Açıkçası türban konusu üzerine bir süre bir daha yazmamayı düşünüyordum. Çünkü AKP-MHP ittifakıyla yapılan düzenlemenin zamanlaması ve yöntemini eleştirirken, başörtülü kızların üniversitelere girme yasağını savunuyormuş gibi algılanmak çok rahatsızlık verici. Çünkü başından itibaren bu yasağın temel hak ve özgürlüklere aykırı olduğunu; artı olarak cinsiyet ayrımcılığı içerdiğini düşünüyorum.
Üstelik hiçbir zaman, bazıları gibi “türban öncelikli sorun değil” demedim. 2002 Genel seçimleri öncesi, İsmail Cem’in liderliğindeki Yeni Türkiye Partisi’nden (YTP) milletvekili adayıyken, türban sorununu çözme gerekliğini seçim bildirgesine koydurttum. YTP adına medyada konuşurken ya da seçmenden oy isterken türban sorununu hep dile getirdim. Ki o seçimlerde AKP’nin hiçbir şekilde bu sorunu gündeme getirmediği hatırlardadır.
Erdoğan’ın toptancılığı
Yazmayacaktım ama dün televizyonda Başbakan Erdoğan’ı dinleyince yazmayı sürdürmenin farz olduğu noktasına geldim. Öncelikle, AKP ve destekçileri türbanla ilgili düzenlemelerin ardından “toplumu gereksiz yere germeyelim” mesajları verirken Erdoğan’ın bu kadar sert ve gerginliği tırmandırıcı bir konuşma yapmasına bir anlam veremediğimi itiraf etmeliyim. Bu konuşmanın bir strateji gereği değil, tamamen duygusal kaygılarla hazırlandığını sanıyorum.
Ancak benim derdim Erdoğan’ın üslubundan ziyade konuşmasının içeriğiyle.
AKP lideri, türban düzenlemesine yönelik eleştirileri iki olguya bağlıyor:
1) CHP ve lideri Baykal. 2) “Bir kısım medya”, esas olarak da Doğan Grubu ve özel olarak da Hürriyet Genel yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök.
Son düzenlemeye itiraz eden herkesin bu iki torbaya doldurulamayacağını, konuyla ilgili herkes gibi Erdoğan da biliyor; isimleri saymaya gerek yok. AKP lideri, türban yasağına karşı olmalarına rağmen son düzenlemeye tamamen demokratik kaygılarla karşı çıkanların varlığını görmezden gelerek Türkiye’deki tartışma, diyalog ve toplumsal uzlaşma, dolayısıyla demokrasi kültürüne olumsuz anlamda katkıda bulunuyor.
CHP’li olmak ayıp değil
Herkes kendinden mesuldür. Kendi şahsıma, CHP’li bir aileden gelmek ve bundan hiç de rahatsız olmamakla birlikte hayatımda bu partiye oy vermedim ve Baykal ile demokrasi, temel hak ve özgürlük, laiklik gibi temel konularda tamamen farklı düşünen biriyim. Baykal’ın daha önceki laiklik eksenli krizlerde olduğu gibi, bu sefer de gerilimden istifade etmek istediğini görüyor ve yine hayal kırıklığına uğrayacağını tahmin ediyorum.
Baykal ve onun çizgilerindekiler türban serbest bırakılırsa laiklik elden gidecek diyorlar. Hiç inanmıyorum. Hatta türbanın serbest bırakılmasının laikliğin lehine olacağını yıllardır ileri sürüyorum. Benim kaygım demokrasi. AKP’nin, bir tek MHP desteğini yeterli görüp, (türban lehine oy verecek olan DTP’yi bile atladı) sorunu çözdüğünü sanarak Türk demokrasisine çok büyük bir kötülük yaptığını düşünüyorum. Karşı görüşte olanları sürece katmadan yapılacak düzenlemeler iç barışa ciddi anlamda zarar verebilir. Bu noktada “kaos” tanımına çok kızan Erdoğan’a, Cumartesi günü Meclis’te çok sayıda AKP milletvekilinin bana “istemiyoruz ama kaos kaçınılmaz” dediğini hatırlatmak isterim.
Yine “bir kısım medya”
Acı bir şekilde 28 Şubat sürecini hatırlatan “bir kısım medya” tabirine gelecek olursak: Geçmişte Doğan Grubu bünyesinde çalıştım. Şu an da Vatan Gazetesi her an grup bünyesine katılabilir. Ama bu bir yerden sonra beni hiç ilgilendirmiyor. Hiçbir zaman siparişle yazı yazmadım, yorum yapmadım; bu saatten sonra da yapmayacağım.
Erdoğan bu grubun birtakım çıkar hesaplarıyla hükümete saldırdığını ileri sürüyor. Bilmiyorum, açıkçası çok fazla ilgilenmiyorum da. Ama aralarındaki çekişmeyi hepimizi birinci derecede ilgilendiren alanlara taşımasalar çok iyi olur.
Son bir not Ertuğrul Özkök hakkında. AKP ve onu destekleyenler uzun zamandır Özkök’ü “bir numaralı şer odağı” görüyorlar. Muhafazakâr medyada köşe yazarlarının Özkök’e laf yetiştirmeye çalışmalarını, hele çiçeği burnunda yazarların ilk fırsatta onunla polemiğe girme çabalarını bir ara gülümseyerek izlerdim. Artık bundan da vazgeçtim.
Başbakan’ın duygularını anlıyorum ama bir de realiteler var. Örneğin tek bir soru yeter: Kim 22 Temmuz seçimlerinden sonra Abdullah Gül’ü cumhurbaşkanlığı sevdasından vazgeçirebilmek için Özkök’ün “gücünü” kullanmak istedi ve bunun için kimleri devreye soktu?
Tehlikede olan laiklik değil demokrasi
Haberin Devamı