Tanıdığım Tuncay Güney

Haberin Devamı

Tuncay Güney’le 1993 yılının sonlarına doğru çalıştığım Milliyet Gazetesi’nde tanıştım. Daha doğrusu bir gün kendisi gelip benimle tanıştı. Ben Haber Merkezi’ne bağlı muhabirdim, o ise Tevfik Yener’in çıkardığı TV ekinde, yanılmıyorsam grafik işleri yapıyordu. Üç yıl önce çıkmış olan Ayet ve Slogan isimli kitabımı okumuş olduğunu söyledi. Kitapta bir bölüm ayırmış olduğum Mektup Dergisi’ni çıkartan Emine Şenlikoğlu’nu tanıyormuş, ondan hep “Emine Abla” diye bahsediyordu. Ayrıca İran Başkonsolosluğu’na sürekli gittiğini, Başkonsolos ile dost olduğunu söylüyordu.

İlk bakışta bunlar normal gözükebilir ancak kendisi İslamcı değildi. Anladığım gibi olmaya da niyeti yoktu. Kendisinde gazeteci ya da araştırmacı havası olduğu da söylenemezdi. “Niye görüşüyorsun bu kişilerle?” diye sorduğumda “öylesine” diyor ve kendisine esrarengiz bir hava vermek istiyordu. Garip ilişkileri olduğu kesindi fakat hiçbir inandırıcı yanı yoktu. İnsanın gördüğünde dalga geçeceği türden biriydi. Ben de öyle yaptım.

1997 yılında Milliyet bünyesinde çıkan ArtıHaber adlı haftalık haber dergisinde çalışırken Tuncay’ı yeniden görmeye başladım. Dergide bir “kankası” vardı ve sık sık onu görmeye geliyordu. Halen aktif gazeteciliği sürdüren arkadaşı da onun gibi esrarengiz işler peşindeydi ve dergide peş peşe, hiçbiri yalanlanmayan ama aynı zamanda da doğrulanmayan, bir kısmı kapak olan, çok sayıda “derin” özel habere imza attı. Yıllar sonra, Güney’in polis sorgusundan ve verdiği röportajlardan, bu haberlerin kaynağının Veli Küçük ve çevresi olduğunu öğrendik. Tarihinden emin değilim ama kendisinin birkaç gün üst üste Akşam Gazetesi’nde manşet haberlere imza attığını hatırlıyorum. Özel Kuvvetler’le Kuzey Irak’a girmişti ve bir gazeteciden çok Özel Kuvvet elemanı gibiydi.

Bütün bu anlattıklarımdan sonra Güney’in Ergenekon soruşturmasının kalbinde yer alıyor olmasına itiraz etmemi bekleyenler çıkabilir. Hiç de değil. Zira Türkiye’nin “derin devleti”nin de tıpkı kendisi gibi olduğuna inanıyorum: Dıştan bakınca çok büyük, güçlü ve karmaşık; içine girilip bakılınca alabildiğine basit, kırılgan ve güçsüz. Dolayısıyla “Tuncay Güney gibi birinin böyle derin bir yapıda ne işi var?” sorusunun cevabı “Hangi derin yapı?” olacaktır.

Nitekim şu ana kadar tutuklananların profillerine, verdikleri ifadelere, aralarındaki telefon konuşmalarına ve kaleme aldıkları “ideolojik” belgelere baktığınızda en son karşılaştığınız şey “kalite” oluyor.

Bunun başta gelen nedeninin, bu kişilerin kendilerini “devletin tek ve gerçek sahipleri” olarak görmeleri, kimsenin kendilerine dokunamayacağına inanmalarıdır. Bunun verdiği aşırı güven, kibir ve özensizlikle en pespaye ilişkileri kurabilmişe, gittikleri her yerde parmak ve ayak izi bırakmışa benziyorlar.

*****

Sol olmadan çok zor

Ergenekon üzerine birkaç gündür yazıp NTV’de söylediklerime birbirinden farklı tepkiler alıyorum. Bu tepkiler sayesinde birçok şey öğrendim:

1) Ergenekon’da şu ya da bu tarafa angaje olmuş kişiler “tarafsızlık” iddiasını “sorumluluktan kaçma” olarak yaftalamaya çalışıyorlar. Taraf tutmamanın, tavır almama anlamına gelmediğini anlamak veya kabullenmek istemiyorlar.

2) Sağcıların sol karşısındaki eziklikleri aynen sürüyor.

3) Bu ezikliği gizlemek için solu, Ergenekon sanığı bazı isimler ve Deniz Baykal ile özdeşleştirmeye çalışıyorlar.

4) Türk solunun ana damarını oluşturan kesimlerse, birçok olayda olduğu gibi Ergenekon’da da iki arada bir derede kalmış durumdalar ve kendi dillerini yaratmanın (veya hatırlamanın) sancısını çekiyorlar.

5) Türk sağcılarının “devletçi” çizgiden kurtulabilmeleri onca yaşananlara rağmen hâlâ çok zor. Ergenekon soruşturmasına en fazla desteğin onlardan geldiği düşünülecek olursa, “sonuna kadar” yerine “devletin ilgili kurumları izin verdiği yere kadar” gidileceğini öngörebiliriz. Bu da maalesef tam demokrasi anlamına gelmeyecek.

DİĞER YENİ YAZILAR