Esas hedef Erdoğan’ın bizzat kendisi

Haberin Devamı

Hasar tespit raporu-2

Geçtiğimiz cuma günü yayımlanan cemaat-hükümet savaşındaki ilk hasar tespit raporunda (Hasar tespit raporu-1) hükümetin ağır yaralı, buna karşılık cemaatin sapasağlam ayakta olduğu sonucuna varmıştım. O günden bu yana çok şey yaşandı, ama iki temel aktörün durumları pek değişmemiş gibi: Hükümetin yaraları daha da ağırlaşırken, cemaat herhangi bir yara almamış gibi görünüyor.

Bu görüntünün doğru olup olmadığını tartışmak için öncelikle geçen süre zarfında neler yaşandığına hızla göz atmak iyi olacak.

Hükümet hâlâ savunmada

1) Başbakan Erdoğan, yolsuzluk operasyonunda adı geçen bakanlardan üçünün istifasını bir hafta bekletti. Herhâlde istifaları hemen devreye sokmasının kaşı tarafa açık bir üstünlük sağlayacağını düşünmüş olmalı. Ayrıca, başka isimleri ilgilendiren yeni dosyaların açıklanmasını engellemek istemiş de olabilir.

2) Bu stratejinin normal şartlarda işlemesi beklenebilirdi. Fakat, belli ki rüşvetle suçlanmaktan rahatsız olan Erdoğan Bayraktar’ın “o zaman Başbakan da istifa etmeli” açıklaması bütün planları bozmaya yetti.

3) Gerek hükümet, gerekse kontrolündeki medya, geçen süre zarfında da yolsuzluk iddialarını etkisizleştirebilecek elle tutulur bir argüman geliştiremedi. Ne “dış bağlantı” ne de “siyaseti itibarsızlaştırma” suçlamalarının böylesine büyük bir soruşturmanın ağırlığını hafifletmesinin mümkün olmadığını açıkça gördük.

4) Hükümetin, soruşturmayı yürütenlerin büyük bölümünü alelacele görevden almasının; yeni soruşturmaların açılmasını zorlaştıracak düzenlemelere gitmesinin bir yerden sonra pek işe yaramadığı dün net bir şekilde belli oldu. Valilik ve emniyet, savcının yeni bir soruşturma kapsamında verdiği gözaltı talimatına direnerek cumhuriyet tarihinde pek görmediğimiz türden bir krizin yaşanmasına neden oldu. Bu yazı yazılırken kriz tırmanarak sürüyor, soruşturmanın konusuna ve kimleri kapsadığına dair ayrıntılı bilgiler sosyal medyada hızla yayılıyordu. Ki aile fertlerinin de bu dosya kapsamında zikredilmesi esas hedefin Başbakan’ın bizzat kendisi olduğunu düşündürüyordu.

5) Tıpkı Gezi sürecinde olduğu gibi, Erdoğan’ın “ne yapıp edip aleyhine olan durumu lehine çevirdiği” yolunda analizlerle karşılaşıyoruz. Bunlar dün yanlıştı, bugün daha fazla yanlış. Hükümetin bir hafta boyunca son derece kötü bir kriz yönetimi sergilediğini söyleyebiliriz.

Cemaat hâlâ saldırıyor

Dünkü yeni soruşturma (girişimi), cemaatin hükümete karşı epey bir malzeme istiflemiş olduğunun yeni bir kanıtı. Ellerinin altında buna benzer başka dosyaların da bulunduğu da muhakkak. Hükümet soruşturma açılmasını engellese bile bunları (sosyal) medya üzerinden kolaylıkla dolaşıma sokabileceklerdir.

Ne var ki mevcut bariz avantajlı durum, cemaatin önünün sonuna kadar açık olduğu anlamına gelmiyor. Çünkü:

1) Artık cemaatin “siyasetüstü” olma iddiasının hiçbir anlamı kalmadı. Sürekli konuşan, Başbakan’la polemiğe giren Fethullah Gülen de bir din adamından çok siyasetçi profili çizmeye başladı. Eğer cemaat hızla bir siyasi harekete dönüşmeye yönelmezse siyasetle bu kadar haşır neşir olmanın faturası ağır olacaktır.

2) İster “beddua” diyelim, isterse “lanetleşme” anlamına gelen “mübahele” diyelim, Gülen’in 20 Aralık’ta yaptığı konuşmanın, onun ve cemaatin imajında ciddi yaralar açtığını düşünüyorum. Nitekim Erdoğan halka hitap ederken bu konuşmayı alabildiğine kullanıyor.

3) AKP yerine açık bir şekilde herhangi bir alternatif göstermemesi de cemaatin özellikle İslami kesimle arasının iyice açılmasına, dolayısıyla yalnızlaşmasına yol açıyor.

Savaş şiddetlenecek

Bütün bunların ötesinde hükümet, bazı görevden almalar dışında cemaate herhangi bir şekilde doğrudan cevap vermedi. Bunun böyle süreceğini sanmıyorum. Bugünkü Milli Güvenlik Kurulu toplantısının son derece kritik olduğunu, burada alınacak kararlar ışığında cemaate yönelik olarak, sadece hükümet değil aynı zamanda bir “devlet stratejisi”nin startının verilmesinin kuvvetle muhtemel olduğunu düşünüyorum.

Kısacası değil barış, ateşkesin bile en ufak bir işareti gözükmüyor. Tersine, savaşın alabildiğine şiddetleneceği anlaşılıyor. Ve gelinen aşamada bu savaş her iki taraf için de bir “var kalma mücadelesi” hâlini almış durumda.

DİĞER YENİ YAZILAR