“Ruşen Bey, bütün bunlar Ergenekon yüzünden geldi başımıza!” Bu sözleri Cumartesi günü Erdoğan’ı izlemek için Siirt’e gittiğimde bir AKP’li gençten işittim. Kendisine Ergenekon soruşturması fazla abartmamasını ve AKP davasını da fazla küçümsememesi gerektiğini söylemeye çalıştım; etkili olduğunu sanmıyorum. Benzer muhabbetler Batman ve Mardin’de de tekrarlandı. İşin ilginci Diyarbakır ve Mardin’de sohbet erme imkanı bulduğum bazı DTP yanlılarının da -ki çoğu serbest meslek sahibi orta sınıf kişilerdi- aynı şekilde düşündüklerini gördüm.
Tabanın işin ciddiyetini anlayamamasını anlamak mümkündü. Ancak bu izah tarzının tavanda da epey revaçta olduğunu, Siirt’te Erdoğan’ın ekibinden bazı isimlerle so hbet ettiğimde fark etmiştim. Nihayet Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay bu iddiayı açık açık dillendirince bunun bir tür “parti tezi” olduğuna kanaat getirdim. Nitekim AKP liderinin de basına kapalı grup toplantısında benzer sözler sarf ettiği yazılıp çizildi.
Bu tezi tartışmadan önce Günay hakkında geniş bir parantez açmak lazım. Çocukluğumdan beri tanıdığım ve sevdiğim sol bir siyasetçi olan Günay’ın AKP’ye girmesinin hem kendisi, hem AKP, hem de Türkiye için hayırlı olacağını düşünmüştüm. Ancak birkaç seçim mitinginde “40 yıllık AKP’li” gibi davranmasını çok yadırgadım. Başörtüsü krizi patlak verdiğinde de Günay’ın, “laikliğe duyarlı kesimler” ile AKP arasında bir tür köprü misyonu üstlenmesini beklemiş ve bunu kendisine de ifade etmiştim. Pek aktif bir tutum takınmadı. Hele şimdi yaptığı gibi sürece damga vurmadı.
Günay’ın Başsavcı Yalçınkaya’yı bir şekilde Ergenekon’la irtibatlandırmasının; onun baskı altında dava açmış olduğunu ileri sürmesinin davanın seyrine nasıl bir olumlu etkisi olabileceğini anlayabilmiş değilim. Günay gibi deneyimli ve birikimli bir politikacının bu krizin aşılabilmesi için daha dikkatli olması gerekmez miydi?
Dönüm noktası başörtüsü
Davanın açılmasıyla ilgili bir dönüm noktası aranıyorsa bu olsa olsa başörtüsüyle ilgili düzenlemelerdir. İktidar partisi, MHP’nin desteğini yeterli bulup daha geniş bir toplumsal mutabakat ve devlet kurumları arasında uyum arama çağrılarına kulak tıkayarak kapatma davasına bir tür zemin hazırladı. Örneğin, son aylarda yaşanan siyasi gelişmeleri en iyi analiz eden siyasetçilerden olan MHP lideri Bahçeli, kendi desteklediği düzenlemenin ülkeyi bir kaosa sürüklemekte olduğunu fark etti ve tedbir alınmasını istedi; en sonunda Cumhurbaşkanı Gül’ü sürece müdahale etmeye çağırdı.
Bahçeli bu maceranın sonunun kapatma davası olduğunu görmüş müydü, bilmiyorum ama Ankara’da bu ihtimalin giderek güçlendiği yorumları yapılmaya başlanmıştı. Ancak çoğunluk, Anayasa Mahkemesi’nin yapılan Anayasa değişikliklerini “yok hükmünde” sayması durumunda -ki bunun kuvvetle muhtemel olduğu söyleniyordu- Başsavcı’nın hemen davayı açacağına inanıyordu.
Ucuz kahramanlar
Çok ama çok kritik bir sürece girmiş durumdayız. Görebildiğim kadarıyla tarafların tümü kısa vadeli planlarla hareket ediyor. Örneğin AKP’nin alelacele Anayasa’yı değiştireceği; bu uğurda referandumu bile göze alacağı söyleniyor. Ama bu epey zaman gerektiriyor ve Yüce Mahkeme’nin kararını bu değişiklikler tamamlanmadan vermesi durumunda iktidar partisinin ne yapacağı belirsiz.
Öte yandan AKP’nin kapatılıp Erdoğan’ın siyaset yasaklısı olma ihtimalini bando mızıkayla kutlayanların, diyelim ki arzuları gerçekleşti, sonrası için ne gibi planları olduğu meçhul. Aslında meçhul de değil, yok. Çünkü Türkiye’de AKP’ye alternatif bir parti; Erdoğan’a alternatif bir lider ufukta bile görünmüyor. Yani bu gidişle işin sonunda kimse kazanmayacak, tüm Türkiye’nin hep birlikte kaybedecek.
Peki ne yapılabilir? Her şeyden önce akılcı, soğukkanlı, ölçülü ve yapıcı olmak şart. (Bahçeli’nin dün partisinin grup toplantısında yaptığı konuşma bütün bu sıfatları fazlasıyla hak ediyor.)
Toplumun farklı kesimleri arasında diyalog kanalları açmamız ve hep birlikte makul olanı aramamız gerekiyor. Gün ucuz kahramanlık değil, çözüm için kafa yormak ve katkıda bulunmak günü.
Bir anekdotla bitirmek istiyorum: RP’nin kapatılmasından sonra bir ortamda, kendisine yasak getirilmiş bir milletvekiliyle karşılaştım ve kendisine “geçmiş olsun” dedim. O da, hemen ilerimizdeki, kapatmadan sonra FP’ye geçmiş olan İstanbul Milletvekili Mukadder Başeğmez’e “Bak gördün mü, halbuki sen bana daha ’geçmiş olsun’demedin” diye taş attı. Başeğmez ise kendisine, bugün bile kelime kelime hatırladığım şu cevabı verdi: “Sen elimden gül gibi iktidarımı aldın. Esas sen bana ’geçmiş olsun’ demelisin!”
Bu gidişle kimse kazanmayacak, tüm Türkiye kaybedecek
Haberin Devamı