Son günlerde PKK tarihi üzerine iki kitap okuyorum. Bunlardan ilki Dr. Nihat Ali Özcan’ın nerdeyse on yıl önce kaleme aldığı “PKK: Tarihi, İdeolojisi ve Yöntemi”, diğeri Amerikalı gazeteci Aliza Marcus’un iki yıl önce ABD’de çıkan ve yakında İletişim Yayınları’ndan Türkçesi yayınlanacak olan “Blood and Belief” (Kan ve İnanç). Dr. Özcan PKK’nın kendi belgelerini didik didik etmiş. Marcus ise, örgütten değişik nedenlerle ayrılmış ve çoğu Avrupa’da yaşayan eski militanlarla görüşmüş.
Her iki kitap da bize Abdullah Öcalan’ın PKK’nın “başı ve sonu” olduğunu çok güzel resmediyor. Olumlu giden herşeyi sadece kendisine, olumsuzlukları da sadece başkalarına bağlayan çevresindeki kimseye asla mutlak bir şekilde güvenemeyen sürekli fikir değiştiren ama hep aynı sistematik içinde yol alıyormuş gibi davranan başkalarına danışıyormuş gibi yapıp kararları tek başına veren ve örgütteki diğer etkili isimlerin de bilmediği bir sürü ilişki içinde olan bir Öcalan’la karşı karşıyayız.
Öcalan faktörü
Günümüzün en can alıcı soru kuşkusuz şu: Yakalanıp Türkiye’ye getirildikten sonra Öcalan’ın PKK içindeki yeri değişti mi? Bu soruya birkaç kez cevap vermeye ve Öcalan’ın bir süredir “PKK’nın fahri başkanı” konumunda olduğunu anlatmaya çalıştım. Bunu daha fazla deşmeden daha provokatif bir başka soruya geçmek istiyorum: Öcalan yakalanmasaydı PKK ne olurdu?
Vereceğim cevabın fazla spekülatif olacağını biliyorum, ama olsun: Bence Öcalan dışarıda olsaydı bugün tabii ki bambaşka ve muhtemelen daha az etkili bir PKK söz konusu olurdu. “Öcalan’ı yakalayanlar PKK’nın ömrünü uzattılar” gibi iddialı bir söz sarf etmek istemiyorum, ancak Öcalan’ın bu şekilde, büyük ölçüde devre dışı bırakılmış olmasının PKK’nın önünün açılmasına neden olduğuna inanıyorum. Bu iddiamı birkaç yönden gerekçelendirmek istiyorum:
1) Öcalan’ın otoriter yönetim anlayışı örgütü ciddi tıkanmalara, dolayısıyla krizlere sevkediyordu. Onun yakalanmasıyla birlikte PKK içinde bir tür kolektif yönetim ortaya çıktı
2) PKK’nın İmralı’dan yönetiliyor olduğu imajı, örgütün gerçek yöneticilerine geniş avantajlar sundu. Örgüt içi tartışma ve krizler avukatlar aracılığıyla Öcalan’a havale edilerek veya ediliyormuş gibi yapılarak ya gözardı edildi ya da itiraza yer vermeyecek şekilde sonlandırıldı
3) 2000’li yılların eşiğinde PKK sahici bir ideolojik-siyasi krize doğru yol almaktaydı. Öcalan’ın yakalanması örgüte arayıp da bulamadığı bir fırsat sundu. PKK, ilk başlardaki bocalamanın ardından “Öcalan’ı kurtarma örgütü” ne dönüşerek ya da dönüşmüş gibi yaparak (bu arada sözde kendini feshedip KADEK, Kongra-Gel gibi adlar alarak) varlığını sürdürmeyi bildi.
Erdoğan’a düşen
İki gündür yazdıklarımı tekrarlamak istiyorum: Artık Öcalan sonrası yeni bir PKK ile karşı karşıyayız. Bu PKK kendi içinde bir tür “ortak akıl” işletiyor. Gücünü esas olarak kentlerden alıyor ve ilk işaretlerini aldığımız gibi, gücünü de esas olarak yine kentlerde gösterecek. Ne var ki Türkiye’yi dün ve bugün yönetenler ve yarın yönetmeye talip olanlar PKK’daki dönüşümün pek farkında değiller hâlâ eski-ve tabii ki çözüm üretmek yerine sorunu daha da derinleştirmiş- mücadele yöntemlerinde ayak diriyorlar.
Başbakan’ın “pompalı tüfek” çıkışı ne kadar kırılgan bir noktada olduğumuzu çok iyi gösteriyor. Erdoğan’ın bir an önce PKK’yı hâlâ Kuzey Irak’tan sızıp karakol basan veya yollara mayın döşeyen bir örgütten ibaret görmekten vazgeçmesi özellikle büyük şehirlerin nasıl birer patlamaya hazır dinamit fıçısı olduğunu fark etmesi buna bağlı olarak PKK’nın kentlerdeki yıkıcı potansiyelini kavraması gerekiyor.
Öcalan yakalandı PKK’nın önü açıldı
Haberin Devamı