Devlet içindeki devletin içindeki devlet

Haberin Devamı

Dün iki yazar birden; Star’da Fehmi Koru, Hürriyet’te Akif Beki 17 ve 25 Aralık rüşvet ve yolsuzluk operasyonlarının ardında Fethullah Gülen cemaati değil de onun içinde yuvalanmış ayrı bir “paralel yapı”nın bulunması ihtimaline dikkat çektiler.

Koru, “Bir kuşkumuz var” başlıklı yazısında “Acaba bildiğimiz Câmia içerisinde başına buyruk başka bir Câmia mı var? Uzatıldığını işitir işitmez dostluk elini havada bırakmak için harekete geçenler o ‘paralel yapı’dan olmasın?” diye sordu.

Beki de “Bir ‘paralel cemaat’ de mi var?”, başlıklı yazısında “Emir komuta zincirleri devlette olmayan memurların kendi aralarında çeteleşmesine ‘devlet içinde devlet’ deniyor... Direktif ya da işaret aldıkları merkez Cemaat’in manevi otoritesi olmayan mensupların örgütlü faaliyetlerine de ‘Cemaat içinde cemaat’ tabiri yakışır o halde. Aynı olgunun biri devlete, diğeri Cemaat’e bakan iki ayrı yüzü bunlar. Birini tasfiye etmek hükümetin boynuna borçsa diğerini zapturapt altına almak da Cemaat’in vazifesi” dedi.

“Paralelin paraleli”

Hükümeti ve Başbakan’ı doğrudan rahatsız eden soruşturmaların ardında kimin olduğu sorusuna genellikle iki cevap veriliyordu. Cemaat çevreleri, malum, bunlarla hiçbir şekilde alakaları olmadığını söylüyor, ama sonuna kadar da destek veriyorlar. Hükümete yakın kişilerse bunları cemaate bağlı “paralel devlet” yapılanmasının, dış güçlerle işbirliği hâlinde kotarıldığına inanıyorlar. Koru ve Beki’nin yaklaşımları bu açıdan bir orta yol: “Evet, olayın ardında bir şekilde Cemaat var ancak Gülen başta olmak üzere Cemaat’in asli unsurlarının bunlardan haberi ve bunlara onayı yok.”

Her iki yazar da iddialarına, Fethullah Gülen’in Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e yazdığı (ve Koru’nun bizzat elden ilettiği) mektuba hâkim olan uzlaşmacı/ılımlı üslupla, 3-4 gün sonra patlak veren ve doğrudan Başbakan Erdoğan’ı hedef aldığı anlaşılan ikinci rüşvet/yolsuzluk operasyonunun şiddeti arasındaki uyuşmazlığı kanıt olarak gösteriyorlar.

Katılmıyorum. Öncelikle, mektubun dilinin Koru ve Beki’nin tarif ettiği kadar ılımlı ve uzlaşmacı olduğunu düşünmüyorum. Bana göre Gülen’in talepleri (dershanelere dokunulmaması, memur kıyımı yapılmaması, cemaate yönelik kara propagandanın durdurulması) son derece somutken, kendisinin vaatleri (taraftarlarına itidal tavsiye etmek) daha çok soyuttu.

“Gülen iyi, çevresi kötü”

Dolayısıyla bu mektuptan hareketle bir barış, hatta ateşkes inşası bile hayli zordu. Nitekim daha üzerinden hafta geçmeden 25 Aralık operasyonu yaşandı. Bu noktada ikinci itirazıma gelecek olursak; hükümete yönelik bu sert darbenin, cemaat içindeki “paralel” bir yapının, Gülen’den habersiz ama cemaatin imkânlarını kullanarak gerçekleştirilmiş olması ihtimaline hiçbir şekilde itibar etmiyorum.

Kasım ayı ortasında yazdığım “Yoksa Gülen iyi ama çevresi kötü mü?” (http://www.rusencakir.com/Yoksa-Gulen-iyi-cevresi-kotu-mu/2264) başlıklı yazıdaki şu cümleyi bugün tekrarlamakta hiçbir sakınca yok: Nasıl AKP hükümetinde stratejik adımların Başbakan Erdoğan’dan habersiz, hele ona rağmen atılması imkânsızsa cemaatin içinden herhangi birilerinin Gülen’den bağımsız, hatta özerk bir şekilde hükümete meydan okuması da söz konusu olamaz.

Eğer böyle bir ihtimal olsa, Gülen daha 7 Şubat 2012’deki MİT krizinin ardından çok açık ve net bir tutum alır, bunca yıl büyük bir özen, dikkat ve meşakkatle bugünlere getirmiş olduğu hareketini riske atan kişileri saptar, gerekirse hükümetten de yardım ister ve onları kapının önüne koyardı.

İlginçtir, cemaatin içinde kendi kafasına göre hareket eden (ve muhtemelen birtakım uluslararası güç odaklarıyla koordineli çalışan) ayrı bir cemaat bulunduğu önermesi, bu camiaya bağlı kişiler tarafından da “cemaati parçalama” taktiği olarak görülüp eleştiriliyor.

Sonuç olarak “Gülen iyi, ama çevresi kötü“ gibi bir akıl yürütmeyle devlet içindeki devletin içinde bir başka devlet arayarak gidilebilecek fazla bir yol olduğunu hiç düşünmüyorum.

DİĞER YENİ YAZILAR