Ortada “ABD ve AB ülkeleri medyalarının, en büyük TV kanalları ve gazetelerinin, ülke yöneticilerinin” bile tepki gösterdiği, gaz fişeklerinin-tazyikli suların 12 vatandaşı yoğun bakımlık, ameliyatlık ettiği bir fahiş yanlış var. Bu yanlış; polisin halka acımasızca, beyin kanaması geçirtecek, gözünü çıkaracak, komaya sokacak şiddetteki saldırıları gözlerden kaçacak gibi değil ve zaten İçişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı da “polis şiddetini” kabul ediyor.
Başbakan Erdoğan ise dün öğlen saatlerinde (ki hala gösteriler tüm şiddetiyle devam etmekteydi) yayınlanan konuşmasında “olayları durdurmak üzere polisi hemen geri çekeceklerini” açıklaması gerekirken, bırakın Türkiye’nin 19 ilini, Boğaz Köprüsü’nden yürüyen on binlerce insanı, Berlin’deki Türklere kadar sıçramış tepkileri bile “ana muhalefet partisi”ne bağlıyor ve “Türkiye’de çok ciddi muhalefet boşluğu var... Gerilimi arttırmak için çok ciddi tahrik yapılıyor.. Mesele ağaç değil, gelinen nokta ideolojiktir.. İstanbul Belediye Başkanlığı’nı nasıl alabiliriz diye düşünüyorlar” diyordu. Aslında toplumun “açık kalan her boşluğu” kapattığını gösteren bir protesto olayını da “iki parti rekabeti”ne çevirmek olacak şey değil.
Böyle bir durumda; bir kenarda beklerken bile tazyikli suyla havaya fırlayıp beyin üstü yere çakılan ağır yaralı vatandaşlara, şiddetten, gazdan kaçamayan 80’lik teyzelerin, kalp hastası (yanındaki torunu da astım hastasıymış) insanların beddualarına bakması bile olayların “siyasi rakiplerine veya ideolojiye bağlanamayacağını, toplumun doğal tepkisi olduğunu” göstermeye yeterdi. Başbakan Batı’dan gelen tepkilere de kızmış, “bize nasihat edenler kendine baksın” diyor ama asıl bu cümleyi yakında “Suriye, Türk Hükümeti’ne söylerse” hiç şaşmayalım!
Yazmıyor, yazmıyor!
İnstagram’da bir karikatür vardı, çocuk elinde gazeteyle koşarken şöyle bağırmakta; “yazmıyor, yazmıyor”.. Türkiye’de “AB’yi, ABD’yi, Uluslar arası insan hakkı örgütlerini, dünya çapında sanatçıları” bile tepkiye sürükleyen ciddiyetteki olayları olanca gerçekliğiyle duyurmayan medyaya cuk oturmuş doğrusu.. Sadece “yazmıyor” değil, “göstermiyor, yayınlamıyor” da demeliydi karikatürdeki çocuk. Haberleri adım adım vermesi gereken, “halkın haber alma özgürlüğünü” koruması gereken özel kanallar komedi programı, dizi veya belgesel yayınladılar. Buna rağmen dün Hükümet’ten “uyarıyı” aldılar. Peki görevlerini yapmayacak ve haksız baskılara boyun eğeceklerse, ünlü sinema sanatçısı Bruce Willis’in ta Hollywood’dan attığı tweet’te “herkes bildirsin, Türkiye’de basın çalışmıyor, insanlar sokaklarda ölüyor” diyeceği kadar vahim bir tablo yaratacaklarsa medyayı neden işgal ediyorlar. Başka işleri de olduğuna ve “o işleri tehlikeye girmesin” diye, korkularından böyle davrandıklarına göre (belki “rica” havasında “uyarı” da olmuştur) sadece o işleri yapsınlar, kanalları da rahat bıraksınlar. Olayların yalnızca Halk TV ve Ulusal Kanal’da dakika, dakika olanca gerçekliğiyle gösterilmesi medya adına büyük utançtır çünkü, buna hakları yok!
Tencereli eylem!
Cuma gecesi saat 2.30’da (ben her zamanki gibi cin misali ayaktayken) Bebek’te oturan bir arkadaşım aradı. Saat 1.30 sıralarında aniden evlerin pencereleri açılarak tencereler çalınmaya başlanmış. Kısa süre sonra büyük kalabalıklar sokağa inerek protesto yürüyüşüne başlamış. Aynı eylemler İstanbul’un Kadıköy yakasından başlayıp onbinlerce insanın Boğaz Köprüsü’nden geçmesiyle sürdü.
Tencere çalarak başlayan yürüyüşler Adana ve diğer illerde de (Konya’dan Mersin’e çok sayıda ilde) devam etti. Artık bir de “özgün tencere eylemi” var Türkiye’nin. Meğer ne tepki birikmiş toplumda.. Baskı, hakaret ve haksızlığa sonsuza dek susulmayacağı görülüyor mu acaba?
Suskunluğun dayanılmaz hafifliği!
Türkiye’de sevilen, başarılı sanatçıların çoğu da (sadece kendi işini düşünen sermaye çevreleri ve medyanın büyükçe bir kesimi gibi) son yıllarda “suskunluğun dayanılmaz hafifliği” içinde etliye sütlüye karışmadan yaşamaktaydılar. Sonuçta çevreyle ilgili bir toplumsal tepkinin en acımasız yöntemlerle susturulmak istenmesi, Hükümet’in polis şiddetini görmesine rağmen “biz kararlıyız, dönmeyiz” diyerek polisi desteklemesi onların da sabrını taşırdı..
‘Bu kadar nefret?’
Gereken zamanlarda çekinmeden görüşlerini açıklayan Okan Bayülgen ve Mehmet Ali Alabora’dan başlayarak birçok sanatçı devlet şiddetine uğrayan “protestocu”ların yanında yer aldı. Tarkan “Bu masum protestocuların yanında yer alıyorum” mesajı yayınladı. Ekranın “Kanuni”si Halit Ergenç ve eşi Bergüzar Korel yüzlerine maskelerini takarak eylemcilerle yürüdüler.
Ve Cem Yılmaz .. Yine süper bir mesajla (ki kendisi mesaj vermeyi hiç sevmediğini bazı oyunlarında dalga geçerek söylemiştir) katıldı eyleme destek veren sanatçılara.. “Ahaliyi aptal zannetmenin bir neticesi olacaktı elbet. Bu kadar nefret? Daha iyilerimizi nereden bulacaksınız merak ediyorum” ..
İşte budur.. Demokrasiye inanan yöneticiler olmasa da, “gönülden inanan vatandaşlar ve o toplumun sanatçıları, aydınları” yanlışların önüne dikilmeyi başarırlar.
Maymunları uyandırmak..
Öyle başarırlar ki “çıkar için üç maymunlar”ı oynayan, cepleri dolduğu sürece kendi küçük çevrelerinde “kurtarılmış bölge mutluluğu” yaşayan duyarsız kitleleri, hatta yalakalık yaparak kaybolmuş şöhretini yakalamaya çalışanları da utandırırlar. Mesele bundan ibaret..