Bundan yaklaşık üç sene önceye gidelim ve 2006 yılının ilk günlerinde Hamas’ın Filistin’de yapılan seçimlerden birinci parti çıktığını; kısa bir süre sonra da Halid Meşal başkanlığındaki bir Hamas heyetinin Ankara’yı ziyaret ettiğini hatırlayalım. Buna bağlı olarak içerde ve dışarıda sırf bu ziyaret nedeniyle AKP hükümetinin, Başbakan Erdoğan’ın, dönemin Dışişleri Bakanı Gül’ün ve bu ziyaretin mimarı Başdanışman Prof. Ahmet Davutoğlu’nun nasıl linç edilmek istendiğini de hatırlayalım.
Bu ziyarete yeşil ışık yakanları ABD ve İsrail’e şikayet etmek için, aralarında kendilerini “liberal”, “demokrat” vs. olarak tanımlamaya özen gösteren çok sayıda kanaat önderinin de bulunduğu uzun kuyruklar oluşturulmuştu. Yıllarca süren bu karalama kampanyasının temel tezi “Hamas teröristtir. Teröristlerle pazarlık edilemez” idi.
AKP bu ziyaretle neyi amaçlamıştı. Çok basitleştirirsek AKP Hamas’ı bir “direniş örgütü” olmaktan çıkarıp, sorumluluklarının farkında bir “iktidar partisi”ne dönüştürmek ve İsrail ile barış içinde yan yana yaşama çizgisine çekmek istiyordu. AKP hükümeti, sandıktan çıkıp meşruiyetini pekiştirmiş olan Hamas’ın, Suriye ve en çok da İran’a bağımlı olmasından derin bir rahatsızlık duyuyordu. Fakat AKP’nin Hamas’ı uluslararası sistemin içine çekme gayretleri, hem Batı dünyası, hem de İran ve Suriye gibi Ortadoğu’nun “red cephesi” üyesi güçleri tarafından engellendi ve kısa sürede başarısızlığa uğradı.
Prof. Davutoğlu’nun öngörüsü
O günlerde, Türk basınında bu ziyareti açıkça savunmuş birkaç kişiden biri olarak, eğer bu iki uçlu sabotaj faaliyetleri olmasa, eğer Hamas içinde “ılımlı” olarak tanımlanabilecek kanat daha baskın çıkabilse ve eğer Ankara erken pes etmese bugünleri yaşamayabilirdik diye düşünüyorum. Ve bu noktada, birçok kez olduğu gibi Prof. Davutoğlu’nun son derece haklı çıkmış olduğunun altını çizmek istiyorum. Prof. Davutoğlu o günlerde yaptığımız bir sohbette “Neden böylesine bir risk aldınız?” sorumu şöyle yanıtlamıştı: “Gözümüzü kapatıp bekleyebilirdik, ama ilerde kriz çıkarsa Türkiye bundan etkilenmeyecek mi? Dolayısıyla bu yaptığımız o kadar da riskli değil.” Prof. Davutoğlu “Aslında ABD ve İsrail’in bize müteşekkir olması lazım, çünkü biz tansiyonu düşürmeye çalışıyoruz. Böyle giderse bir-iki yıl içinde Filistin’de, bölgeyi ve İslam dünyasını karikatür krizinden çok daha fazla sarsacak gelişmeler yaşanacak ve bu tüm dünyaya sirayet edecek” demiş ve şöyle devam etmişti: “Hamas’a verdiğimiz mesajlar belki iki ay sonra anlamlarını kaybedecek. Şimdi bizi eleştirenler de o zaman gelip ‘Türkiye Hamas’ı ikna etmek için gayret sarfetsin’ diyecekler. Fakat iş işten geçmiş olacak.”
Peki bugün iş işten geçmiş durumda mı? İyimser olabilmek, İsrail’in katliamlarını erkenden bitirmesi için ortada pek bir işaret olmadığını biliyorum ancak Gazze operasyonunun bir de sonrası var. Ne kadar uzatırsa uzatsın İsrail er geç Gazze’den çekilecek ve ne kadar yanaşmıyor gözükse de doğrudan veya dolaylı olarak Hamas ile masaya oturmak zorunda kalacak.
İşte o zaman Hamas ile İsrail arasında fonksiyonel arabuluculara ihtiyaç duyulacak ki Türkiye bunların en önde gelen adaylarından biridir. “Bize ne!” diyenleri bir kenara bırakıp, Başbakan Erdoğan’ın Gazze’de yaşananlara başından itibaren çok sert tepkiler göstermesinden hareketle Türkiye’nin kendini devre dışı bıraktığını ileri sürenlerin yanıldıklarını vurgulamak şart. Bu çıkışlar yüzünden Erdoğan’ın ve dolayısıyla Türkiye’nin, “İsrail nezdindeki kredibilitesi” azalmıyor, tam tersine artıyor. Diyelim ki azaldı. Ya Hamas ne olacak? Onunla kim, nasıl temas kuracak?
Şayet İsrail’in bu operasyonlarının Hamas’ı ortadan kaldırabileceğine inanıyorsanız sorun yok. Ama şayet Hamas’ın bu süreçten daha da güçlenerek çıkma ihtimalini göz önüne alıyorsanız, ister beğenin ister beğenmeyin denklemlerinize mutlaka Hamas’ı da almanız gerekir.
Ahmet Davutoğlu bir kez daha haklı çıktı
Haberin Devamı