AKP’li Kürt milletvekilleri şaşkın, kaygılı ama hâlâ ümitli

Haberin Devamı

Dün TBMM’de AKP kulislerinde en çok Başbakan Erdoğan’ın “yeni” Güneydoğu politikası ve Dengir Fırat’ın partinin ikinci adamlığından ayrılıp yerine Abdülkadir Aksu’nun gelmesi konuşuluyordu en azından AKP’liler benimle bu konuyu konuşmayı tercih ettiler. Bunlardan biri de Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek’ti. Fırat-Aksu olayının ardından yaptığım yorumlarda Aksu ile Çiçek’in yıllara dayanan uzun süreli yol arkadaşlığını hatırlatmış ve “Zaman içinde Çiçek, terörle mücadelenin birinci derecede sorumluluğunu üstlendi. Yakın dostu Aksu AKP’nin ikinci adamı oldu. Yani AKP’nin reform çizgisinden sapıp yeniden statükocu bir rotaya saptığını iddia edenlerin elleri dünkü gelişmelerin ardından iyice güçlendi” diye yazmıştım.

Çiçek’in talebi

Gerek Aksu, gerekse Çiçek’i çok uzun süredir tanırım ve her ikisiyle de dostane bir ilişkiye sahip olduğumu düşünürüm. Dün Çiçek, “statükocu” saptamamın, “statik” bir bakış açısının ürünü olduğunu söyleyip “hangi gelişmeyi engelledik ki!” diye sordu. Ben de ikisinin çok üst düzey görev yaptığı dönemlerde Kürt sorununun çözümü konusunda çok fazla gelişme yaşanmadığını belirttim. Çiçek de bana AB reformlarının çoğunun kendisinin Adalet, Aksu’nun da İçişleri Bakanı olduğu dönemde gerçekleştiğini hatırlatıp bürokraside zihniyetleri değiştirmenin çok zor olduğunu, bu nedenle arzulanan sonuçların tam olarak algılanamadığını savundu. Hemen ardından da “Herkes Kürt sorunundan başka bir şey anlıyor. Siz ne anlıyorsunuz? Yarın yazın da okuyalım” diye devam etti.

Yıllardır Kürt sorunu üzerine yazıp çizmiş birisi olarak bir kere daha kendi görüşümü özetlemek istiyorum. Bunu sadece bir “kalkınma sorunu”na indirmek yanlıştır. Esas olarak bir kimlik ve bunu ifade edip geliştirmede bazı sorunlar yaşanmaktadır. Diğer bir deyişle, bu ülkede Kürt olduklarını düşünen insanlar varsa ve bunların birçok itiraz, şikâyet, talep ve beklentileri varsa o ülkede bir Kürt sorunu da vardır.

Erdoğan ne yapabilir?

Ülkeyi yönetenlerin öncelikli görevi işte bütün bu şikâyet ve talepleri çok iyi saptamak ve bunlara cevap vermek için çabalamak olmalıdır. Çözümün esasında “Kürde Türkü, Türke de Kürdü savuma”nın yattığını düşünüyorum. Ülkenin tüm bölgelerinden oy alabilen tek parti olan AKP’de bu çözüm potansiyeli var. Nitekim 22 Temmuz seçimleri sonrası Erdoğan “Bizim 75 Kürt kökenli milletvekilimiz var” diyerek çözümün esas adresinin kendileri olduğunu da açıkça deklare etmişti. Ne var ki ne bu 75 milletvekili Kürt kimliklerini öne çıkarıp ciddi çözüm önerileri geliştirdiler, ne de Erdoğan başta olmak üzere AKP kurmayları ülkeyi “topyekûn bir çözüm” iklimine taşıdılar.

Başbakan’ın Kürt politikasındaki çarpıcı dönüşümün partisinin Kürt kökenli milletvekillerinde derin şaşkınlık ve kaygı yarattığını dün bizzat gözledim. Ama hiçbirinin ümitsiz olmadığını da vurgulamalıyım. İçlerinden biri durumu şöyle özetledi: “İki seçenek var. Ya Başbakan çok kuvvetli bir açılım hazırlıyor ve buna zemin hazırlamak için hedef şaşırtıyor ya da gerçekten bu son çizgiyle çözümün geleceğine inanıyor.” Aynı kişi “Ben Pollyannacılık yapmayı tercih ediyor ve Başbakan’ın sürpriz bir çıkış yapacağına inanıyorum. Aksi takdirde felaket olur, bunları hiçbir şekilde telafi edemeyiz.”

Bir başka Kürt kökenli milletvekili de “Başbakan’ın pozitif ve negatif yönlerine birlikte bakmalıyız. Tamam, çok sert şeyler söylüyor ama bu arada ‘anayasal vatandaşlık’, ‘üst kimlik’ gibi kavramlarda da ısrar ediyor bunları bilinçlere kazıyor. İşte çözüm uzun vadede bu temellerden ortaya çıkacak. Bu yüzden konjonktüre kapılıp kalmamak lazım.”

Benim bildiğim Erdoğan da, kolay kolay, bazılarınbın iddia ettiği gibi, Kürt sorununda “eski devlet çizgisi” ne tam anlamıyla dönmez ve TSK’nın kuyruğuna takılmaz. Peki ne yapacak? Ne yapabilir? Bilmiyorum, ama bir an önce DTP’den “malum parti” diye bahsetmekten, DTP’lileri “pislik” olarak tanımladığını düşündürecek laflar etmekten vazgeçse çok iyi olacak. Bir de “ya sev ya terk et” konusu var. Erdoğan dün yine “ben böyle demedim. Bu MHP anlayışı ve ben bu anlayışa karşıyım” dedi ama ardından “beğenmeyen isterse çekip gidebilir” anlamına gelecek sözler söyledi. Bunun da demokratik bir ülkenin başbakanına yaraşır bir yaklaşım olduğunu düşünmüyorum.

DİĞER YENİ YAZILAR