Ergenekon soruşturmasının başından itibaren hep şu soru zihinleri meşgul etti: Gerçekten ülkeyi kaosa sürükleyip darbe yapmak isteyenlerden oluşan bir “terör örgütü” mü etkisiz hale getirilmek isteniyor, yoksa AKP iktidarının en gözükara muhalifleri olan ulusalcılar mı tasfiye edilmek isteniyor? 12. dalganın ardından kopan ve kolay kolay da biteceğe benzemeyen tartışma ve sorgulamaların ışığında Ergenekon’un hayati sorusunu değiştirmek, en azından revize etmek gerekiyor. Artık soru şudur: Gerçekten ülkeyi kaosa sürükleyip darbe yapmak isteyenlerden oluşan bir “terör örgütü” mü etkisiz hale getirilmek isteniyor, yoksa AKP iktidarının en gözükara muhalifleri olan ulusalcılar mı tasfiye edilmek isteniyor veya bir toplumsal hareket rakip bir toplumsal hareketi etkisiz hale mi getirmeye çalışıyor?
12. dalga Ergenekon soruşturmasının, AKP iktidarıyla onu devirmeye çalışan ulusalcılar arasında cereyan etmeyebileceğini, en azından üçüncü bir merkezin de işin içinde olabileceğini ve bu gücün gerektiğinde, birlikte hareket ediyor gözüktüğü AKP’yi de kimi zaman onu epey zor durumda bırakacak şekilde baypas ederek soruştırmayı kendi gündemine göre geliştiriyor olabileceğini ortaya çıkardı.
Neden böyle bir noktaya vardığımızı açıklamak için 12. dalga sonrası kimin nasıl pozisyonlar almış olduğunu hatırlatmak yeterli olacaktır. Örneğin bazı bakanlar (Hüseyin Çelik, Mehmet Ali Şahin...) Prof. Türkan Saylan başta olmak üzere ÇYDD’lilerin ve “Baba Beni Okula Gönder” kampanyasının Doğan Grubu ayağındaki sorumlusu Tijen Mergen’in kamuoyunda infial yaratacak şekilde soruşturmaya dahil edilmesini izah etmekte zorlandılar; AKP’nin son dönemdeki en parlak isimlerinden Grup Başkanvekili Nihat Ergün olup bitenleri yadırgadığını söyledi. Nihayet Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay yaşananların 12 Mart 1971 askeri müdahalesini hatırlattığını söyledi ki hiç de haksız sayılmaz. Ergenekon soruşturmasına baştan itibaren açık olarak destek vermiş olan çok sayıda aydın için de 12. dalga bir tür kırılma noktası işlevi gördü. Prof. Saylan’a reva görülen muamele daha önceki operasyonlara da eleştirel bir şekilde bakmayı beraberinde getirdi ve en önemlisi “Nasıl oluyor da oluyor?” sorusu dillendirilmeye başlandı. Örneğin Yeni Şafak’ta Taha Kıvanç (Fehmi Koru) Cumartesi günü “Savcıların yerinde ben olsam ‘Bu iki ismi listeye kim ekledi’ sorusunu ciddi biçimde sorardım” diye yazdı. Aynı zamanda hukuçu olan Taraf Gazetesi yazarı Mithat Sancar ise Çarşamba günü köşesinde bu sorunun cevabını büyük ölçüde vermişti: “Soruşturmanın inandırıcılığı ve yargılamanın selameti açısından savcılara büyük sorumluluklar düşüyor. Kendilerine emniyetten gelen bilgileri, çok iyi tartmak zorundalar. Aksi takdirde, soruşturma ve yargılama süreci büyük zarar görür.”
Cemaat kadrolaşması
Evet Sancar’ın da dikkat çektiği gibi eğer ortada bir hata varsa -ki 12. dalgada birçok hata olduğunda mutabakat oluştu gibi- bunun kaynağında esas olarak Emniyet’in bulunması gerekiyor. Diyelim ki yanlışların birinci derecede sorumlusu Emniyet. O zaman “neden?” diye sormamız ve ne zamandan beri tartışılagelen “Emniyet’te cemaat kadrolaşması” iddialarını yeniden gündeme getirmemiz gerekir.
“Cemaat” derken açık olmak lazım. Sözü edilen hiç kuşku yok ki Fethullah Gülen cemaatidir. Zaten bir süreden beri Türkiye’de İslami cemaat denince akla Gülen hareketi gelmektedir. Zira 28 Şubat sürecinde birçok cemaat varkalma beceri ve başarısını gösteremeyince ortalık büyük ölçüde Gülen hareketine kaldı ve sonuçta cemaat alanında açık bir “tekelleşme” yaşandı. Yani 28 Şubatçıların bu ülkeye ettiği en büyük kötülüklerden biri İslami cemaatlerdeki çoğulluğu ortadan kaldırmalarıdır.
Sonuç olarak, Gülen cemaatinin eğitim alanındaki faaliyetlerinde en dişli rakipleri olan ÇYDD ve ÇEV ile geçmişte sık sık sert çatışmalar yaşamış olması; cemaat medyasında bu kuruluşlar ve onların yöneticileri aleyhine sistemli kampanyalar yürütülmesi; 12. dalgaya yönelik itirazları bertaraf etmek için yine cemaat medyasının Prof. Saylan ve arkadaşlarının misyoner oldukları ve PKK’lılara burs verdikleri gibi çürütülmüş iddiaları ısrarla tekrarlamaları ve tabii ki “devletteki Gülen cemaati kadrolaşması” iddiaları birleşince Ergenekon’un temel sorusunu değiştirmek gerekiyor. Bu sorunun cevabını Türkiye toplumu hep birlikte aramalı ve Gülen cemaati de şeffaflığı benimseyerek bu arayışa katkıda bulunmalıdır. Son olarak şunu hatırlamak yararlı olabilir: Türkiye’nin laikçileri -ki bunlara 12. dalga kapsamına giren ÇYDD ve ÇEV’ciler de dahil, 28 Şubat’ta asker eliyle Gülen hareketini tasfiye etmek istediler ve görüldüğü gibi tam tersi oldu. Eğer Gülen cemaati, benzer bir şekilde Ergenekon sürecinden istifade ederek rakiplerini devre dışı bırakmak istiyorsa yine tam tersinin olacağı kesindir. Bunun işaretleri o kadar net bir şekilde ortada ki herhalde bu haltı kim yediyse şimdiye kadar çoktan pişman olmuştur.
Ergenekon’un en hayati sorusu değişti
Haberin Devamı