Erdoğan güçlendikçe yalnızlaşıyor

Haberin Devamı

Dünkü yazıma “Dün Hrant, bugün Berkin” başlığını atmıştım, Radikal’de Cengiz Çandar da “Hrant’tan Berkin’e” demiş. Hrant’ın katledildiği 19 Ocak 2007’den Berkin’in hayata tutunma gücünü tükettiği 11 Mart 2014 gününe kadar Türkiye’de çok şeyler değişti. Dünkü yazıda sözünü ettiğim “11 Mart süreci”nden ne kastettiğimi izah etmek için geçen 7 yıllık sürede nelerin değiştiğini ele almak istiyorum.

Gerçekten çok şey yaşandı bu 7 yıl içinde. Hrant’ın katledilmesinden yaklaşık 2 ay sonra dönemin Genelkurmay Başkanı Org. Yaşar Büyükanıt, internet üzerinden iktidar partisine muhtıra verip Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanı seçilmesini engellemeye kalktı mesela. Ama kaybeden o oldu. Üstelik onun bu manevrası, “derin devlet” denen olguya karşı Ergenekon, Balyoz vb. davaların açılmasına yol açtı. AKP hükümeti, askeri ve müttefiki olduğu kesimleri sistemin merkezinden uzaklaştırmak için Fethullah Gülen cemaatiyle ittifaka gitti... Uzatmaya gerek yok: Bugün iktidar partisi, Gülen cemaatiyle amansız bir savaş içinde ve herhâlde bununla bir şekilde bağlantılı olarak Ergenekon vb. davaların sanıklarının çoğunun serbest kalmasını mümkün kılıyor.

Erdoğan’ın artan gücü

Bir diğer, bence en önemli değişiklikse 7 yıl önceki AKP hükümetinin birçok açıdan değişikliğe uğraması. Abdüllatif Şener’in yolunu ayırması, Gül’ün Çankaya’ya çıkması, Bülent Arınç’ın nispeten pasifleşmesiyle birlikte AKP’de Recep Tayyip Erdoğan’ın iktidarı iyice pekişti ve bu durum doğrudan ülke yönetimine de yansıdı. Her seçimin ardından balkona çıkıp “hepinizin başbakanıyım” deme ihtiyacı hisseden Erdoğan’ın Gezi direnişi sırasında “yüzde 50’yi evde zor tutuyorum” demek durumunda kaldığı andaysa ülke teorik olarak bölündü.

Gezi direnişinin temposu bir yerden sonra düştü ancak Erdoğan’ın sert üslubu ve ayrıştırıcı söylemi hiç hız kaybetmedi. 17 Aralık 2013’te Gülen cemaatiyle olan savaş alenileşince Erdoğan’da değişiklik olması ihtimali gündeme geldi, ama olmadı. Başbakan eskiden karşısına aldığı kesimlerin bazılarını yanına çekip cemaate karşı daha güçlü olmaya çalışmak yerine onları da cemaat ile işbirlikçi gösterme stratejisini benimsedi. Dün Mersin’de, Berkin için yayınladığı taziye mesajı nedeniyle Gülen’i “sokakları kışkırtmak”la suçlaması vardığımız noktayı gösteriyor.

Aynı ülkede yaşıyorsak

Halbuki kendisine oy vermeyen kitlelerle arasının alabildiğine açılmasının esas nedeni, Erdoğan’ın, Gülen’in şu ya da bu nedenle kavradığını kavramaması veya kavramaya yanaşmamasıdır: Eğer herkes aynı ülkede yaşıyorsa birbirine karşı en azından empatik yaklaşmalı; derdini, tasasını, kaygısını, acısını anlamalı, anlamaya çalışmalı.

Erdoğan “ötekileştirme” terimini çok seviyor, sık sık kullanıyor, ama kendisine mesafeli kesimleri ötekileştirmekten de geri kalmıyor. Hele karşısında sahici bir tehdit varsa. Dün bu tehdit Kürt siyasi hareketiydi, onunla belli bir süreç başlattı ve tehdidi en azından dondurdu. Ardından hiç beklemediği bir anda Gezi olayı patlak verdi. Küçümsedi ve kendisini sevmeyen kesimlerin neredeyse tümünün bir araya gelip sahici bir tehdit oluşturmasına yol açtı. Nihayet cemaatle çatışmaya girişti.

Görünüşte sürekli birileriyle çatışıyor olmak Erdoğan’ı daha güçlendiriyor olabilir. Ancak böyle görünmesi ve bazı kraldan çok kralcıların analizleri aldatıcı. Bu strateji AKP liderini iyice yalnızlaştırıyor ve onu kayba götürüyor.

Berkin’in 12 Mart’taki cenaze töreni bunun açık kanıtıdır.
Erdoğan güçlendikçe yalnızlaşıyor
Bu konuya devam edeceğiz.

Kan kanla yıkanmaz

Önceki gün, Tunceli‘deki olaylar sırasında polis memuru Ahmet Küçüktağ kalp krizi geçirerek hayatını kaybetti. İstanbul Okmeydanı‘nda da 21 yaşındaki Burakcan Karamanoğlu silahla vurularak öldürüldü. Allah rahmet eylesin. Bu iki acı kayıp üzerinden, şu ya da bu şekilde Berkin’in hatırasına gölge düşürmek isteyenlere kanın kanla yıkanmayacağını ve ölüm yarıştırmanın yanlış olduğunu hatırlatmak gerekir.

DİĞER YENİ YAZILAR