DTP’ye yakın çevreleri saymazsak, AKP Lideri Erdoğan’ın Güneydoğu politikasına farklı yaklaşım söz konusu. Kimileri onun DTP’nin elindeki belediyeleri alma ısrarını sonuna kadar destekliyor bu ısrarın sonucunda seçim zaferinin yüksek ihtimal olduğunu düşünüyor bu uğurda, bütün risklere rağmen Tunceli, Diyarbakır, Van ve Hakkari’ye gitmiş olmasını alkışlıyor.
İkinci grupta, AKP’nin Diyarbakır, Batman gibi belediyeleri alması gerektiğini ve alabileceğini düşünmekle birlikte Erdoğan’ın son günlerdeki yöntem ve üslubundan rahatsız olanlar yer alıyor. Çoğu Erdoğan’ın üslubunu sertleştirerek DTP’nin oyununa geldiğine, ortamın radikalleşmesinin asla AKP’nin işine yaramayacağına inanıyor. Ayrıca AKP’nin tek başına DTP’yi alt etmesinin mümkün olmadığını, bunun için “ılımlı Kürtleri” de yanına çekmesi gerektiğini düşünen ve buna bağlı olarak Erdoğan’ı daha sakin davranmaya çağıranlar da dikkati çekiyor.
Son olarak, ülke genelinde AKP’yi tercih etmekle birlikte, Erdoğan’ın Diyarbakır ve Batman gibi illerde ısrarcı olmasını yanlış ve tehlikeli bulanlar karşımıza çıkıyor. Bunların bir bölümü, iktidar partisinin ne yaparsa yapsın bu illeri kazanmasının mümkün olmadığına inanırken bazıları da kazanma ihtimali olsa bile kazanmamasının ülke için daha hayırlı olacağını ileri sürüyorlar.
Koru’nun eleştirisi
Göründüğünden daha ciddi ve hayati olduğuna inandığım için, bu tartışmayı yerel seçimler parantezinden çıkartıp Kürt sorunu ekseninde sürdürmek istiyorum. Düne kadar AKP ve Erdoğan’ı en sert biçimde eleştiren, hatta onları PKK ve Irak Kürtleriyle işbirliği yapmakla suçlayan kişi ve çevrelerin nerdeyse sözbirliği etmişcesine Başbakan’ın son çıkışlarını (“ya sev ya terk et” ve “vatandaşın sabrının da sonu vardır” dahil) hararetle desteklemeleri buna karşılık kurulduğu andan itibaren AKP’ye el ve omuz vermiş en kritik anlarda onu yalnız bırakmamış kişi ve çevrelerin de derin bir hayal kırıklığıyla aralarına mesafe koymaya çalışmaları raslantı olmasa gerek. Burada değişen tabii ki AKP ve Erdoğan’ın kendisidir. Söz konusu değişimi, dün NTV’de Yazı İşleri programında Yeni Şafak yazarı Fehmi Koru, “Türkiye’de 2002 yılında yaşanan Obamacı bir yaklaşımdı, 2008 yılına geldiğinde biraz Bush’u andıran bir yönetim anlayışı içinde sorunlara yaklaşıyormuş gibi görünüyor” diyerek çok güzel özetledi.
Peki neden bu değişim yaşandı? Birçok yazımda, Org. İlker Başbuğ’un Genelkurmay Başkanı olmasıyla birlikte Kürt sorununda yeni bir döneme girdiğimizi ve bunun en belirgin yönünün hükümet ile TSK arasında tam bir mutabakatın oluşması olduğunu ileri sürmüştüm. Erdoğan’ın son günlerdeki çıkışları üzerine çok kişi benzer şeyler söylemeye başladı. Ancak içlerinden bazılarının “AKP Genelkurmay’ın çizgisine geldi” şeklinde özetlenebilecek mutlak anlamda kötümser yorumlarını paylaşmıyorum. Bana göre hükümet ile TSK, geleneksel pozisyonlarını tam olarak terk etmeden bir mutabakat içinde hareket ediyorlar. Böylece belli bir dengenin tutturulabileceği, dolayısıyla bunun hiç de fena bir durum olmadığı söylenebilir.
Üç temel yanlış
Peki o zaman sorun nereden kaynaklanıyor? Hükümetin (ve Başbakan’ın) üç temel yanlış yaptığını düşünüyorum.
1) Yerel seçimleri kazanarak sorunu büyük ölçüde çözeceklerini sanıyorlar.
2) Sorunun tüm boyutlarıyla irdelenmesi ve toplumun tüm kesimleri tarafından tartışılması konusunda niyetli, kararlı ve gayretli gözükmüyorlar.
3) DTP’yi ve DTP’ye destek verenleri dışlıyorlar.
Bu açmazdan sıyrılabilmek için Erdoğan’ın en kısa zamanda “herkesin başbakanı” olduğunu hatırlayıp “malum parti” vs demekten vazgeçip DTP’lilere de sahip çıkması gerekir. Eğer o yapmayacaksa Abdullah Gül, “herkesin Cumhurbaşkanı” olma iddiasında ısrar etmelidir. Bakalım Gül, Kurban Bayramı’nın ilk günü Diyarbakır’a gidecek mi? Giderse nasıl karşılanacak?
Bari Obama’yı rahat bırakın
George W. Bush’dan sonra John McCain bile gelse hiç tartışmasız “daha iyi” olurdu. Barack Obama’nın ABD Başkanı seçilmiş olmasıysa tek kelimeyle “müthiş” oldu. Obama’nın zaferi Bush’un dış politikasının iflasının alenen ilanıdır. Bu nedenle, düne kadar Irak’ın işgalini savunan, Türkiye’nin de Bush’a yardakçılık yapması için ellerinden geleni yapanların bugün herkesten çok Obamacı takılmalarını anlamak mümkün değil. Yine de onlara kızıp Obama’ya umutla bakmaktan vazgeçecek değiliz.