Her ne kadar medyada İstanbul ve Ankara’daki yarışlar öne çıksa da 29 Mart yerel seçimlerinin kalbinin Güneydoğu’da attığı kanısındayım. Çünkü bölgede kıyasıya rekabet içinde olan AKP ile DTP’nin gösterecekleri performanslar Türkiye’nin Kürt sorununun geleceğinde hayli etkili olacak.
Güneydoğu’daki seçimlerde en çok, hangi partinin ne kadar oy alacağından ziyade, Diyarbakır başta olmak üzere il belediyelerini kimlerin kazanacağı merak uyandırıyor. Daha derine gidersek şu iki soru karşımıza çıkıyor:
1) AKP, DTP’nin elinden Diyarbakır, Batman, Şırnak, Hakkari ve Tunceli belediye başkanlıklarından birini veya birden fazlasını alabilecek mi?
2) DTP, hem elindekileri koruyup hem de Van, Siirt, Şanlıurfa, Mardin, Muş gibi il belediyelerinden herhangi birini(veya birden fazlasını) AKP’den kazanabilecek mi?
Bölgedeki yarış her geçen gün kızışıyor ve her iki parti de bütün kozlarını peyderpey devreye sokuyorlar. Şu ana kadar Diyarbakır ve Batman’da seçim nabzı tutma imkanı yaşadım. Bu iki ildeki AKP mitinglerini izledim ve yine bu illerde DTP’lilerle ve vatandaşlarla sohbet etme imkanı buldum. Bugüne kadarki izlenimlerimden hareketle AKP’nin Diyarbakır kalesini düşürmesinin epey zor olduğunu, buna karşılık Batman’da daha başabaş bir yarış yaşandığını söyleyebilirim. Kuşkusuz geri kalan süre içinde çok şeyler değişebilir. Zaten seçim gününe kadar bölgeye başka vesilelerle de gitmeyi ve o Güneydoğu hakkında 29 Mart’a birkaç gün kala daha kapsamlı bir değerlendirme yapmayı düşünüyorum.
Bildiğimiz taktik
AKP’nin Diyarbakır mitingini izlerken önde gelen bir AKP’li bana “ne olursun iyi şeyler yaz. Burayı almamız tüm Türkiye için çok önemli” demişti. Sanıyorum miting sırasında NTV’ye yaptığım yorumlar ve ertesi gün Vatan’da çıkan yazım bu kişiyi tatmin etmedi. Zira söz konusu mitingin 2004 ve 2007 seçimlerinde aynı yerde yapılanlara kıyasla zayıf geçtiğini ileri sürdüm. Ardından bazı okurlar -ki içlerinde AKP’den hiç hoşlanmadıklarına yemin edenler de vardı- bana kızdı. Onlara göre Diyarbakır’ı mutlaka AKP almalı ve DTP devre dışı kalmalıydı. Benim gibi gazeteciler de bu “ulvi” amaca hizmet etmeliydi.
Gazetecilik hayatımda bu türden tazyikler hep oldu ama hiç itibar etmedim, bundan sonra da etmeyi düşünmüyorum. Bugüne dek çok seçim kampanyası ve mitingi izledim ve elimden geldiğince objektif kriterlerden hareketle analizler yapmaya çalıştım. Kaldı ki tasvir ettikleri amaçların hiç de “ulvi” olmadığını çok iyi bilirim. Hatırlanacak olursa geçmişte RP, FP ve yakın zamanda da AKP’ye karşı, “en güçlünün etrafında birleşme” çağrıları yapılmış ve seçmenin tercihi üzerine ipotek koymaya yönelik bu girişimler asla hayata geçirilememişti. Hatta bu tür kampanyalar hep korkulan partilerin daha da güçlenmesine yol açmıştı.
İlginç olan, dün kendisine karşı bu tür çağrılar yapılan AKP’nin bugün benzer bir yol tutturmasıdır. Diğer bir ilginç noktaysa iktidar partisinin “DTP’yi durdurabilecek yegane güç” olma kozunu daha seçimlerden çok önce, özellikle de kapatma davasının açılmasından sonra kullanmaya başlaması ve davanın sonucunun da gösterdiği gibi, bunda başarılı olmasıdır.
Bu sefer tutar mı?
Peki aynı taktik bu sefer de tutacak mı? Düne kadar merkez sağ ve sol partileri tercih etmiş seçmenlerin büyük bölümünün ve bölgede görev yapan devlet memurlarının -TSK mensupları dahil-ağırlıkla AKP’ye oy vereceklerini öngörebiliriz. Buna rağmen AKP’nin zaferi hiç de kesin gözükmüyor. Hatta Diyarbakır ve Batman’ı almak bir yana, elindeki bazı illeri kaptırmasının da ihtimal dahilinde olduğunu düşünüyorum.
Kaldı ki “ne yapıp edip AKP Diyarbakır’ı almalı” diyenlere de katılmıyorum. Neden bu görüşte olduğumu yarın tartışmak üzere.
Güneydoğu ve Seçimleri-1
Haberin Devamı