TSK hükümete yaklaşmaz yalnızlığı tercih eder

4 Mart 2008

Dün TBMM’de dört siyasi partinin grup toplantılarını izledim, liderlerin konuşmalarını dinledim; her partiden değişik kademelerde isimlerle sohbet etme imkanı buldum. Kara harekatının sürpriz bir şekilde tamamlanmasının iç siyasete ciddi bir şekilde yansıyacağı belliydi ancak bu kadarı da sürpriz oldu. Çünkü dün Meclis’te Türkiye’nin bildik siyasi fotoğrafının tam tersi bir görüntü vardı: MHP ve CHP, TSK ile aralarına belirgin bir mesafe koyuyor, AKP orduya sahip çıkıyor, DTP de beklenmedik bir sakinlikte gelişmeleri seyrediyordu.Şöyle ki, CHP lideri Baykal ile MHP lideri Bahçeli, konuşmalarında TSK’yı övmeye özellikle özen göstermekle birlikte kimisi dolaylı, kimisi doğrudan çok sert eleştiriler yöneltmekten de geri kalmadılar. Bahçeli’nin aşırı bir titizlikle hazırlamış olduğu belli olan sekiz buçuk sayfalık konuşmasının en çarpıcı bölümü, hiç kuşkusuz, TSK’nın açıklamalarındaki bazı ifadelerin PKK’ya “hak etmediği bir imaj ve prestij” kazandırdığı iddialarıydı.Baykal ise Org. Büyükanıt’ın bir gün önceki sözlerine cevaben “Ben işimi yapıyorum” dedi ve “Sekizinci gününde bu harekata son verme kararı alındı. Bu soru ortadadır” diyerek Org. Büyükanıt’ın açıklamalarından tatmin olmadığını gösterdi.Konuşmasından sonra Baykal ile görüşme imkanı buldum. Üst düzey komutanlar hakkında şöyle konuştu: “Belki ‘bitirdik’ diyen onlardır, ama bu kararı hangi mecburiyetle aldılar? Mesela ABD ile anlık istihbarat paylaşımında durum neydi? ABD’nin hava operasyonuna bakışı neydi? Hava koridorunu açmaya devam edecekler miydi? Bunları bilmiyoruz.” Baykal ile sohbetten şu izlenimi edindim: CHP lideri, Org. Büyükanıt’ın “ispatlasınlar, üniformamı çıkarırım” restine rağmen, harekatın dar kapsamlı olmasında, erken bitirilmesinde ABD parmağı olduğunu düşünüyor ve bundan hükümeti sorumlu tutuyor. TSK’nın ise, kararı sadece askeri gerekçelere dayandırmaya çalışmasından rahatsız. Bahçeli’nin de benzer bir pozisyonda olduğunu söyleyebiliriz. Ama iki lider arasında çok ciddi bir fark var.Baykal’a “Siz Kandil’e girilmesini mi bekliyordunuz?” diye sordum. “Hayır, kesinlikle değil” dedi ve yakın çalışma arkadaşlarını gösterip “Herkes şahit. Başından beri sınırlı olacağını biliyordum. Ama bu kadar da sınırlı olacağını beklemiyordum” diye devam etti.Bahçeli ise, hep uzun süreli bir harekat beklediğini söylemişti, dün de bunu tekrarladı ve duyduğu hayal kırıklığının da etkisiyle çok sert bir konuşma yaptı. MHP liderinin CHP liderinden bir diğer farkı, onun PKK ile mücadeleyi esas olarak “askerlerin işi” olarak görmesi. Baykal ise “Herkes işini yapsın” diyor ve yıllar önce CHP iktidardayken Kıbrıs Harekatı’nı askerlere bırakmadıklarının altını çiziyor. Şu sözler de Baykal’ın: “Son verme kararı sadece askeri olabilir mi? Bunun ciddi siyasi boyutları vardır.” Siyasi çözüm tartışmalarıBahçeli’nin dünkü konuşması şu mantık üzerine inşa edilmişti: AKP hükümeti, Amerikan yönetimi ve Irak Kürtleri, PKK sorununun askeri yöntemlerle çözümünün mümkün olmadığı görüşünden hareketle bir plan kotarıyorlar. Harekat bilerek sınırlı bir kapsamda tutularak “işte silahla olmuyor” denmek istendi. Şimdi de PKK’lılara genel af ve siyasi hayata katılmaları projeleri gündeme getirilecek.Bahçeli’nin şu sözlerinin altını çizmiştim: “Demokratik siyasi çözüm adı verilen ve isim babalığı konusunda İmralı canisi ile Sayın Başbakan arasında rekabet yaşanan Siyasi Yıkım Projesi.” Baykal ise “siyasi çözüm” kavramına MHP lideri kadar alerjik yaklaşmıyor. Kendisine “Irak Cumhurbaşkanı Talabani Cuma günü geliyor. Ne diyorsunuz?” diye sordum. “Talabani PKK konusunda samimi olarak sorumluluk üstleniyorsa kendisiyle işbirliği iyi olur. Bu konuda imkanları yeterli olmayabilir ama samimi olması yeter. Ama eğer PKK’yı himaye ediyorsa aramıza mesafe koymalıyız” diyerek kapıyı açık bıraktı.“Peki an itibariyle Talabani’nin duruşu nasıl?” diye üstelediğimde “Bu konuda yeterli bilgim yok. Hükümet ve MİT herhalde bilgi sahibidir” dedi.Hükümetle kader birliği“Bundan sonra ne olur?” denecek olursa, CHP ve MHP’nin TSK’nın komuta kademesiyle aralarına daha kara harekayı öncesinde belli bir mesafe koymaya özen gösterdiklerini, bunun normal şartlarda bir süre daha devam edeceğini düşünüyorum. Gözlemlerime göre MHP, 27 Nisan sürecinin AKP’ye yaradığına inanıyor; CHP de TSK’nın güdümünde bir parti olarak görünmekten rahatsız. Üstelik bazı CHP’liler ordunun bazı temel konularında yeterince etkil olmadığı kanısındalar.Kuşkusuz muhalefet partilerinin bu tutumları TSK’yı belli ölçülerde yalnızlaştıracaktır, ama ordunun kamuoyu nezdindeki imajının siyasetçilerin çok üstünde olduğu gerçeğini de akıllardan çıkarmamak şart. Muhalefetin makası açmasından hareketle TSK ile hükümet arasında bir uyum olduğu ya da bunun oluştuğu şeklindeki yorumlar da hayli bartılı. Özellikle laikliği ilgilendiren konularda orduyla hükümet arasındaki doku uyuşmazlığının etkilerini görmeye devam ederiz. Kaldı ki, kara harekatının kısa ömürlü olması nedeniyle hükümet ile ordu kader birliği etmiş olabilir, ama PKK ve Kürt sorunu konusunda bu iki kesim arasındaki derin yarığın kolay kolay giderileceğini düşünmek de abartılı olur.Kısacası TSK hükümete yaklaşmaz, yalnızlığı tercih eder.

Devamını Oku

Kamuoyunu işin bittiğine ikna etmek kolay olmayacak

1 Mart 2008

Dün olup bitenleri daha iyi anlayabilmek için Genelkurmay’ın yazılı açıklamasındaki şu paragrafa odaklanmak gerekiyor: “Şüphesiz bir bölgede icra edilen operasyonla terör örgütünün tamamen etkisiz hale getirilmesi söz konusu değildir. Ancak Irak’ın kuzeyinin teröristler için emniyetli bir bölge olmadığı örgüte gösterilmiştir.” Yine aynı açıklamada kara harekâtının hedefinin “ögütün kalpgâhı Zap Kampı” olduğunun altının çizildiği de hatırlanılırsa, bunun sekiz gün sürmüş olması makul karşılanabilir. Sonuçta Türkiye PKK’ya karşı mücadelesini sınır ötesine taşıma kararlılığını; TSK da, örgüte her türlü koşulda saldırabileceğini göstermiş oldu. Bu bakımdan harekâtın etkili olduğu kesindir. Yine de ortada ciddi bazı sorunlar var. Şöyle ki:1) Her ne kadar TSK bu harekâtla PKK’nın tamamen bitirileceğini hiç iddia etmemiş olsa da kamuoyunun beklenti çıtası çok yüksekti. Bunda medyanın rolü çok belirleyici oldu. Küçük istisnalar bir kenara bırakılırsa medyanın geneli tek haber kaynağı olarak TSK’ya başvurdu, sadece onun servis ettiği bilgi ve görüntüleri kullandı. Ayrıca belirtilmeyen kaynaklara binaen Zap’ın ardından diğer kampların ve en önemlisi Kandil Dağı’nın da sırada olduğunu ilan etti.2) Hükümet ise harekâtın hedefi konusunda çok net açıklamalar yapmadı ancak türban olayı yüzünden yaşadığı sıkıntıyı aşmak için harekâtı kullanmaktan geri kalmadı. Açılışı harekât açıklamasıyla aynı gün türban düzenlemelerini onaylayan Cumhurbaşkanı Gül yaptı. Başbakan Erdoğan da her vesileyle kahramanlık şiirleri okudu. Geçen Salı AKP TBMM Grup toplantısı “Şehitler ölmez, vatan bölünmez” sloganlarıyla inledi. Bu arada AKP yanlısı medyanın türban krizini örtmek için harekâta fazladan anlam ve önem yüklediğini de belirtmek şart.3) ABD Savunma Bakanı Robert Gates’in “harekât en kısa zamanda bitmeli” sözlerinin ardından Başkan George Bush’un da aynı uyarıyı yapması, operasyona Washington’un ne ölçüde dahil ve müdahil olduğu sorusunu gündeme taşıdı. Buna sivil ve askeri üst düzey yetkililer hemen, “işimiz bitince çıkarız” diye cevap vererek Türk kamuoyunun gönlünü ferahlattılar. Fakat daha aradan bir gün geçmeden askerlerin Kuzey Irak’tan çekildikleri haberleri gelince birbiriyle bağlantılı iki soru dillerde dolaşmaya başladı: “Hakikaten iş bitti mi? Yoksa Amerikalıların dediği mi oldu?” Hükümet-ordu uyumuAmerikalıların açıklamasıyla harekâtın bitişinin denk gelmesinin harekâtın başarısına gölge düşürme ihtimali hayli yüksek. Dolayısıyla hükümet ve TSK, kamuoyunu “hakikaten işin bittiği” ne ve “kesinlikle herhangi bir dış baskının söz konusu olmadığı” na ikna etmek için gayret sarf etmeleri ve mümkünse bunu birlikte yapmaları gerekiyor. Açıkçası bunun gerçekleşeceğini sanmıyorum. Bu noktada Org. Büyükanıt’ın türbanla ilgili düzenlemeler hakkında yaptığı kısa açıklamanın ardından NTV’de söylediklerimi hatırlatmak istiyorum: “Yakın bir zamana kadar Türkiye’de PKK konuşuluyordu ve PKK konusunda devletin kurumları arasında bir mutabakat olduğu yolunda bir izlenim doğmuştu, sonuç alıcı adımlar atıldı. Şimdi türban yasağının kaldırılması meselesi bu mutabakatı ciddi bir şekilde zedeleyebilir.” Nitekim harekâtın bittiğinin belli olmasının ardından yaşananlara bakarak, hükümet ile TSK arasında “mutlak bir uyum” olmadığını ileri sürebiliriz. Hatta bazıları Başbakan Erdoğan’ın bitirme kararından haberi olmadığını dahi ileri sürebildiler ki, böyle bir iddianın dillendirilebilmiş olması bile tek başına manidar.Üç kritik soruHarekâtın bitişinin zaman ve biçiminin nice spekülasyona kapı araladığı muhakkak. Ama esas olarak bundan sonrasına bakabilmek lazım. Önümüzdeki soruların bazılarını şöyle sıralayabiliriz:1) Ankara’nın harekâtla PKK’nın belini kırıp ardından sosyal, ekonomik, kültürel ve siyasi paketlerle Kürt sorununun kalıcı çözümü için adımlar atması bekleniyordu. Bu saatten sonra bu tür açılımlar hâlâ mümkün olabilir mi?2) Iraklı Kürtler, harekâtın kısa sürmesini kendi başarıları olarak ilan edip Türkiye’yi öfkelendirme yoluna mı gidecekler yoksa bunu Ankara’nın sözünü tutması olarak övüp ikili ilişkilerin geliştirilmesi için kendileri de bazı jestlerde bulunacaklar mı?3) PKK harekâtın kısa sürmesini suiistimal mi etmeye çalışacak yoksa hükümeti, orduyu ve Türk kamuoyunu tahrik etmemeye özen gösterip ucu silah bırakmaya varacak bir süreç için mi çalışacak?

Devamını Oku

Bahçeli’nin gözü ve umudu Çankaya’da

27 Şubat 2008

MHP Lideri Bahçeli’nin dünkü konuşması, başörtüsü sorununda yeni bir viraja girdiğimizi gösteriyor. Bu viraj dönüldükten sonra, AKP ile MHP’nin yollarının ayrılmış olduğuna da tanık olabiliriz. Hiç kuşkusuz böylesi bir durum, yaşamakta olduğumuz kriz ve kaosu daha da derinleştirecek ve sahici bir çözüm için yepyeni arayışlara gitmeyi zorunlu kılacaktır.AKP ile MHP’nin anlaşmazlığının temelinde YÖK Kanunu’nun Ek 17. maddesinde yapılması kararlaştırılan değişikliğin akıbeti var. Normal şartlarda her iki parti, Anayasa Mahkemesi’nin son düzenlemeler hakkındaki kararına kadar bu değişikliği Milli Eğitim Komisyonu’nda bekletme kararı aldı. Eğer Mahkeme düzenlemeleri onaylarsa hemen Ek 17 değiştirilecek ve üniversitelere hangi kıyafetlerle girileceği belirlenecekti.Ne var ki AKP, Ek 17’deki düzenlemelerin Anayasa Mahkemesi tarafından laiklik ilkesine dayanarak bozulacağı endişesiyle MHP ile mutabakattan sapma sinyalleri vermeye başladı. Önce AKP’ye yakın gazeteler ve köşe yazarları Ek 17’ye gerek olmadığını, Anayasa değişikliklerinin yettiğini söylemeye başladılar ve Ek 17’yi bir “tuzak” olarak gösterdiler. Ardından bazı AKP sözcüleri benzer açıklamalar yaptı. Nihayet YÖK Başkanı Prof. Yusuf Ziya Özcan, yeni düzenlemeye gerek olmadığı, türbanın Cumhurbaşkanı Gül’ün onayıyla yasalaştığı yolunda bir duyuruyu üniversitelere yolladı.Kızgın bir BahçeliMHP Lideri daha önce de üniversitelerin bir kaosa sürüklenebileceği yolundaki kaygılarını dile getirmişti. Dün, korktuğunun gerçekleşmesinden dolayı tedirgin ve kızgın bir Bahçeli vardı. AKP’nin varolan mutabakattan “vazgeçmeye niyetlendiği”ni ileri sürdü. Prof. Özcan’ı “yetkisini aşan yorum” yapmakla ve “yüksek öğretimde çok sıkıntılı bir dönemi başlatmak” la suçladı. Kendisi de üniversite kökenli olan MHP Lideri’nin, “üniversite camiasında bölünme ve hizipleşmeler kuvvetlenmiştir” sözlerini herkesin ciddiye alması gerekiyor. Kişisel olarak Bahçeli’nin “Bir mağduriyet alanının ortadan kaldırılmasına yönelik olarak başlattığımız bir girişimin, eksik bırakılarak yeni bir mağduriyet ve çatışma ortamına neden olması asla tasvip etmeyeceğimiz bir durumdur” sözlerine özel bir önem atfediyorum. Çünkü başından itibaren, AKP-MHP düzenlemesinin üniversitelerdeki başörtüsü sorununu çözmek yerine daha da derinleştirme, hatta çözümünü iyice imkansızlaştırma riski taşıdığını ileri sürdüm. Yasağa başından itibaren karşı çıkmış ve bir an önce kalıcı bir şekilde, başörtülü öğrencilerin okuma imkanının sağlanmasını arzulayan biri olarak, iki partiyi çok alelacele davrandıkları; gerçek anlamda toplumsal mutabakat aramadıkları için eleştirdim. Şimdi MHP lideriyle bir şekilde görüş birliğine varmakta olduğumu görüyorum.Ara formül hâlâ mümkünPeki bu saatten sonra bu krizden çıkış mümkün mü? Dün mümkündü, bugün mümkün, yarın da mümkün olacak. Yeter ki AKP toplumsal mutabakatı sahiden arasın ve zorlasın. Daha önceki bir yazımda Cumhurbaşkanı Gül’ün, Anayasa değişikliklerini onaylamakla birlikte “Fakat bunlar yetmez, yasal düzenlemeler de yapmak lazım” diyerek topu yeniden TBMM’ye atabileceğini ve bu sayede ara bir formül aranabileceğini savunmuştum.Gül değişiklikleri uzun bir gerekçeyle onayladı ve bana göre “ara formül” şansını da bir kenara itti. Fakat çevremdeki bazı kişiler Gül’ün açıklamasındaki “Bazı vatandaşlarımızın endişelerinin de anlayışla karşılanmasında ve bu endişeleri giderecek düzenlemelerin hayata geçirilmesinde zorunluluk bulunmaktadır. Sayın Cumhurbaşkanımız bu kaygıların giderilmesi konusunda azami hassasiyet ve özenin gösterilmesi gereğine inanmaktadır” cümlelerinin TBMM’yi yeni yasal düzenlemelere davet anlamına geldiğini ileri sürerek bana karşı çıktılar.Bahçeli de dünkü konuşmasında “Sayın Cumhurbaşkanı’nın Anayasa değişikliklerini onayladıktan sonra yaptığı yorumdan, üniversitelerdeki başörtüsü sorununun kaldırılması için Anayasa değişikliğinin yeterli olmayacağı ve bunun için kanun çıkarılması gerektiği anlaşılmıştır” diyerek kapının hâlâ açık olduğunu vurguladı. Yani Erdoğan’dan hayal kırıklığına uğrayıp Gül’e yöneldi.Umarım Bahçeli gibi düşünenler haklıdır ve TBMM bu krizden çıkmamız için kolları yeniden sıvar. Aksi takdirde başı açık, örtülü; AKP’li veya değil tüm Türkiye kaybedecek.

Devamını Oku

Mayın tarlasında yalnız bir YÖK Başkanı

25 Şubat 2008

Başbakan Erdoğan bu kavramdan hoşlanmayabilir ancak dünden itibaren üniversitelerimizde yaşanan durum tam bir kaos. İşin kötüsü, kaosun zamanla dineceği yolunda pek bir işaret yok. Üstelik kaosun daha da derinleşebileceğini düşünmemize yol açacak pek çok neden mevcut.Görünüşte kaosun temelinde şu soru yatıyor: Son Anayasa değişiklikleri üniversitede türbanı serbest bırakmaya yeterli mi, değil mi? Gerçekte sorun, bu sorudan değil de ona kimin muhatap olması gerektiğinden kaynaklanıyor. Şöyle ki, öncelikle Meclis’te bu düzenlemeye imza atan AKP, MHP ve DTP grupları; ardından hükümet ve nihayet bu değişiklikleri onaylayan Cumhurbaşkanı Gül ısrarla bu soruyu cevaplamaktan kaçınıyorlar. MHP’nin cılız, “YÖK Yasası’nın ek 17. maddesini de değiştirmemiz şart” itirazları bir kenara bırakılacak olursa sessizliği tercih ediyorlar. Öncekilerden farkı ne?Onlar susarken YÖK Başkanı Prof. Yusuf Ziya Özcan cansiperane mücadele ediyor. Onun kraldan çok kralcı davranışları çok rahatsız edici. “Özgürlükçü bir YÖK Başkanımız var, daha ne istiyorsun?” diyenler çıkabilir. Buna karşılık şu soruları sıralayacağım:1) Prof. Özcan’ın, selefleri Prof. Gürüz, Prof. Alemdaroğlu ve Prof. Teziç’in karşısındaki safta yer alması onun her yaptığını doğru görmemize neden olabilir mi?2) Prof. Özcan son bir-iki gündür gösterdiği performansla, önceki YÖK başkanlarıyla aynı yolu tuttuğunu göstermedi mi? Yani o da özerk bir kurumun başkanı olarak “siyasetlerüstü” bir pozisyona sahip olmak yerine, siyasi saflaşmada taraf tutmuyor mu?3) Prof. Özcan’ın YÖK Başkanı seçilene kadar ODTÜ’de “öğrencilerin sevgilisi”, “muhafazakâr ama kalender” bir sosyolog olarak kendi köşesinde yaşadığını biliyoruz. Peki kendisi neden birçok liberal/demokrat aydın/öğretim üyesi gibi, çetin siyasi konularda açık tavırlar alıp ne denli “özgürlükçü” olduğunu göstermedi?4) Özgürlük mücadelesine adayacağı enerjisini YÖK Başkanı olacağı günlere saklamış olan Prof. Özcan neden son günlerdeki iddialı çıkışlarını hep yazılı yapıyor? Niçin mesela bir basın toplantısı düzenleyip gazetecilerin her türlü sorusuna cevap vermeyi denemiyor?5) YÖK Başkanı, üniversitelerdeki başörtüsü yasağının, yıllardan beri bir hak ve özgürlük ihlali olmaktan çıkıp aşırı siyasi bir sorun haline geldiğini görmüyor mu? Neden yaptığı açıklamalarda türban yüzünden yaşanan siyasi krizi dikkate almıyor? Sorunun siyasi boyutlarını yok sayarak yaptığı çıkışların, içinden geçtiğimiz siyasi krizi daha da derinleştirmekten başka bir işe yaramadığının farkında değil mi?Basit oyun planıApar topar hazırlandığı, üzerinde ciddi bir şekilde çalışılmadığı ilk günden itibaren belli olan AKP-MHP ortak düzenlemesinin, sorunu iyice çözümsüz kılma riski hayli yüksek. Böyle olursa faturayı yine başörtülü öğrencilerin ödeyeceği de çok açık.Ne var ki AKP hükümeti tıkandığını kabul etmiyor ve hatadan dönmeye yanaşmıyor. Ve başta da belirttiğimiz gibi, sanki sorun siyasi değilmiş gibi kestaneleri ateşten alma görevini Prof. Özcan’a havale ediyor. Halbuki bu tür basit “oyun planlarıyla” Türkiye’nin kangren olmuş başörtüsü sorununun çözülmesinin mümkün değil. YÖK Başkanı Prof. Özcan’dan, sahiden bu öğrencilerin özgürlüğünü düşünüyorsa, bu planın dışına çıkıp, toplumun tüm kesimlerinin mutabık kalabileceği, uygulanabilir ve kalıcı çözüm formülleri üzerinde kafa yormasını beklerdim. Tabii bu, kendisini o makama getirenlerle ters düşmeyi göze almasıyla mümkün olurdu.Galiba olmayacak.

Devamını Oku

Harekatın kaderini siviller belirleyecek

23 Şubat 2008

1- Kara harekatı sürpriz mi oldu?Evet, çoğunluk “kış şartlarında kara harekâtı” olmaz düşüncesindeydi. Ama konuyu yakından, titizlikle ve bütün seçenekleri hesaba katarak inceleyenler bunun er ya da geç yapılacağını; zaman, çap ve süresine Ankara’nın karar vereceğini düşünüyorlardı. Son günlerdeyse kara harekâtının an meselesi olduğu yolunda yoğun işaretler vardı. Örneğin Dışişleri Bakanı Ali Babacan Moskova yolunda uçakta bu opsiyonun masada olduğunu hatırlattı. KDP lideri Mesut Barzani ne zaman ki suskunluğunu bozup yine Türkiye’ye çattı. Bu arada PKK’nın lider kadroları kendilerine yakın yayın organlarına her an harekat beklediklerini söylüyorlardı.2- Kış şartları harekatı olumsuz etkilemez mi?Muhakkak etkiler. Ancak TSK olumsuz şartlara rağmen böyle bir harekât düzenleyerek PKK’ya “her zaman, her yerde ve her şekilde” saldırabileceğini de göstermiş oldu. Daha ilk günden harekâtın görüntülerinin kamuoyuna sunulması da TSK’nın iddiasının altını çizmesi olarak yorumlanabilir. Diğer bir deyişle kış şartlarına rağmen başlatılan harekât, en azından psikolojik açıdan TSK’yı epey üstün bir konuma getirdi.3-Tek hedef PKK mı?Resmi olarak öyle. Gerek TSK, gerekse hükümetten yapılan açıklamalarda ısrarla PKK’dan başka kimsenin hedef alınmayacağı vurgulanıyor. Hatta CHP lideri Baykal bile benzer sözler söyledi. Ancak bu harekâtın aynı zamanda Kuzey Irak’taki Kürt yönetimine de bir tür gözdağı olduğu açıktır. Diğer bir deyişle, Iraklı Kürt liderlerin bundan sonraki tutumları, harekâtın başarılı olup olmadığını anlamamıza epey yardımcı olacak.4-Tampon bölge kurulur mu?Çok kişi Türk ordusunun Irak’ın içlerinde kalıcı bir şekilde konuşlanmasının PKK’nın sızmalarını engellemeyi kolaylaştıracağını söylüyor. Ancak böyle bir “tampon bölge”nin sadece askeri değil aynı zamanda, belki de daha çok siyasi bir adım olacağı ortada. Yani kurulacak bir “tampon bölge” sadece PKK’ya değil, Irak Kürtlerine de bir uyarı niteliği taşıyacaktır. Ancak uluslararası hukuk ve Türkiye’nin dünyadaki imajı açısından epey sakıncalar içerecek olan böyle bir uygulamaya Ankara’nın çok sıcak bakacağına pek ihtimal vermiyorum. Kaldı ki Washington da, Irak’taki en gözde müttefiki olan Kürtleri iyice zor durumda bırakacak olan “tampon bölge”ye muhtemelen itiraz edecektir.5 -Harekât PKK’yı bitirir mi?Kesinlikle bitirmez. Yaklaşık 30 yıllık bir sorunun bir askeri harekâtla bitmesini bekleyenler varsa çok yanılıyorlar. Zaten TSK da, operasyonlarla PKK’nın bütünüyle tasfiye edileceği gibi bir iddia seslendirmemeye özen gösteriyor. Bu türden büyük beklentiler kaçınılmaz olarak hayal kırıklıklarına yol açar ve sonuç olarak PKK’nın işine yarar.6-PKK nasıl bir darbe alır?Dün de yazdım, kara harekâtının PKK’yı bitirmesinin mümkün olmadığına inanmakla birlikte böylesi bir girişimin PKK’nın ekmeğine yağ süreceği yolundaki tahlilleri de abartılı buluyorum. Böylesi bir durum ancak TSK’nın çok ama çok büyük hatalar yapmasıyla mümkün olabilir ki, geçmişteki benzer harekâtlardan epey ders çıkarılmış olduğunu koalylıkla tahmin edebiliriz. Bu harekât, çapı, kapsamı ve süresi ne olursa olsun PKK’ya kesinlikle ciddi bir darbe indirecektir. ABD’nin ne zamandır sağladığı “anlık istihbarat”ın bu sefer de devrede olma ihtimalinin hayli yüksek olduğunu akılda tutarsak, örgütün K. Irak’taki varlığının sahiden tehdit altında olduğunu varsayabiliriz. Örneğin PKK’nın lider kadrosundan bazıları pekala bu harekâtın doğrudan hedefi olabilirler.7- PKK’nın cevabı ne olur?PKK’nın K. Irak’ta önünde iki seçenek var: a) Mümkün olduğu kadar az zararla durumu kurtarmak; yani daha güvenli alanlara doğru kaçmak; b) Türk ordusuyla bir tür “cephe savaşı”na girmek. Genelkurmay herhalde ikinci şıkkı tercih ederdi, ancak örgütün kaçma ihtimalinin daha yüksek olduğu muhakkak. PKK’nın en çok, bu harekâtı TSK için bir “tuzak” a dönüştürmek isteyeceğini düşünebiliriz. Bu da Türk ordusuyla bölge halkını ve Iraklı Kürt grupları karşı karşıya getirmekle olur. Ankara’nın bu tür provokasyonlara karşı tedbirlerini aldığını düşünüyorum. Yine de bu harekâtın kaderini Kuzey Iraklı sivillerin bu olaydan ne kadar etkileneceğinin belirleyeceğinin altını çizmeden de edemiyorum.

Devamını Oku

Kara harekatı Türkiye’nin içine nasıl yansır?

21 Şubat 2008

Dün, Kuzey Irak’taki PKK varlığına yönelik bir kara harekatının bölgedeki dengeleri nasıl etkileyeceğini tartışmaya çalıştık. Bugün çok daha çetrefil ve hayati bir soruyu ele alacağız: Eğer bir kara harekatı yapılırsa, bu Türkiye’nin içine nasıl yansır, ne gibi sonuçlara yol açar?Öncelikle şunu kabul edelim: Orta ve uzun vadede sonuçları ne olursa olsun kara harekatının kısa vadede Türkiye’nin iç barışına katkısı olmayacağı, zaten varolan siyasi kriz ve çatışma ortamını daha da derinleştireceği kesin. Çünkü, kim ne derse desin PKK’nın ülke içinde çok derin toplumsal kökleri; ayrıca hem yasal, hem yasadışı alanlarda güçlü örgütlenmeleri var.İşte PKK ile bir şekilde ilintili bu çevreler uzun zamandır bir kara harekatı olasılığına karşı kendilerince hazırlıklar yapıyorlar. Hava operasyonlarını protesto eylemlerinin cılız geçmesi kimseyi yanıltmasın, kara harekatının başladığı anlaşıldığı andan itibaren ülke çapında etkili ve buna bağlı olarak çatışmalı gösterilere tanık olabiliriz. Nitekim son olarak Batman’da yaşananlar ve DTP’lilerin daha sonra polisin müdahalesini protesto için düzenledikleri gösteriye halkın yoğun ilgisi ortamın daha şimdiden iyice gerginleştiğinin kanıtlarıydı. Protestoların sadece sokaklarla sınırlı kalmayacağı, örneğin DTP’li milletvekillerinin konuyu Meclis kürsüsüne taşıyacakları da muhakkak. Böylesi bir durumda, DTP’lilerin TBMM’de iyice tecrit edilecekleri ve bütün bu gerginliklerin söz konusu partiyi Anayasa Mahkemesi’ndeki davasında iyice zor durumda bırakacağı da öngörülebilir.Protestoların çapıHiç kuşkusuz ülke içindeki protestoların nitelik ve niceliği, muhtemel bir kara harekatın kapsamı, süresi ve şiddeti tarafından belirlenecektir. Eğer “sembolik” bir harekatla yetinilirse itirazlar da “sembolik” düzeyde kalır. Ancak Türk ordusu, lider kadrosu dahil, PKK’nın Kuzey Irak’taki varlığını topyekun tasfiyeyi hedefler ve harekatın kapsamını, süresini ve şiddetini bunu uygun olarak planlarsa, Türkiye buna paralel bir protestoya hazır olmak durumundadır.Bu noktada PKK’nın içerdeki dağ kadrolarının çatışmayı Türkiye içine taşımak için ellerinden geleni yapacaklarını kestirebiliriz. Daha önemlisi PKK’nın bizzat kendisi veya TAK (Kürdistan Özgürlük Şahinleri) gibi taşeron örgütler büyük şehirlerde, patlayıcı maddeler kullanarak terör eylemleri düzenlemek isteyebilirler.Büyük şehirler için söz konusu olan bir diğer ihtimal, PKK ile doğrudan ilişkileri olsun olmasın, bazı gençlerin, daha önce araç yakma olaylarında olduğu gibi, sivillere yönelik küçük çaplı bazı şiddet eylemlerine girişmeleridir. PKK’nın yıllardır bir “Türk-Kürt çatışması” çıkartmayı, bir şantaj unsuru olarak kullandığı akıllardan çıkmamalı. Eğer K. Irak’taki örgüt liderleri, sonlarının yaklaştığı gibi bir duyguya kapılacak olurlarsa pekala bazı “kıyamet senaryoları” nı yürürlüğe sokmak isteyebilirler.Kısa, orta ve uzun vadelerBir kara harekatının PKK’ya ciddi darbe indirebileceğini kabul etmekle birlikte, örgütün bütünüyle tasfiyesini sağlayamayacağını düşünüyorum. Çünkü daha önce defalarca benzer operasyonlar düzenlenmiş olmasına rağmen PKK varlığını sürdürüyor. Bu sefer ABD ve AB gibi büyük merkezlerin de kısmi destek ve onayına sahip olan Ankara, öncekilere rağmen daha ileri noktalara gidebilir, ancak “mutlak başarı” nın yine çok güç, hatta imkansız olduğu söylenebilir.Kara harekatının yaraya merhem olmayacağını savunmakla birlikte böylesi bir girişimin PKK’nın ekmeğine yağ süreceği yolundaki tahlilleri de abartılı buluyorum.Sonuçta sınırlı süreli ve dar kapsamlı bir harekatın söz konusu olacağını, bunun PKK’yı sarsacağını ama devirmeyeceğini, bu arada Türk kamuoyuna da moral destek vereceğini öngörebiliriz. Ankara böylesi bir operasyonla, Irak Kürtlerine, PKK’ya örtülü ya da açık desteklerini sürdürmelerinin bedelinin ağır olacağını da göstermek isteyecektir.Fakat harekat yapılır ve belli bir sğre sonra PKK yine Irak’tan sızıp Dağlıca gibi etkili saldırılar gerçekleştirirse işlerin iyice karışacağı da ayrı bir gerçek olarak önümüzde duruyor.

Devamını Oku

Yüzde yüz onaylayacak

18 Şubat 2008

AKP ile MHP’nin üniversitelerdeki türban yasağını kaldırmaya yönelik düzenlemesi bu hafta yeni bir dönemece giriyor. Önce DSP lideri Sezer, ardından CHP lideri Baykal, Cumhurbaşkanı Gül’ün anayasa değişikliklerini veto etmesini umduklarını söylediler. Daha önce de bazı kurum ve kişiler benzer bir talebi dile getirmişlerdi. Bunlardan biri de Milliyet yazarı Taha Akyol’du. Akyol Çarşamba günkü yazısında, bu çağrısını “Özgürlükçü laiklik anlayışını bilimsel literatüre geçirecek tarihsel bir gerekçeyle bu yasayı Meclis’e göndermek ülkeye de özgürlükçü demokrasiye de zaman içinde büyük kazanç sağlayacaktır” diye gerekçelendirmişti.Ne var ki Akyol’un umutları kısa sürede tükendi. Dün “Çankaya onaylıyor, sonra?” başlıklı yeni bir yazı kaleme aldı. Gül’ün görüştüğü hukukçulardan, Cumhurbaşkanı’nın düzenlemeleri kesinlikle onaylayacağını öğrendiğini yazdı. Aslında bunda şaşıracak hiçbir şey yok. Gül’ü tanıyan herhangi birisi -ki Akyol da bunlara dahildir- bu düzenlemeleri veto etme ihtimalinin yüzde sıfır olduğunu kolaylıkla görebilirdi. Zaten Başbakan’ın öfkeli çıkışlarının ardından gelecek bir veto “Doğan Grubu’nun zaferi” olarak nitelenirdi.Gül’ün veto ihtimali hiç yok çünkü:1) Gül, eşi ve kızı üzerinden başörtüsü yasağını bizzat yaşayan biri;2) Siyasi kariyeri boyunca bu yasağın kalkması için aktif bir şekilde mücadele etti. Bugün de yasağın bir an önce kalkmasını diliyor;3) Gül, yasakla ilgili olarak toplumda ciddi bir tartışma yaşanmadığını, itirazların dar bir çevreden geldiğini ve bu kesimlerin herhangi bir düzenlemeye ikna edilmelerinin mümkün olmadığını savunuyor;4) Meclis’teki 411 oyun, AKP’ye ek olarak MHP ve DTP’nin desteğinin toplumsal mutabakat için yeterli olduğunu düşünüyor;5) Anayasa değişikliklerinin hem hukuka uygun olduğuna, hem de sorunu çözeceğine inanıyor;6) Vetonun AKP’yi zayıflatıp CHP’yi güçlendireceğini biliyor ve bunu kesinlikle istemiyor;7) Veto durumunda AKP ve hatta MHP ile ilişkilerini tamir etmesinin çok zor olacağını kestirebiliyor.Geçen Salı günü “Gül de bizleri ‘şaşırtacağa’, gerçekten ‘hepimizin cumhurbaşkanı’ olduğunu açık ve net bir şekilde göstereceğe benzemiyor” diye yazmıştım. Perşembe günüyse “Türban krizinden çıkış hâlâ mümkün” başlığı altında “Ne kadar ince elerse elesin Gül’ün, Anayasa değişikliklerini veto edeceğini sanmıyorum. Ancak değişiklikleri onaylamasına rağmen bir çıkış yolu bulabileceği kanısındayım. Örneğin Gül, ‘Anayasa değişikliğine evet, ama bunların yasağı kaldırdığını düşünmüyorum’ diyerek topu yeniden Meclis’e atabilir” demiştim.Gelinen noktada Gül’ün düzenlemeleri onaylamasına “yüzde yüz” olarak bakabiliriz. Ancak Gül’ün bir ara formül arayışında olmayacağı da kesinleşti sayılır. Zira onca zaman geçti ama kendisinin düzenlemeye itirazı olan şahsiyetlerle görüştüğünü, onların itiraz ve kaygılarını önemsediğini görmedik.Erdoğan ile aynı çizgideŞimdi Anayasa Mahkemesi’nin kararının ne olabileceği; YÖK Yasası’nın ek 17. Maddesi’nde düzenleme olup olmayacağı, olursa ne olacağı gibi çok ciddi soru ve sorunlar önümüzde duruyor. Anladığım kadarıyla ne Erdoğan, ne de Gül, Anayasa Mahkemesi’nin, 367 olayından sonra yeni bir “macera”ya kalkışamayacağını düşünüyorlar. Umarım haklıdırlar da Türkiye yine gergin günler yaşamaz ve başörtülü öğrencilerin mağduriyetleri sona erer. Ama bu kadar kolay olacağını sanmıyorum.Peki Gül bundan sonra ne yapar? Cumhurbaşkanı’nın Başbakan ile paralel bir çizgi izlemeyi sürdüreceğini düşünüyorum. Muhtemelen, tıpkı Erdoğan gibi, düzenlemelere yönelik eleştirileri sadece “başı açıklara baskı uygulanması kaygısı”na indirgeyecek ve yine tıpkı Erdoğan gibi “merak etmeyin, laikliğin teminatı benim” diyecektir.Tabii laikliğe yönelik tehdidin esas olarak Erdoğan ve Gül’den geldiğini düşünen kesimler için bu türden teminatların hiçbir işe yaramayacğı da açık. Kısacası Gül, başörtüsü krizinden bir fırsat çıkarma ihtimalini, dolayısıyla “herkesin Cumhurbaşkanı” olduğunu kanıtlama şansını elinin tersiyle iteceğe benziyor.

Devamını Oku

Başörtülüler “herkese özgürlük” istedi muhafazakar medya görmedi

17 Şubat 2008

13 Şubat Çarşamba günü bir grup başörtülü kadın “Söz konusu özgürlükse hiçbir şey teferruat değildir” başlığıyla bir bildiriyi imzaya açtılar. Medyada ilk kez bu girişimi 15 Şubat Cuma günü ben “Başörtülülerden herkese özgürlük bildirisi” başlığıyla okurlara duyurdum. Aynı gün NTV, bildiriyi kaleme alan kadınlarla görüşüp bir haber yaptı. 16 Şubat Cumartesi günü girişimciler bir basın toplantısıyla bildiriyi neden kaleme aldıklarını ve o ana kadar imza verenleri açıkladılar. 17 Şubat Pazar günü Taraf Gazetesi bildiriyi manşete taşıdı. Hürriyet’te Ferai Tınç “Türban tartışmasında üslup öyle sertleşti ki, kadınların sesi, erkek üslubunu kullanmadıkça neredeyse hiç duyulmaz oldu. Ben bu karmaşada yüreğimi açabileceğim bir ses duydum” diyerek bildiriye destek verdi. Vatan’da da Tuğçe Baran “Bu bildiri benim indimde bir milattır. Keşke bildiri biraz daha uzun ve kapsayıcı olsaydı ama şimdilik bu da yetiyor. Zira türbanlı kadın ve erkeklerden duymaya alışık olmadığımız sözler ve talepler bunlar” diye yazdı.Peki AKP ile MHP’nin üniversitelerdeki başörtüsü yasağını kaldırmaya yönelik ortak düzenlemesini kayıtsız şartsız destekleyen “muhafazakar medya” ne yaptı diye soracak olursanız cevap tek kelime olacaktır: Hiç.Kampanyayı düzenleyen kadınlarla konuştum. “Yeni Şafak ve Zaman’dan muhabirler de vardı halbuki” dediler. Peki bu ilgisizlik neden?Sayının az olduğu söylenemez. http://henuzozgurolmadik.blogspot.com/ web sayfasında dört gün içinde 617 imza toplanmış. Düzenleyici ve katılımcıların nitelikleri konusunda da pek söz söylenemez. Hem yıllardır başörtüsü konusunda uğraşan aktivist başörtülüler, hem de İslami camianın yakından tanıdığı birçok entelektüel kadın işin içinde.Neden bigane kaldılarAKP’ye yakın bir çizgide yayın yapan meslektaşlarımın “editoryal bağımsızlıklarına” saygısızlık etmek istemem ancak bu ilgisizliği biraz deşmek, başörtüsü sorunu konusunda kafaların daha netleşmesine katkıda bulunabilir. Şöyle ki, bilindiği gibi bazı liberal ve solcu aydın, AKP-MHP düzenlemesinin zamanlama ve yöntemine itiraz etmişlerdi. İçlerinden bazıları, türbanın diğer özgürlüklerle birlikte bir paket halinde gündeme getirilmiş olmasını istediler ki söz konusu bildirinin bu eleştirileri ortadan kaldırmak için kaleme alınmış olduğu anlaşılıyor. Nitekim hazırlayıcıları metni, “Başörtüsü üzerine süren tartışmalarda ’karşı’tarafın elle tutulur argümanları olmadığı gibi mesele gelip başörtülülerin sadece kendi haklarını savunduğuna dayandı. Başörtüsü yasağı başörtülülerden bağımsız olarak kötü birşeydir demek bazı demokratlara dahi ağır geldi. Bu metinde deklare ettiğimiz meselelerin altına imza atmamız haksız söylemler içine giren pek çok insana güzel bir cevap olacak” diye gerekçelendiriyorlardı.Dolayısıyla muhafazakar medyanın, zaten bu tür eleştiri ve itirazları duymak istemediği için bu bildiriyi de görmezden gelmiş olduğunu ileri sürebiliriz.Öte yandan bildiride dile getirilen diğer özgürlük taleplerinin de söz konusu camida pek hoş karşılanmadığı da düşünebiliriz. Örneğin “ Alevilerin ibadetini kültürel aktivite, ibadet evlerini de kültür merkezi olarak görmekte ısrar etmekten vazgeçilmeden” cümlesinin, her ne kadar Alevilere yönelik açılım yapma iddiasında olsa da AKP ve yakınlarının sınırlarını epey zorladığı açıktır.Benzer bir şekilde “Kürtlerin ve ötekileştirilenlerin kendilerini bu ülkenin asli unsuru hissetmesi için gereken hukuki ve psikolojik ortam oluşturulmadan” cümlesi de DTP çevrelerinin dile getirdiği “Kürtler de cumhuriyetin asli unsuru olarak tanımlansın” talebini çağrıştırdığı için rahatsızlık yaratmış olabilir.,Ve nihayet “Üniversitelerin bilimsel özgürlüğünün önündeki en büyük engel YÖK kaldırılsın” talebi, YÖK’ün başına kendilerine yakın bir ismi aramış olmanın mutluluğunu yaşayan ve yeni YÖK yönetimi eliyle yüksek öğretimde gerçekleşecek değişimleri heyecanla bekleyen kesimlerin keyfini kaçırmış olmalı.Gerçekten son başörtüsü/türban tartışmaları Türkiye’nin siyasal ve düşünsel haritalarını karman çorman ediyor. Hiç de fena olmuyor.

Devamını Oku