Hem dersini bilmiyor hem de şişman herkesten

Haberin Devamı

7 Mayıs günü Hürriyet Gazetesi’nde Hadi Uluengin Mardin vahşeti üzerine bir yazı yazdı ve şöyle yazdı: “Siyaseten doğru olacağım ve sütten çıkmış ak kaşık kalacağım diye, Frenklerin deyimiyle ‘kediye kedi demekten’ ürkecek, utanacak, korkacak değilim. Dolayısıyla da tabii ki son Mardin katliamının bir K-ü-r-t s-o-r-u-n-u’ndan kaynaklandığını ısrarla ve tekrarla vurgulamaktan çekinmeyeceğim. Ama yukarıdaki olgu Türkiye’nin genel Kürt sorunundan farklıdır. Etno-sosyolojiktir. Yani, bizzat Kürtlerin iç bünyesindeki çok vahim bir yaradan cerahat toplamaktadır. Daha dobra söylersem de, Kürtler kendilerine çeki düzen vermekle yükümlüdür. Ortadoğu Ortaçağı’nın o dehşet töre ve zihniyetlerinden arınmaları gerekmektedir. Yurttaşı oldukları ülke kadar burjuvalaşmak zorundadırlar. Zamanı çoktan gelmiştir. Hele hele, hâlâ hüküm süren ve son örneği Bilge köyü dehşetine yansıyan kavimsel zaafı Güneydoğu’nun geri kalmışlığıyla açıklamaya kalkışmak, ancak züğürt tesellidir” dedi.

Ben de, yine Fransız kültürüyle yoğrulmuş biri olarak “kediye kedi demekten” ürkmedim ve aynı gün NTV’deki Yazı İşleri programında Uluengin’in bu yaklaşımını “ırkçı” olarak niteledim; ırkçılığın düşünce ve ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilemeyeceğini ve bir suç olduğunu da ekledim.

Uluengin iki gün sonra “hangi ırkçılık” başlıklı bir cevap yazı kaleme aldı ve burada Avrupa’daki Müslüman Kuzey Afrikalı göçmenler örneğinden hareketle şöyle yazdı: “Üçüncü kuşağı bile orada doğmuş göçmenlerin, kendilerine sunulan tüm inayetli devlet imkanlarına rağmen neden yaşadıkları toplumlarla uyum sağlamayı; niçin köylü, göçebe ve feodal örf, adet ve törelerini terk etmeyi red-det-tik-le-ri-ni soramazsınız. Sorarsanız, yine ‘ırkçı’, yine ‘Batı merkezci’, yine ‘zenofob’ damgası yersiniz.” Uluengin haklıydı, göçmen işçilerin suç oranının yüksekliğini onların kavmi ve/veya ırki özelliklerine bağlamak ırkçılıktan başka bir şey olamazdı. Ben de yine Yazı İşleri’nde Uluengin’in kendi savunurken yine ırkçılık yaptığını söyledim.

Özkök’ün müdahalesi

Bana göre bunlar hem Uluengin, hem Hürriyet için iki “kara yazı”ydı. Açıkçası gazete yönetiminin devreye girmesini ve yazarını uyarmasını bekledim. Zira Doğan Medya Grubu’nun yayın ilkelerinin beşinci maddesi aynen şöyle diyordu: “Yayınlarda hiç kimse, ırk, cinsiyeti, sosyal düzeyi veya ilişkisi, dini inançları, fiziki kusurları veya yaşı nedeniyle aşağılanamaz ve kınanamaz.”

Nitekim dün Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök olaya müdahale etti. Etti ama yazarının yanında yer alarak. Bunu sadece “düşünce ve ifade özgürlüğü” bağlamında değil, Uluengin’in haklı olduğunu söyleyerek yaptı. “Açık açık yazıyorum. Evet Hadi’ciğim, yüzde yüz haklısın. Töre cinayetleri B-i-r K-ü-r-t m-e-s-e-l-e-s-i-d-i-r” dedi. Hatta daha ileri gitti ve “Asıl, ‘Kürtlerin böyle bir sorunu olamaz’ demek ırkçılıktır” diye yazabildi.

Özkök yazıda isim vermemiş ancak bu tartışmayı başlatan kişi olduğum için ona karşılık vermek durumundayım.

Öncelikle kişisel bazı hatırlatmalar:

1) Hayatını Özkök’ü takip edip onun açığını yakalamaya vakfetmiş olan bir grup gazeteciyle hiçbir ortak yanım yok. Nitekim kendisiyle aramızda geçen bir-iki dolaylı ya da doğrudan polemikte, şu sonuncusunda olduğu gibi Özkök’ün beni takip etti.

2) Özkök bu son tartışmayı da, hep diline doladığı “liberaller”le yürütme iddiasında. Halbuki o da biliyor olmalı ki, ben hayatımda hep “solcu” kaldım ve asla “liberal” olmadım.

3) Yine Özkök’ün resmetmeye çalıştığı gibi (entelektüel ya da değil) herhangi bir cemaate de ait olan biri değilim. Özellikle son birkaç yıldır en çetrefil konularda “taraf olan bertaraf olur” diyerek “ortayolcu” bir çizgi tutturmaya çalışıyorum ve bu yüzden sık sık her türlü cemaatin (Özkök’ünkü de dahil) kınama ve hakaretlerine de maruz kalıyorum.

Kim kimi linç ediyor?

Bu özel girişten sonra ana tartışmamıza gelirsek; Özkök tezlerini bir çarpıtma üzerinde şekillendiriyor. Şöyle ki kimse “Kürtlerin böyle bir sorunu olamaz” demiyor. Denilen “bu türden sorunlar, insanların etnik, kavmi aidiyetleriyle açıklanamaz”dır. Bu bağlamda ne ABD’de Siyah veya Hispaniklerin, Avrupa’da Müslüman göçmenlerin suç oranlarının yüksekliği; ne onca yıl geçmesine rağmen Türk göçmen işçilerinin uyum sorunu çekmeleri onların etnik aidaiyetleriyle açıklanamaz.

Avrupa’da bu tür açıklama yapmaya çalışanlara “yeni ırkçı”, “yabancı düşmanı” veya “neo-nazi” diyorlar. Bizdeyse Uluengin ve Özkök gibi, Batı kültürünü çok iyi bir şekilde özümsemiş oldukları varsayılan kişiler, “paradigma kırma, efsane çökertme ve put kırma” adına aynada kendilerine bakacaklarına her türden melanetin ardında bu ülkenin yoksul ve yoksunlarının genlerini arıyorlar.

Özkök yazısında benim gibilerin Uluengin’i linç ettiğini yazmış. Bundan büyük bir iftira olamaz. O bu ülkenin (herhalde diğer ülkelerde yaşayanlar da dahildir) Kürtlerini, “suçun şahsiliği” evrensel ilkesini çiğneyerek linç etmeye kalkacak ve masum bulunacak. Buna karşılık “yaptığınız yanlış” diye uyaranlar “linçci” olarak damgalanacak. Dün NTV’deki çağrımı tekrarlıyorum. Özkök ya da Uluengin söz konusu şu üç yazıyı Batılı (veya Türkiyeli) saygın bazı sosyal bilimcilere okutup görüşlerini sorsunlar, bakalım ne tür yorumlarla karşılaşacaklar.

Bir de herhangi bir demokratik ülkenin önde gelen bir gazetesinde çıkan ve herhangi bir sosyal vahşeti onun sorumlularının etnik kimliğiyle açıklamaya çalışmış bir haber ve/veya yorum bulsunlar.

* Ülkü Tamer’in “Konuşma” adlı şiirinden

DİĞER YENİ YAZILAR