Recep Tayyip Erdoğan’ın siyasi kariyerinde medyanın ve medyayla ilişkilerin, daha çok da çatışma ve kavgaların özel bir yeri vardır. Onun bugünlere pekala “medyaya rağmen” gelmiş olduğunu söyleyebiliriz. Ama daha derinlemesine bir analizden hareketle “medyaya rağmen” yerine “medya sayesinde” demenin daha isabetli olacağı sonucuna da varabiliriz. Kısacası Erdoğan’ın siyaseti yaşamını “medya ona, o medyaya vurdukça büyüdü” cümlesiyle özetlemek mümkün olabilir.
Erdoğan’ın medyayla kavgasının tarihini bir film şeridi gibi gözlerimizin önünden geçirdiğimizde hep aynı senaryoyla karşılaşıyoruz: Onun bir şekilde açığını bulduğunu düşünen medya büyük bir şiddetle kendisine yüklenir Erdoğan başta bocalar, ürker ve öfkeli tepkiler verir ardından bundan kendisinin kârlı çıktığını fark ettiğinde kavgayı bilerek tırmandırır ve uzatır. Özellikle seçim arifelerinde bu filmin vizyona girdiğini biliyoruz.
Seçim yatırımı
Yine bir seçim arifesindeyiz. Şaban Dişli olayından bir şekilde sonuç alındığını düşünen muhalefet ve medyanın bir bölümü, Almanya’daki Deniz Feneri davasıyla Erdoğan ve AKP’nin kötü yakalandığını düşünüyor ve bastırıyor. Erdoğan yine bu haberlerden çok rahatsız oluyor, bocalıyor ve sert tepkiler veriyor. Ve her zaman olduğu gibi rakiplerini kendi silahlarıyla vurmak için bu tartışmayı uzattıkça uzatıyor.
Geçen hafta sonu medyanın yayınlarından rahatsız ve tedirgin olup öfkeyle tepki veren bir Erdoğan vardı. Dünse kendinden emin ve kaba deyimle bu kavganın rantını yiyen, hatta bunun keyfini çıkaran bir Erdoğan gördük. Anlaşılan, yıllardır rakip medya grupları ve kimi zaman değişik siyasi partiler ve hükümetlerle çelişen ve kavgalar yaşayan Doğan Grubu’nun bütün bu süreçte daha büyüyüp gelişmesine rağmen, aynı zamanda çok yıprandığını özetle söylemek gerekirse kamuoyunun en azından bir bölümü nezdinde bir “imaj sorunu” yaşadığını düşünüyordu. Ve Doğan Grubu, Aydın Doğan ve Ertuğrul Özkök ile sert polemiklere girmeyi yerel seçimler için çok iyi birer yatırım olarak görüyordu.
Çoksesliliğe bakış
Burada geniş bir parantez açıp, Erdoğan’ın dünkü konuşmasının önceki medya kavgalarından bazı noktalarda farklılık arz ettiğini belirtelim. Eskiden “bir kısım medya”dan yakınan Erdoğan karşısına pek bir şey koyamazdı, artık “özgür medya” diye tarif ettiği bazı gazete ve televizyonların varlığından memnuniyetle söz etti. Fakat buralarda çalışıp AKP hükümetini en sert şekilde eleştiren birkaç ismin bulunduğunu söyledi hatta bunların Doğan Grubu ile bir tür pazarlık içinde olduklarını, “yerin kulağı vardır” diyerek ima etti. Anlaşılan iktidara yakın bazı gazetelerin yöneticilerinin “çokseslilik” olarak övdüğü, yazarlarının farklı görüşlere sahip olmasını Başbakan bir tehlike olarak görüyor ve kısa süre içinde bunu çözmek için kolları sıvayacağa benziyor.
Diğer yandan, Doğan Grubu’nda çalışan her yazarın “maaşlı silahşör” olmadığını, içlerinde istisnalar bulunduğunu iki kez, bu durumdan memnuniyetini gizlemeye gerek duymadan vurguladı. Özetle Erdoğan kendi saflarında en ufak bir fireye, hükümete yönelik herhangi bir eleştiriye bile tahammülsüzken, Doğan Grubu yazarlarını çoksesli davranmaya, patronları hakkındaki her türden iddianın sonuna kadar takipçisi olmaya çağırıyor.
Erdoğan, daha önceki deneyimlerinden hareketle bu sefer de medyayla kavgadan son tahlilde kârlı çıkacağını düşünüyor olmalı. Bununla birlikte, dünkü konuşmasında “medya terörü”, “medya diktatörlüğü” gibi çok sert suçlamalar yer alsa da Erdoğan’ın üslubunu ölçülü ve kimileri kızacak biliyorum ama, “nispeten yumuşak” buldum.
Erdoğan temkinliydi çünkü sanırım, medya silahının bir gün elinde patlayacağını, bunun kaçınılmaz olduğunu biliyor ve o günün belki de bugün olma ihtimalinden endişe ediyor.
Galiba Türkiye yine kazananın olmadığı, olmayacağı yeni bir savaş yaşıyor ve bu savaş epey süreceğe benziyor.
Erdoğan’ın kısa tarihi: Medya ona, o medyaya vurdukça büyüdü
Haberin Devamı