Cumartesi günü Meclis’te çok sayıda AKP’li milletvekiline neden toplumsal mutabakat aramadıklarını sorduğumda çok şaşırdılar. “Daha ne olsun? Son seçimlerdeki seçmenlerin şu kadarı, Meclis’teki milletvekillerinin bu kadarı destekliyor ya!” dediler. Sadece milletvekilleri değil, AKP-MHP’nin türban düzenlemesine destek veren hemen herkes “toplumsal mutabakat”ın (uzlaşmanın) sağlandığında hemfikir.
Prof. Burhan Şenatalar, dünkü Sabah Gazetesi’nde kendisiyle yapılan röportajda bir arada yaşamanın bu temel kavramının nasıl yanlış kullanıldığını ve içinin boşaltıldığını tek bir cümleyle özetliyor:
“Toplumsal uzlaşma karşı görüşler arasında olur.”
Hükümetin, MHP’nin desteğini aldıktan sonra kimseye gitmediğini; hatta mutabakat arayışındaki DSP Lideri Zeki Sezer’in Başbakan Erdoğan’ın kapısını çaldığını, ancak pozitif bir gelişme yaşanmadığını da biliyoruz.
AKP’nin türban yasağının kalkmasına karşı ya da mesafeli kesimleri kazanmaya çalışmak bir yana, yıllardır bu yasağın kalkması için uğraş veren, ancak son düzenlemenin zamanlaması ve yönteminden rahatsız olan sol ve liberal aydınlara kulak kabartmadığını da biliyoruz.
Şu “CHP tabanı”
Yine Cumartesi gününe ve Meclis’e dönecek olursak: “Toplumsal mutabakat”ın gerçek anlamda ne demek olduğunu çok iyi bilen, kimileri üst düzey görevler üstlenen AKP’lilerle de tartışma imkanı buldum. Onlar da bütün suçu CHP’ye ve onun lideri Baykal’a atmaya çalıştılar. “Baykal’ı biliyorsun. Onunla nasıl uzlaşabiliriz ki!” cümlesini her duyduğumda “İyi de aynı Baykal Kasım 2002 seçimlerinin hemen ardından AKP Genel Merkezi’ni ziyaret edip Erdoğan’ı tebrik etmemiş miydi?” dedim.
Yani Baykal’ın inatçılığını veya demokrasiyle, haklar ve özgürlüklerle kurduğu ilişkiyi bahane ederek “toplumsal mutabakat” arayışına girişmeme tavrının demokrasiyle hiçbir ilgisi yok. Öte yandan bazı AKP’lilerin işi daha da ileri götürüp “CHP tabanı”nı sorumlu tutmaları akıl alır gibi değil. Çünkü “darbeci” vs. gibi kavramlarla aşağılamaya çalıştıkları o insanlar, bir zamanlar kendileri demokrasiyi “beşeri ideoloji” diye aşağılarken Türkiye’yi daha da demokratikleştirmek; “insanın haklarından önce Allah’a karşı kulluk görevleri vardır” derken temel hak ve özgürlükleri yerleştirmek; “Avrupa Topluluğu Hıristiyan kulübüdür” derken Türkiye’yi Avrupa’nın parçası yapmak için mücadele ettiler ve bedeller ödediler.
Gül ümit vermiyor
Son yıllarda yaşanan müthiş dönüşümlerle birlikte Türkiye’de birçok şeyin altüst olduğu, solun tabanının sağa doğru savrulduğu, bu arada muhafazakâr kesimlerin de evrensel ilkelere daha fazla yakınlaştıkları doğrudur. Ama bu sürecin halen sürdüğünü görmeden bu değişimleri mutlaklaştırmak yanlış olur. En azından her iki kesim içinde de geçmişle bağlarını koparmamak için direnenler var ve hâlâ çok etkililer. Ayrıca yaşanan değişim ve dönüşümün bireyler tarafından bütünüyle içselleştirildiği de söylenemez.
Prof. Şenatalar toplumsal uzlaşmanın ancak “probleme daha geniş çerçevede yaklaşarak” sağlanabileceğini söylüyor ki sonuna kadar haklı. Bugün AKP’nin böyle bir arayışa gireceğine dair bir işaret yok. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül de bizleri “şaşırtacağa”, gerçekten “hepimizin cumhurbaşkanı” olduğunu açık ve net bir şekilde göstereceğe benzemiyor. Zaten Gül, YÖK’ün başına, “kendi mahallesi”nden Prof. Yusuf Ziya Özcan yerine, toplumun tüm kesimlerine eşit mesafede olabilecek (ki böyle isimler bulunduğunu o da biz de çok iyi biliyoruz) bir ismi getirmiş olsaydı herhalde bugünleri daha az gergin geçirirdik.
Peki şimdi ne olacak? Dün üniversitelerde yaşanmaya başlayan kaos giderek tırmanacak. Bu da toplumsal mutabakat yerine zaten varolan toplumsal yarılmayı daha da şiddetlendirecek. Ve olan yine örtülü kızlara olacak.
Toplumsal mutabakat aramamanın bahanesi olamaz
Haberin Devamı