Abdullah Gül eğer birinci turda cumhurbaşkanı seçilebilseydi herhalde çok sevinecekti. Ama bu çok zordu. Öncelikle DTP’lilerin tamamının, ardından birkaç bağımsızın ona oy vermesi ve hatta MHP veya DSP’den birkaç fire olması gerekiyordu. DTP’lilerin “boş oy” kullanacaklarını açıklamasıyla birlikte bütün bu aritmetik hesaplar geçersiz kaldı.Kaldı ki Gül ilk turda seçilmeyi isterdi ama esas olarak DTP’lilerin desteğiyle Çankaya’ya çıkmış olmayı da herhalde pek arzu etmezdi. Bu nedenle dünkü oylamanın sonucu onu da fazla rahatsız etmemiş olmalıdır. DTP pazarlık ediyorPeki dünden geriye ne kaldı? CHP ve MHP’nin tutumlarını çok önceden biliyorduk, BBP Lideri Muhsin Yazıcıoğlu da şaşırtmış sayılmaz ancak DTP ile DSP’nin dünkü tavırları ileriye yönelik önemli ipuçları içeriyor. Önce DTP’den başlayalım: DTP’liler Gül’den Kürt sorununda daha duyarlı bir çıkış yapmasını beklediklerini, bunun işaretini görmedikleri için boş oy kullanacaklarını söylediler. Bu arada “Gül bizim arzuladığımız noktanın çok uzağında değil” demeye de özen gösterdiler. Bu tutumu şöyle tercüme edebiliriz: DTP birçok kritik noktada AKP’ye yakın durabilir, hatta ona somut destek verebilir ama karşılığında hükümet kanadından Kürt sorunu üzerine sembolik de olsa bazı açılımlar talep edecektir. 28 Ağustos’ta seçilmesi kesin olan Gül ile de sıcak ve yakın bir ilişki kurmaya hazırlar ama arada sırada onun en azından “Kürt” demesini bekleyecekler.DSP sürpriziDünün tartışmasız en dikkat çekici olayı DSP’nin Tayfun İçli’yi aday göstermesi ve tam kadro oylamaya katılmasıydı. DSP’liler CHP listelerinden TBMM’ye girdiler ve genel başkanları Zeki Sezer “tek grup olarak hareket edeceğiz” demişti. Ne var ki daha ilk günden CHP’den koptular ve Gül’e randevu vererek ilk ciddi sınavda CHP ile yollarını ayırdılar. İçli’yi aday gösterip oylamaya katılarak bu ayrılığı iyice derinleştirmiş oldular.“13 milletvekili ne yapabilir ki!” dememek gerekiyor. Evet, MHP ve DTP’nin katılımıyla zaten 367’ye kolaylıkla ulaşılıyordu. Yani 13 DSP’linin aritmetikte pek etkisi olmadı ama bu adımın çok önemli siyasi sonuçlarının olacağı kesindir. Çünkü DSP, CHP ile bir nevi kardeş parti. İkisi de solcu, Atatürkçü, laik ve cumhuriyetin kuruluş felsefesinin savunucusu olma iddiasında. CHP işte tam da bu ilkelere dayanarak Gül’ün seçilmesine ortak olmamak istiyor ve seçilmesinden sonra da boykotunu sürdüreceğini söylüyor. DSP’liler ise “Gül’ü eleştiriyoruz ama seçilirse o makama saygı gösteririz. İnşallah vadettiği gibi tüm Türkiye’nin cumhurbaşkanı olur” diyorlar. DSP Ankara Milletvekili Emrehan Halıcı “bizimki sağlam, kararlı ama sağduyulu, komplekssiz bir duruş” diyor. Sonuçta DSP dün CHP’nin boykot stratejisini büyük ölçüde açığa düşürdü. Bunu önümüzdeki dönemde merkez sol içinde çok ciddi bir rekabetin habercisi olarak görebiliriz. Hele CHP içinde, bazılarının beklediği gibi çalkantılar çıkması durumunda DSP grup için gerekli olan 20 sayısına bile ulaşabilir.CHP-DSP rekabetiBaşa dönecek olursak, AKP grubuna ek olarak sadece bir oy (muhtemelen BBP lideri Yazıcıoğlu) alabilmiş olması hiç tartışmasız Gül açısından bir başarısızlıktır. Çünkü alınacak her fazla oy Gül’ün “herkesi kucaklama” iddiasına katkıda bulunacaktı. Yine de CHP dışında herkesin oylamaya katılmış olması Gül ve AKP için başarıdır. Önceki dönemde CHP’nin başını çektiği, ANAP ve DYP’nin de onu izlediği, oturumlara katılmayıp ülkeyi erken seçimlere sürükleme stratejisinin yanlışlığı dün bir kez daha ortaya çıktı.
Abdullah Gül’ün 11. Cumhurbaşkanı olması durumunda “AKP Hükümeti’nin noteri” olmasını bekleyenler herhalde azınlıktadır. Fakat onun “tüm Türkiye’nin cumhurbaşkanı” olamayacağına inanan pek çok kişi bulunduğu da bir başka gerçek. Nitekim Gül adaylığını açıkladığı basın toplantısında kendisine kuşkuyla bakanları ikna etmeye yönelik mesajları öne çıkarttı.O günden beri aynı ikna çabasını sürdürüyor. Öyle ki, yapmayacaklarını anlatmaktan yapmayı düşündüklerinden söz etmeye fırsat bile bulamıyor. Veya şöyle söyleyebiliriz: Gül kendinden önceki cumhurbaşkanlarından farklı olmadığını anlatmakla meşgul. Halbuki kendisinin, seleflerinden hangi noktalarda ayrılacağını, nerelerde fark yaratıp imzasını atacağını merak edenler de var.Türbanda ortayolKuşkusuz Gül’e yönelik itirazların temelinde laiklik var ve böyle olmaya da devam edeceğe benziyor. Bu konuda ne kadar teminat verirse versin, geçmişte yaptığı konuşmalardan bazı alıntılar karşısına çıkarılacak, onun İslamcılığı bırakmadığı, aslında takiyye yaptığı ileri sürülecek. Ama herşeyden önce eşi Hayrunnisa Gül’ün kılık kıyafeti tartışmaların göbeğinde yer alacak.Gül’ün muhtemel tatsızlıkları önlemek için, eşini belli ölçülerde geri planda tutabileceğini ama asla saklamayacağını düşünüyorum. Yani Gül’den Çankaya’da türban kavgası vermesini uman ya da bundan korkanlar da, onun bu konuda teslim olmasını bekleyen ya da bundan endişe edenler de yanılacağa benziyorlar. Böylesine çetrefil bir konuda ortayolu bulabilmek muhakkak çok zor, ancak Gül bu badireyi atlatabilirse önünün büyük ölçüde açılacağı da kesindir. Tartışmayı değiştirmekGül laiklikle ilgili polemiklerle zaman, enerji ve prestij kaybetmek istemiyorsa tartışmayı diğer alanlara taşımaya gayret edecektir. Bu noktada ilk akla gelen, geçmiş dönemdeki birikimi ve ilişkilerinden güç alarak dış politikada aktif bir performans sergilemesidir. Tahmin edildiği gibi Dışişleri Bakanlığına onun arzuladığı bir ismin (mesela Ali Babacan) getirilmesi halinde, önümüzdeki dönemde Türk dış politikasına Çankaya’nın damga vurabileceğini öngörebiliriz. Ancak burada sonunda kocaman bir soru işaretiyle şu soruyu sormamız şart: Başbakan Erdoğan buna ne ölçüde razı olur?Gül’ün Çankaya’ya çıksa da, Erdoğan ve Arınç ile birlikte AKP troykasının bir ayağını oluşturmayı sürdüreceğini savunanlar için bu soru anlamsız kaçacaktır. Ancak Gül’ün Çankaya’ya çıktıktan sonra “partiler üstü” bir kimlik kazanmak için elinden geleni yapacağını düşünenler bambaşka senaryolar üzerine kafa yormaya başladılar bile.Ben de bunlardan biriyim ve Gül’ün Çankaya’da, hükümete “rakip” ya da “alternatif” demeyelim ama en azından “paralel” bir iktidar odağı oluşturmak isteyeceğini düşünüyorum. CHP’yi kazanmakGül için daha önce “siyasi hırsını Çankaya’ya gömecek biri değildir” diye yazmıştım. Hala aynı kanıdayım. Gül eğer siyasi kariyerini cumhurbaşkanlığıyla sonlandırmak istemiyorsa, öncelikle başarılı bir Çankaya performansı göstermek zorunda. Öncelikle kendisine iyi bir ekip kurması, vadettiği gibi halkın içine girmesi, kendisine oy veren ya da vermeyen herkesi kucaklamak için çok çalışması, mesela ne yapıp edip CHP ve onun boykot stratejisini destekleyen kesimlerin gönlünü kazanması gerekiyor.Gül eğer samimi olarak tüm Türkiye’nin cumhurbaşkanı olmak istiyorsa AKP ile ilişkilerine çok dikkat etmek, gerektiğinde hükümete yardımcı olmak, ama gerektiğinde hükümeti uyarmak, hatta ondan hesap sormak zorunda. Sonuç olarak, medya olarak, önümüzdeki dönemde Çankaya-hükümet ilişkilerini çok yakından takip etme durumunda olacağımızı sanıyorum.
Medyada 60. Hükümet hakkında çıkan haberler, nerdeyse her lig öncesi yapılan transfer haberlerini de sollamak üzereydi. Tam “bitti nihayet” derken Cumhurbaşkanı Sezer topu seçilecek yeni cumhurbaşkanına attı. Bu yüzden yaklaşık iki hafta daha “kabine toto” oynayacağa benzeriz. Ortada çok isim dolaşıyor ama Başbakan Erdoğan’ın kafasındaki kabinenin bir bütün olarak nasıl bir şeye benzeyeceği hakkında fazla fikir yürütülmüyor. “Kimler bakan olacak?” yerine “nasıl bir kabine?” sorusunun cevabının daha önemli olduğunu düşünenlere yardımcı olabilmek için bazı sorular sorarak iz sürebiliriz:1) Kimler başbakan yardımcısı olacak? Abdullah Gül ile Abdüllatif Şener’in yerleri boşalıyor, Mehmet Ali Şahin’in durumuysa belirsiz. Erdoğan’ın üç başbakan yardımcılığını muhafaza edip etmeyeceği ve buralara kimleri getireceği kabinenin rengini anlamada kilit rol oynayacak. Muhtemelen bu üç görevden birine ekonomiyi koordine edecek biri (mesela Kemal Unakıtan) getirilebilir. Sağ ya da soldan yeni transfer bir ismin (mesela Ertuğrul Günay) başbakan yardımcısı yapılması AKP’nin merkeze taşınma iddiasını güçlendirir. Ama en çok merak edilecek husus, Gül gibi “ikinci adam” olup olmayacağı, olacaksa kimin olacağıdır. Normal şartlarda böyle bir konuma en uygun isim Bülent Arınç, ancak Erdoğan’ın doğabilecek tepkiler nedeniyle bunu kabul etmesi zor gözüküyor.2) MGK’ya kimler girecek? MGK’ya başbakan yardımcılarıyla Dışişleri, İçişleri, Milli Savunma ve Adalet bakanları katılıyor. Geçen sefer, Erdoğan sayılmazsa, MGK’ya katılan üç bakan Milli Görüş kökenliydi (Gül, Şener, Şahin), üçü de değildi (Çiçek, Aksu, Gönül). Dengenin Milli Görüş kökenliler aleyhine değişmesi şaşırtıcı olmaz. Örneğin Arınç’ın başbakan yardımcısı olması ya da gönlündeki Adalet Bakanlığına ulaşmasına fazla şans tanınmıyor. AKP “troykası”nın tamamının MGK’ya katılma ihtimali ülkedeki gerilim potansiyelini daha da artırabilir. 3) Kaç kadın bakan olur? 60. Hükümette en az iki kadın bakan olmasına kesin gözüyle bakılıyor. Hatta sayı üçe bile çıkabilir. Bunların isimlerinden ziyade hangi bakanlıklara getirilecekleri daha önemli. Acaba MGK’ya girecek yedi bakandan biri kadın olacak mı? Yani Erdoğan, kendine yardımcı olarak bir kadın seçecek mi veya Adalet ya da İçişleri’ne kadın bir milletvekilini bakan yapacak mı?4) Kaç transfer bakan olur? Zafer Çağlayan’ın Sanayi ve Ticaret, Mehmet Sağlam’ınsa Milli Eğitim Bakanı olmalarına kesin gözüyle bakılıyor. Ama en çok merak edilen soldan gelme Ertuğrul Günay, Haluk Özdalga ya da Zafer Üskül gibi isimlerden bakan çıkıp çıkmayacağı ve tabii ki bunların olursa hangi bakanlıklara uygun görülecekleri.5) Kaç kişi küstürülecek? Erdoğan’ın boştaki iki devlet bakanlığını dolduracak, Ekim sonrasındaysa icracı bazı bakanlıkları bölecek olmasının nedenlerinden biri de bakanlık bekleyen çok kişinin bulunması. Yeni transferler arasında bu beklentiye sahip olanlar muhakkak çoktur. Öte yandan bu hareketin emektarı olup hiç bakanlık yapmamış olanlar dikkat çekiyor. Mesela Arınç; mesela eski Grup Başkanvekilleri Faruk Çelik, Salih Kapusuz, Eyüp Fatsa, İrfan Gündüz; mesela genel başkan yardımcıları Dengir Fırat, Necati Çetinkaya, Nükhet Hotar, Nazım Ekren, Şaban Dişli... Bu liste daha çok uzayabilir. Daha çok soru var ve bunların hemen tümünün cevapları sadece Erdoğan’ın kafasında. İsim telaffuz edip “kabine toto” çılgınlığına dahil olmak istemiyorum. Ama 60. hükümet hakkında şu üç tahminimi kayda geçirmek istiyorum:1) Ulaştırma, Enerji, Maliye gibi çok paranın söz konusu olduğu bakanlıklar yine Erdoğan’ın belediye döneminde birlikte çalışmış olduğu sadık isimlerine gider.2) Bu kabine çok sürprizli olabilir. Öyle isimler girip, öyleleri de çıkabilir ki hayretler içinde kalabiliriz.3) Bu kabine “light” olmaya aday. Yani Erdoğan’ın 24 kişilik takımı, AKP’nin “merkez ligi”nde oynama kararlılığının açık bir kanıtı olabilir.
CHP Abdullah Gül’ü, “cumhuriyetin temel ilkeleriyle sorunlu, İslamcı ve takiyyeci” bir siyasetçi olarak resmediyor ve onun Çankaya’ya çıkmasının, devlet eliyle tüm toplumun yukarıdan aşağıya İslamileştirilmesi operasyonunun önemli bir aşaması olacağı uyarısında bulunuyor. Gül hakkında CHP’liler gibi düşünen çok sayıda kişinin de bulunduğu bir gerçek. Bu nedenle CHP’nin tavrını önemsemek ve Gül’e bakışını tartışmak gerekiyor.Gül’ün ilk gençlik yıllarında milliyetçi eğilimler içinde olduğunu, ardından şair Necip Fazıl Kısakürek’in milliyetçilikle İslamcılığı harmanlayan “Büyük Doğu” ekolüne dahil olduğunu biliyoruz. Necip Fazıl, elitist (seçkinci) ve aristokrat bir İslamcıydı. Dolayısıyla onun takipçileri de belli bir eğitim seviyesindeki, orta sınıf muhafazakar ailelerin çocuklarıydı. Büyük Doğucular’ın Milli Görüş hareketiyle hep inişli çıkışlı bir ilişkisi olmuştur. Bu noktada Gül’ün bir istisna olduğu söylenebilir. Örneğin Gül’ün 1991’deki ilk seçim kampanyasını, çoğu kendisi gibi Büyük Doğu kökenli, iş güç sahibi ama entelektüel-politik donanımları yüksek bir grup yürütüyor ve hemen hepsi “Biz Refahçı değiliz, Gül için çalışıyoruz” diyorlardı.Milli Görüş yıllarıGül seçilir seçilmez Erbakan’ın kurmayları arasına girdi. İç ve dış güç odakları, medya ve diğer partiler onu RP içinde diyalog kurulabilen ender isimlerden biri olarak gördü. Milli Görüş’ün dışa açılan penceresi olmasına rağmen Gül muhafazakar tabanla ilişkisini de hiç koparmadı; hep onlardan biri gibi olmaya ya da görünmeye özen gösterdi.Gül’ün Fazilet Partisi içinde yenilikçi kanadın liderliğini üstlenmesinde Tayyip Erdoğan’ın siyasi yasaklı olmasının etkisi büyük olmakla birlikte, kendisinin tecrübe, yetenek ve üslubu da önemliydi. Sürekli olarak “açıklık, şeffaflık, samimiyet, güven” gibi ilkelere göre hareket ettiğini vurgulayan Gül, daha FP kapatılmadan kendi İslamcı geçmişiyle hesaplaşmaktan da çekinmedi. AKP ile birlikteyse Gül’ün siyasi İslamcılıkla bağlarını büyük ölçüde kopardığına tanık olduk. Ancak dindar kimliğini saklamaya gerek olmaksızın muhafaza etmesi, yaşam tarzında köklü değişikliklere gitmemesi laikliğe duyarlı çevrelerin tam olarak güvenini kazanmasını engelledi.Mahalle baskısı“Gül seçilirse ne olur?” sorusunu cevaplayabilmek için Prof. Şerif Mardin’in, son dönemdeki tartışmaları derinden etkileyen “mahalle baskısı” kavramını devreye sokmak işe yarayabilir. Yani soruyu şöyle sorabiliriz: Gül mahalle baskısına boyun eğer mi? Vaat ettiği gibi Çankaya’yı halka açması, laik cumhuriyetin bu sembolünün İslami kesim tarafından fethedilmesine mi yol açar?Prof. Mardin’le yaptığım röportajı Haziran ayı ortalarında Gül ile tartışma imkanı bulmuştum. Gül, Şerif Hoca’nın uyarılarından hiç rahatsız olmamıştı, hatta “Röportajı okuyunca rahmetli Necip Fazıl’ın ‘ham softa kuru yobaz’ sözü aklıma geldi” demişti.Şunu söylemeye çalışıyorum: Dindar kimliğine, muhafazakar kitlelerle yoğun ilişkilerine bakarak Gül’ün mahalle havasına kapılıp gideceği sonucuna varmak hatalı olur. İlk gençliğinde “aristokrat bir İslamcılık” ile tanışan, genç yaşta ülkenin en güçlü İslami hareketinde üst düzey sorumluluklar alan, devlet bakanlığı, dışişleri bakanlığı ve başbakanlık yapıp devleti derinlemesine tanıyan birinden söz ediyoruz.Kale fethediyorBundan tam bir yıl önce Başbakan Yardımcısı Mehmet Ali Şahin bana “Bizim iktidarımızda iddia edildiği gibi cumhuriyet ve laiklik sahipsiz kalmamıştır; son derece güçlüdür ve halkımıza daha fazla mal olmuştur. Halk bizi eskiden beri tanıyor ve destekliyor. Bu düşünceleri özgürce, inanarak açıklamamız toplumda birtakım tereddütleri ortadan kaldırıyor. Yani cumhuriyet şimdi daha güçlüdür, ilkeleri teminat altındadır” demişti. Ben de ona “Yani ‘muhafazakâr kesimlerin laiklikle ilgili tereddütlerini giderdik’ mi diyorsunuz?” diye sormuş ve şu cevabı almıştım:“Evet giderdik ve artık halkımızın cumhuriyetle, başta laiklik olmak üzere onun temel ilkeleriyle hiçbir sorunu yoktur. Pek az bir kesim vardır ki onlar da cumhuriyet için ciddi bir tehdit değillerdir. Onların da bu çizgiye geleceklerine inanıyorum. Büyük Atatürk, arkadaşlarıyla birlikte cumhuriyeti kurarken ve onun temel niteliklerini belirlerken son derece isabetli hareket etmiştir.” Bugün de Deniz Baykal ve onun gibi düşünenler Gül’ün cumhurbaşkanı olmasıyla laik cumhuriyetin muhafazakar kitleler tarafından ele geçirileceği uyarısında bulunuyorlar. Madalyonun bir de öbür yüzü var. Çankaya’daki Gül sayesinde laik cumhuriyetin, bu kitlelerin tüm hücrelerine kadar sızması ihtimalini hiç de yabana atmamak lazım.Benim bildiğim kale her zaman kendini içten fethetmeye kalkanları fethetmiştir.
Dün Ankara’da kiminle karşılaşsam hep aynı soruyla karşılaştım: “Ne dersin, kriz çıkar mı?” Hepsine aynı cevabı verdim: “Gergin bir dönem, en az bir-iki yıl yaşayacağımız kesin, ama şimdilik çok sert krizler beklemiyorum.” Hayır, AKP yanlısı bazı kişi ve çevrelerin yaptığı gibi “herkes istese de istemese de alışacak” mantığıyla hareket etmiyorum. Geçmişte yaşanan benzer süreçlere bakıyorum. Örneğin 27 Mart 1994 yerel seçimlerinde İstanbul ve Ankara başta olmak üzere kilit belediyelerin RP’ye geçmesi üzerine laikliğe duyarlı kesimler derin bir şok ve panik yaşamışlar; ancak bir süre sonra işler normalleşmişti. Burada RP’li olmayanların alışmasından ziyade, Tayyip Erdoğan, Melih Gökçek gibi “İslamcı” bilinen belediye başkanlarının oyunun kurallarını kabullenip kendilerine çekidüzen vermeleri belirleyici oldu.Çankaya sürecini izlerken aklıma gelen bir başka örnek de 1 Mart 2003 tezkere oylaması oldu. O dönemde de bazı çevreler, tezkerenin geçmemesi durumunda Türkiye’nin krizden krize yuvarlanacağının, ortalığın yangın yerine döneceğinin propagandasını yaptılar. Hatta o tarihte milletvekili bile olmayan AKP lideri Erdoğan da “Tezkereye karşı çıkanlar, önümüzdeki ay maaşlarını alamasınlar da o zaman göreyim” yollu tehditler savurabilmişti.Kuşkusuz Türkiye savaştan etkilendi ama tezkere geçmedi diye hiç de batmadık. Normal şartlarda 28 Ağustos’taki üçüncü turda seçilmesi garanti olan Gül’ün cumhurbaşkanlığının özellikle ilk yıllarının çok sıkıntılı ve gergin geçeceğini kestirmek için kahin olmak gerekmiyor. Çünkü CHP daha yolun başında Gül’e karşı çok açık ve sert bir şekilde karşı çıktı ve dozu azaltmayacağı, hatta tam tersine artıracağının işaretlerini veriyor. CHP’nin bu katı tutumunun toplumun belli kesimlerinden destek gördüğü de çok açık. Geçen dönemdeki “Cumhuriyet Mitingleri”ne benzer sivil inisiyatiflerin Gül’e karşı örgütlenmesinin de ihtimal dahilinde olduğunu unutmamak gerek.“Kriz” tartışılırken gözlerin bir şekilde TSK’nın üzerinde olduğu da muhakkak. 27 Nisan muhtırasındaki “sözde değil özde laiklik” vurgusunun doğrudan Gül’ü hedeflediğini ve üst düzey komutanların pozisyonlarını koruduğunu hepimiz biliyoruz. Bir diğer bilinen husus da, “first lady” adayı Hayrunnisa Gül’ün kıyafetinin askerlerin gözünde ciddi bir sorun oluşturduğu.Neden kriz zor?Peki bütün bu gerginlik öğelerinin krize dönüşme ihtimalinin, en azından şimdilik neden az olduğunu savunuyorum? Birkaç maddeyle özetlemeye çalışayım:1) TSK’nın da gerek 28 Şubat, gerekse 27 Nisan süreçlerinden belli dersler çıkardığını, siyasete müdahalenin arzuladıklarının tam zıddı sonuçlara yol açtığının farkında olduklarını düşünüyorum;2) MHP’nin ilk günden itibaren “rejim krizi” çıkarmama stratejisi nedeniyle CHP’nin çıkışları etkisini yitiriyor. Meclis’te grubu bulunan DTP’nin de benzer bir çizgi izlemesi CHP’yi iyice yalnızlaştırıyor;3) Her ne kadar bazıları tam aksini iddia etse de Abdullah Gül’ün bugüne kadarki siyasi performansı ve sergilediği karakter özellikleri, kriz riskini azaltıcı öğeler olarak öne çıkıyor. Öyle ki Gül’ün dünkü basın toplantısında verdiği “birlik, beraberlik, uyum, diyalog” mesajları kimseyi şaşırtmadı.Ancak iyimserlikte belli bir ölçüyü tutturmak şart. Hem Gül’ü, hem Türkiye’yi çok zorlu bir sürecin beklediğini reddedemeyiz. Öncelikle şunu hatırlayalım: Ne zamandır Türkiye kendi kabuğunda yaşıyor. Irak ve Kıbrıs gibi konularda, AB ve ABD ile ilişkilerde derin krizler yaşanması durumunda taraflar arasındaki uçurumlar daha da açılabilir.İşte size hayati bir soru: Gül, Irak Cumhurbaşkanı Celal Talabani’yi Türkiye’ye davet eder mi? Ederse ne olur?Öte yandan, Çankaya üzerinden yıllardır süren bazı hesaplarını görmek isteyeceklere karşı da uyanık olmak gerekiyor. Şöyle ki, birileri “laikliği koruma” adına Gül’ü yaylım ateşine tutarken, başkaları da onun Çankaya’ya çıkmasını “laikliğin defterinin dürülmesi”nin önemli bir aşaması olarak görecektir. Dün Gül’ü çok heyecanlı gördüm. Kendisinden kuşku duyan çevreleri ikna etmeye yönelik birçok mesaj ve söz verdi. Ancak yolun çok başında ve ona soğuk bakanlar “söz”den çok “öz”ü; yani Çankaya’ya çıktıktan sonra ne yapacağını merak ediyorlar.İşte bir başka hayati soru: Gül, AKP hükümetinin her atamasını kabul edecek mi? AKP’nin çıkaracağı her yasa ve kararnameyi bir noter gibi onaylayacak mı? Tartışma yeni başladı ve hiç biteceğe benzemiyor.
Cumartesi günü Vatan Gazetesi “Yüzde yüz Gül manşeti” ile çıkmıştı. Gül’ün adaylığını “yüzde yüz” görmemin üç temel gerekçesi vardı: 1) Parti tabanın bakışı;2) Gül’ün kararlılığı;3) Gül’ü istemeyen çevrelerin beceriksiz stratejileri.Gül’ü istemeyenlere “Neden?” diye sorduğunuzda çok fazla bir şey söylemiyorlar; en fazla, “gereksiz yere kriz çıkar” deyip Gül’ün fedakarlık yapmasını diliyorlardı. AKP’nin seçim zaferinde Gül’ün Çankaya’ya çıkışının engellenmesinin önemli rol oynadığını, böylesi bir geri adımın parti içinde sarsıntılara yol açacağını söylediğinizde, hemen itirazlar yükseliyordu. Birinci grup, AKP’nin başarısının temelinde 4.5 yıllık icraatının, özellikle de ekonomideki istikrarın yattığını savunuyordu. Onlara göre cumhurbaşkanlığı konusu seçmen tercihinde hemen hemen hiç etkili olmamıştı. Tabii, “AKP icraatı sayesinde zafer kazandı” diyenlerin son 4.5 yılda AKP’yi en sert ve sistemli bir şekilde eleştirenler arasından çıkıyor olması ilginç bir ayrıntı olarak karşımıza çıkıyordu.İkinci grup, seçim kampanyasında Çankaya konusunu kullanmış olsa da, AKP’nin bu konuda geri adım atabileceğini, çünkü artık “taban partisi” olmaktan çıkıp “kitle partisi” ne dönüştüğünü savunuyordu. Yine bu grupta yer alanların ciddi bir kısmının, Erdoğan’ın “Milli Görüş gömleğini çıkardık” sözlerine uzun bir süre inanmamakta ısrar ettiklerini de biliyoruz.Bu arada, açık açık “Gül’ün Çankaya’ya çıkmaması iyi olur. Bu yüzden AKP çatırdarsa çok daha iyi olur” diyen küçük bir grubun bulunduğunu da belirtelim.Seçmen tercihleriDün NTV’de, Bahçeşehir Üniversitesi’nden Prof. Yılmaz Esmer’in yaptığı bir seçmen tercihleri araştırmasının sonuçları açıklandı. Deneklere “Son seçimlerde, kişisel olarak sizin için en önemli konu, yani bir numaralı mesele neydi?” diye sorulmuş ve sayısız değişik cevap gelmiş. Prof. Esmer sonuçları şöyle özetledi: “Ama bir sınıflandırma yapıldığında, birinci sırada, yüzde 15 ile, Cumhurbaşkanlığı sürecinin bulunduğu görülüyor.” Bu bulgular da, Gül’ü vazgeçirmek isteyenlerin bilimsel veriler yerine kendi kişisel tahmin ve beklentilerine bel bağlamış olduklarını gösteriyor.AKP’nin “kitle partisi” ne dönüştüğü, bu yüzden seçmenin beklentilerine aykırı hareket edebileceği iddiaları üzerine daha once yazdıklarımı tekrarlamak istiyorum: AKP ne kadar değişirse değişsin, ne kadar merkeze taşınırsa taşınsın, gövde ve omurgasında çok köklü kaymalar yaşanmaz. Çünkü Erdoğan ve arkadaşlarının önünde her biri siyaset sahnesinden çekilmiş veya çekilmekte olan ANAP, DYP gibi örnekler var. Bu partilerin ortak özelliği Türkiye’de çoğunluğu oluşturan milliyetçi ve muhafazakâr seçmene sırtlarını dayamaları ama iç ve dış egemen güçlerle ilişkilerini iyi tutabilmek adına bunların arzu ve beklentilerine seyirci kalmaları, hatta yer yer ihanet etmeleridir. Ve bu da onların sonlarını hazırlamıştır.Uzlaşma mı teslimiyet mi?Yıllardır milliyetçi-muhafazakâr kitlelerin siyasi eğilimleri, davranış biçimleri üzerine kafa yoruyorum. Birbiriyle çelişkili görünen şu iki sonuca varmış durumdayım:1) Bu seçmen tabanının, sistemle kavga etmek için can attığı söylenemez;2) Ama sisteme kayıtsız şartsız boyun eğilmesine de karşıdırlar. Hatta onun adım adım değiştirilmesini arzularlar.AKP’ye, “uzlaşma” diye Gül’den vazgeçmesini dayatanlar kuşkusuz, bu tabanın sistemle kavgadan kaçınma alışkanlığını hesaba katıyorlardı. Ancak içlerinde AKP’ye hiç oy vermemiş, hatta asla vermemekte kararlı olanların nerdeyse çoğunluğu oluşturması, samimiyetlerinin sorgulanmasına neden oluyordu. Sonuçta AKP’ye oy vermenin ötesinde, onun için maddi ve manevi nice fedakârlık yapmış olanlar, onların kendilerinden “uzlaşma” değil “teslimiyet” beklediğini düşünüyorlardı. Ve kriz uyarılarına rağmen teslim olmamayı seçtiler.Erdoğan başta olmak üzere bazı AKP yöneticileri tercih yapmakta bocalamış olabilirler, ama gerek tabanın baskısı, gerekse Gül’ün kararlılığı kendilerine fazla manevra alanı bırakmadı.Sonuçta, çok geçmeden, AKP’de tavanın değil tabanın dediğinin olduğunu gördük.Artık kimin cumhurbaşkanı adayı olacağını değil, Abdullah Gül’ün nasıl bir cumhurbaşkanı olacağını tartışmaya başlıyoruz. İlk günler, özellikle Gül’ün partileri ziyaret ederken vereceği mesajlar çok önemli.Gül’ün atacağı her adımın sadece ondan hoşlanmayanlar değil, onu Çankaya’da görmek isteyenler tarafından da çok yakından izleneceğini unutmamak şart. Özellikle de Başbakan Erdoğan tarafından.
Önümüzdeki birkaç gün içinde Türkiye, kimin cumhurbaşkanı adayı olacağını değil, Abdullah Gül’ün nasıl bir cumhurbaşkanı olacağını tartışmaya başlayacak. Çünkü Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın çok geçmeden Gül’ün adaylığını ilan edeceğini düşünüyorum. MHP de oturumlara katılacağına göre Gül’ün üçüncü turda, yani Ağustos’un son günlerinde AKP milletvekillerinin, hatta bazı DTP’liler ve bağımsızların oylarıyla 11. Cumhurbaşkanı seçilmesi kesin.Gül’ün adaylığını “yüzde yüz” görmemin üç temel gerekçesi var: 1) Parti tabanın bakışı;2) Gül’ün kararlılığı;3) Gül’ü istemeyen çevrelerin beceriksiz stratejileri.AKP’nin diğerlerinden farkıAKP’nin seçim zaferini “sivil muhtıra”, “halkın muhtırası” olarak değerlendirenlerden olmadım. Hatta seçim gecesi NTV’de, Gül’ün cumhurbaşkanlığının sandıkta onaylanmış olduğunu, ancak Erdoğan’ın bu kararı verirken hayli zorlanacağını, muhtemelen Gül’ü aday göstermeyeceğini söylemiştim. AKP’nin aldığı oyların gerçek anlamını 23 Temmuz’dan itibaren kavramaya başladığımı itiraf etmeliyim. Kuşkusuz bazı çevreler söze, “Yüzde 47’ye yakın oy AKP’nin sorumluluğunu daha da artırdı” diye başlayıp, ardından Erdoğan’ın seçim öncesi verdiği “uzlaşma” sözüyle, seçim gecesi yaptığı konuşmaya atıf yapıp Gül’ün adaylıktan çekilmesini dayatıyorlar. Onlara “Ya taban tepkisi?” diye sorduğunuzda, “Bir şey olmaz” deyip yakın siyasi tarihten örnekler veriyorlar.Bense kendilerine AKP ile ilişkilerini, “onlar yolcu, biz hancı” yaklaşımıyla sürdürmeye çalışmalarının yanlış olduğunu, AKP’nin bir DYP, ANAP, DSP, SHP veya CHP olmadığını anlatmaya çalışıyorum. Ne kadar merkeze taşınmaya çalışırsa çalışsın AKP’nin ana gövdesi ve omurgası aynı kalacaktır. Çünkü, aksi bir durumda sonlarının yukarıda saydığım partilere benzeyeceğini AKP’liler çok iyi biliyorlar.Kimse kendini ve AKP’lileri kandırmaya çalışmasın: Gül’ün aday gösterilmemesi partide çok ciddi sarsıntılara yol açar. Hele adaylıktan çekilmeye zorlanmış bir Gül’ün, az ihtimal olsa da, Abdüllatif Şener gibi kendini geri çekmesi durumunda AKP’de derin çatlaklar, hatta kopmalar yaşanabilir. Ve liderliğini ne kadar konsolide etmiş olursa olsun Erdoğan bunları asla göze alamaz. Zaten AKP liderinin, nerdeyse 30 yıldır kader birliği ettiği “kardeşi”ne böyle davranması da pek mümkün değildir. Gazetecinin göreviBurada önemli bir parantez açmak lazım: Kuşkusuz her gazeteci, bir vatandaş olarak, şu ya da bu kişinin cumhurbaşkanı olmasını isteyebilir. Ama gazeteci olarak tek görevi kimin, neden ve nasıl cumhurbaşkanı olabileceğini ya da olamayacağını öğrenmeye ve anlamaya çalışmak, ardından bunları mümkün olduğunca objektif bir şekilde okuyucu ya da izleyiciye aktarmaktır. “Kim olabilir?” yerine “Kim olsun?” sorusunun peşine takılıp, daha ötesi “Şu olmasın” diye siyasete yön vermeye çalışmanın doğru olmadığını düşünüyorum. Kendi payıma da bu tür manipülatif yaklaşımlardan uzak durmaya azami gayret gösteriyorum. En çok dikkat ettiğim noktanın, tartışmalarda adları geçenlerin kişiliklerine yönelik hakaretamiz değerlendirmeler yapmamak olduğunu hatırlatmama gerek var mı, bilmiyorum.Gül’ün artan kararlılığıGül başta cumhurbaşkanı olmak istemiyordu, ama 27 Nisan süreciyle birlikte artık geri dönülmez bir yola girmiş oldu. Kendisini engellemeye çalışanların nedense dile getirmedikleri en büyük gerekçelerinin, eşi Hayrünisa Gül’ün başörtüsü olması onu daha da biledi. Seçim meydanlarının havası ve sandıktan çıkan sonuç, kafasındaki son tereddütleri de ortadan kaldırdı. Hele onu vazgeçirmeye yönelik, kimi “kibar”, kimi “kaba”; kimi “sessiz”, kimi “patırtılı” çıkışlar kararlılığını daha da artırdı.Gül’ün seçimden sonra bir müddet susup bir basın toplantısıyla adaylığının sürdüğünün işaretlerini güçlü bir şekilde vermesi çok isabetliydi. Onu vazgeçirmeye yönelik gayretlerin bu toplantıdan sonra artması da bunu gösteriyor. Ama Gül’ün elini kuvvetlendiren esas gelişme, MHP lideri Devlet Bahçeli’nin oturumlara katılacaklarını açıklaması, yani 367’nin garantilenmesi oldu. Böylece onun adaylığını “uzlaşma” gerekçesiyle engelleme şansı ortadan kalkmış oldu.Erdoğan’ın rolüPeki bütün bu süreçte Erdoğan nasıl bir rol oynadı? Seçimden hemen sonra Başbakan’a yakın bir isimle uzun uzun sohbet etmiş ve ondan yeni dönemin temel sloganının “normalleşme” olacağını öğrenmiştim. Mesela yeni TBMM Başkanı için Köksal Toptan’a yakın bir profil çizmişti. Esas yeniliğin kabinede olacağını da vurgulamıştı. Ancak Erdoğan’ın bu kurmayı çok emin bir şekilde Gül’den başkasının cumhurbaşkanı olmasının mümkün olmadığını da çok net bir şekilde belirtmişti. Bu yazıyı kaleme almadan önce Erdoğan’a yakın bir başka isimle sohbet ettim. O da Gül’ün aday olmamasını, ne Başbakan’ın, ne de başka birinin izah edemeyeceğini vurguladı. Ona göre seçimin hemen ertesinde, o da Gül’ün açık rızasıyla belki böyle bir adım atılabilirdi, ama bu saatten sonra böyle bir ihtimal kalmamıştı.Ben de aynı kanıdayım. Erdoğan, Gül’ün cumhurbaşkanlığını gönülden arzulamıyor olabilir, ama daha fazla onun, kendisinin ve partisinin yıpranmaması için, birkaç gün içinde onun adaylığını açıklayacağını, hatta muhtemelen yeni kabineyi onay için ona götüreceğini düşünüyorum. ***Yasin’in Yalçın’a ettiğiYalçın Akdoğan’la yaklaşık 20 yıllık bir tanışıklığımız ve dostluğumuz vardır. Başbakan’ın başdanışmanı olmasıyla birlikte maalesef geçmişte yaptığımız entelektüel tartışmalar azaldı, ama zor da olsa dostluğumuzu korumayı başardık sanıyorum. Yalçın, “bir yapıp beş gösteren”, “her fotoğraf karesine girmeye can atan” danışmanlardan olmadı. Ama çok büyük bir “yanlış” yaptı. Yazma ısrarından vazgeçmedi. Yeni Şafak’ta “Yasin Doğan” müstearıyla yazanın o olduğunu daha ilk yazılardan çıkarmış ve kendisine de söylemiştim. “Yasin Doğan”ı okumak, hem Yalçın gibi bir siyaset bilimcinin analizlerinden yararlanmak, hem de Başbakan’ın yakın çevresinde nelerin nasıl konuşulduğundan haberdar olmak açısından çok yararlıydı. Fakat önceki günkü yazısının yarattığı yankı Yalçın’ı istemediği bir şekilde meşhur etti. Umarım “Yasin Doğan”dan mahrum kalmayız.
Düne kadar hep şu senaryo konuşuluyordu: “AKP, eşi başörtülü olmayan birini TBMM Başkanı seçtirecek, böylece Abdullah Gül’ün, yani eşi başörtülü birinin Çankaya’ya çıkmasını kolaylaştıracak.” Dün TBMM’de yaşananlar bu senaryonun tam tersi bir durumu ortaya çıkardı. Köksal Toptan’ın adaylığı etrafında öyle bir uzlaşma sağlandı ki muhalefet partilerinin her biri “AKP bu güzel tabloyu bozamaz, bozmamalı” türünden mesajlar verdi. Örneğin DSP İstanbul Milletvekili Ahmet Tan “Toptan’a verilen destek onun şahsına olduğu kadar, hatta ondan çok Sayın Erdoğan’ın uzlaşma arayışına verilmiştir” dedi.MHP Konya Milletvekili Faruk Bal ise, aday kim olursa olsun oturumlara katılacaklarını yinelemekle beraber, AKP’nin tıpkı Toptan sürecinde olduğu gibi bir aday belirleme süreci içinde olması gerektiğini vurguladı. DTP’den Sırrı Sakık bile, “Gül aday olursa oy verir misiniz?” sorusunu cevaplamak istemedi.Dün Meclis’te CHP’lilerin, Gül’ün adaylıktan çekilmesine kesin gözüyle baktıklarını gözledim. Örneğin Genel Başkan Yardımcısı Mustafa Özyürek “AKP’nin adayının netleşmemiş olması, Başbakan’ın yüksek sorumluluk duygusuyla uzlaşma arayışından kaynaklanıyor” diyebildi. Özyürek Çankaya konusunda kilitlenmenin de bizzat Gül’den kaynaklandığını ve Erdoğan’ın onu ikna ederek sorunu çözeceğini düşünüyor.AKP’liler moralsizDün TBMM kulislerinde çok sayıda AKP milletvekiliyle sohbet etme imkanı buldum. Kuşkusuz gündemin tek maddesi Çankaya’ydı. Şakayla karışık çoğu bana kimin cumhurbaşkanı olacağını sordu. Genellikle moralsizdiler. Köşk konusunda çıkması muhtemel gerginlikler Toptan etrafında sağlanan uzlaşmanın keyfini çıkarmalarına engel oluyordu.İzlenimlerimi tek cümleyle özetleyebilirim: Gül’ün adaylığını destekleyen çok, ama onun kesin aday olacağını söyleyebilen hiç yok. Hatta tek tük “galiba çekilecek” diyenlere de rasladım.AKP’liler, son dönemde Gül’e çekilmesi yolunda yapılan baskılardan, sadece “partilerini karıştırmak isteyen dış güçler” in sorumlu olmadığını, parti içinde de, hatta yüksek yerlerde de “Gül seçilirse kriz çıkar” diye düşünenlerin bulunduğunu biliyorlar. Bir diğer bildikleri nokta bu kararın Erdoğan ve Gül, hatta belki Arınç tarafından birlikte alınacağı. Görüştüğüm AKP’lilerin hemen hepsi, bu kez aday bildiriminin son güne kalmayacağını, önümüzdeki hafta başlarında Başbakan’ın açıklama yapacağını düşünüyor. Çünkü bu süreçte hem Gül, hem Erdoğan, hem de tüm partinin çok kötü yıprandığının farkındalar.Başörtüsü tartışmasıTürk demokrasisinin en kırılgan noktası galiba başörtüsü. Ama kimse bunu açık açık ifade etmeye cesaret edemiyor. Örneğin Gül’ün Çankaya’ya çıkmasının krize yol açacağını söyleyenlere, “Neden?” diye sorduğunuzda çok açık cevap vermiyorlar, ancak Hayrünisa Gül’ün başörtülü olmasını ima ettiklerini anlamak için kahin olmak gerekmiyor. Nitekim Gül’ün çekilmesi durumunda adı geçirilen “düşük profilli adaylar” ın ortak özelliği ya kadın olmaları ya da eşlerinin başının açık olması. Türkiye yıllardır üniversitelerdeki türban yasağından dolayı çok çekti. Anlaşılan aynı şey Çankaya konusunda da geçerli olacak ve Türkiye yine çok şey kaybedecek.