meşru sınırlar içinde kalmak isteyenlerle yasadışı faaliyetleri temel alanların ayrıştırılmaması durumunda -ki bugüne kadarki yaşananlar bunun başarılamadığını, belki de denenmediğini gösteriyor- kısa vadede bu akımın çok büyük darbeler yiyebileceğini, ama orta ve uzun vadede bugünkünden çok daha güçlü bir şekilde varlığını sürdürme ihtimalinin hayli yüksek olduğunu söyleyebiliriz.
Ulusalcı hareket bitirilebilir mi?
Haberin Devamı