Daha önce birçok kez tartıştığımız bir soruyu, bazı hususları mecburen tekrarlayacak olsam da yeniden ele almak istiyorum: Fethullah Gülen cemaati ile AKP hükümeti niçin savaşıyor? (Son olarak yaklaşık bir ay önce bu soruyu şu yazıda başlığa çıkarmıştım: http://haber.gazetevatan.com/Haber/597794/4/Yazarlar )
Bu soruyu tekrar ele almamın iki ana nedeni var: İlk olarak, hâlâ çok kişi, özellikle de yabancılar, siz hangi gerekçeleri dile getirirseniz getirin, iki İslami yapının bu kadar sert bir savaşa neden giriştiğini anlamakta zorlanıyorlar. İkinci olarak, savaşın her aşamasında yaşananlar bunun nedenlerini anlamamızı daha da kolaylaştırıyor.
Aslına bakılacak olursa, tarafların şu son 45 günde birbirlerine söyledikleri düşünüldüğünde niçin savaştıklarını değil de savaşın niçin bu kadar geciktiğini sormamız daha doğru olabilir. Başbakan’a yakın bir isim durumu bana, “Bu yüzleşme kaçınılmazdı, eninde sonunda yapılmalıydı; geç bile kaldığı söylenebilir” diye özetledi. Cemaatin önde gelen isimlerinden biriyle sohbet ettiğimdeyse, aralarındaki ittifakın en parlak dönemlerinde bile taraflar arasındaki karşılıklı güvensizliği açığa çıkaran çok sayıda olay yaşandığını anlatmıştı.
Hazır olan-hazırlıksız yakalanan
Olayı şöyle özetlemek mümkün: Birbirlerine aslında pek de güvenmeyen iki taraf, ortak bir düşmana (TSK) karşı güçlerini birleştirip onu alt ettiler; bunun sonucunda hükümet de cemaat de kazandı. Ortak düşman kalmayınca da aralarında iktidar savaşı başladı, birbirlerine düşman oldular. Bunun sonucunda, açıkça görüldüğü gibi her ikisi de kaybediyor ve daha da kaybedeceğe benziyorlar.
Kuşkusuz “kazan-kazan”dan, “kaybet-kaybet”e geçmek her iki taraf için de pek akıl kârı değil. O zaman, taraflardan en az birinin kazanacağından emin olduğu, o yüzden bir şekilde savaşı başlattığı ya da en azından ona zemin yarattığı düşünülebilir. Bana göre bu taraf olsa olsa cemaattir. Bu tezimi esas olarak iki hususa dayandırıyorum: 1) 17 ve 25 Aralık’ta ortaya çıktığı gibi cemaat hükümete karşı ciddi bir hazırlık yapmış. Öyle ki hükümeti zor durumda bırakacak daha çok malzeme ortaya saçılırsa şaşırmamak gerekir; 2) Fethullah Gülen’in, öncelikle “beddua” olup olmadığı tartışılan “yolsuzluk” üzerine konuşmasında ve kendi web sayfasına yüklenen diğer sohbetlerinde; Wall Street Journal ve BBC’ye verdiği mülakatlarda hâkim olan kararlılığını ve özgüvenini öne çıkaran üslubu.
Buna karşılık hükümetin “dış güçlerin piyonu, taşeronu, kuklası, maşası” gibi suçlamaları hazırlıklı değil de, tam tersine hazırlıksız yakalanmış olmanın kanıtları. Geriye “haşhaşiler” ve “yalancı peygamber” sözleri kalıyor ki bunların da geriye dönüşü iyice zorlaştıran yakıştırmalar olduğu açık.
Şöyle düşünüyorum: Cemaatin önde gelen isimleri Başbakan Erdoğan’ın 17 ve 25 Aralık operasyonlarına karşı bu kadar çabuk karşı hamleler geliştirebileceğini pek öngörmemişe benziyor. Diğer bir deyişle, tıpkı 7 Şubat 2012 MİT krizindeki gibi bir yanlış hesap ve buna bağlı vahim bir stratejik hata söz konusu olabilir. Ne var ki konunun rüşvet/yolsuzluk olması nedeniyle, soruşturmaları akamete uğratsa bile hükümet iç ve dış kamuoyu nezdindeki itibar kaybının önüne geçebilmiş değil.
Kimse kimseyi kandırmadı
Başından beri Hanefi Avcı’ya kurulmuş olan komploya sürekli olarak itiraz etmiş olan Yeni Şafak yazarı Ali Bayramoğlu’nu tenzih ederim ama Sabah Gazetesi’nin cezaevine üç kişi birden yollayıp eski polis şefinin sözlerini manşete taşımış olmasına en hafifinden “samimiyetsizlik” demek gerekir. Benzer bir durum Nedim Şener’e gösterilen ilgide de karşımıza çıkıyor. Hükümet ve onun destekleyen medya ile gazeteciler bu kişilere cemaatin komplo kurmuş olduğunu dün de biliyorlardı, fakat ittifakın selameti açısından seslerini çıkartmadılar. Tıpkı, bugün yeniden yargılama ihtimali bulunan Ergenekon, Balyoz vb. davalardaki sahtecilik ve usulsüzlük iddialarına kulaklarını kapatmış olmaları gibi.
Dolayısıyla hükümet ve destekçilerinin cemaat ile savaşmalarını “bizi kandırmışlar, bizi kullanmışlar” gibi gerekçelerle izah etmeye çalışmalarına fazla itibar etmemek gerekir. Herkes her şeyin farkında ve bilincindeydi, kimse kimseyi kandırmadı; sadece karşılıklı rahatsızlıklar geçici olarak sineye çekildi.
Ve gün geldi zincir koptu, çünkü zincirin kopmaması mümkün değildi.
Günü geldi zincir koptu, çünkü kopmaması mümkün değildi
Haberin Devamı