‘Yarı reşit’ bir aşka ettiğim ‘veda’mın karşısında yediğim yemek...

1978 yılı bir gençlik kuşağının; Ölümlerden ölüm beğendiği...

Her gün onar onar katledildiği... İçerlerde süründürüldüğü...

Okul önlerinde bombalandığı...

Silahlarla tarandığı...

Yaralanıp, sakat kaldığı...

Okullarında okuyamadığı...

Okuyamadığı okullardan atıldığı...

Hüsranların yılıdır...

***

18-19 yaşlarını sürüyordum 78 yılında...

Kendimi “solcu” sayıyor, sol dünyaların kitaplarıyla büyüyor, hayatı anlamlandırmaya çalışıyordum...

Her gün öldürüyor, içeri alınıyor, sakat bırakılıyorduk...

Taze bir gençlik esintisi yerine “Rus Ruleti”nin sokaklara taşan versiyonuyla, sabah evden, ‘akşama buraya dönemem’ duygusuyla çıkmaktaydık...

***

Fizyolojiye ve psikolojiye aykırı bir hayat sürüyorduk hepimiz...

Ne doğru düzgün bir aşk, ne heyecanlı bir duygusal kıpırtı, ne de doyasıya aşkların kendine hayat bulabildiği, bir birliktelik yaşayabiliyorduk...

Ruhumuzu ve fizyolojimizin kovuğunu doldurmayan, “aşk mı, sevgi mi, yoksa öylesine bir yürüme mi” olduğunu kestiremediğim “adsız buluşmalar” yaşıyordum...

***

Dünyayı ve ülkeyi kurtarmam beklenirken; “kendi aşkına düşmek” çevrede kıyasıya eleştirilen bir davranış biçimiydi...

Haberin Devamı

Saatlerce okuyor, yazıyor ve dünya ile ülke meselelerini tartışıp, konuşuyorduk...

Minik bir duygusal kıpırtı oluşsun da hayat birazcık renklensin, neşe saçsın diye kalbimiz küt küt atıyordu...

***

Yüzümüzdeki keskin ifadeler, ruhumuzdaki taze kıpırtılarla zikzaklar çizmekteydi...

Bir yaz akşamı; yine aynı dünyalardan söz ederken; yıldızların altında hayatın romansını hissettim...

Bir genç kızla yakınlaştığımı hissetmiştim...

Ruhum siyaset dünyasının erkeksi acımasızlığında o kadar öksüz, kalbim silahların gölgesinde öyle kimsesiz kalmıştı ki; yıldızların altında yan yana oturmak, “aşk sandığım bir romansın doğması” için yeterli olmuştu...

***

O Eylül ayında İstanbul’da; Taksim Gümüşsuyu’nda, “acımasızlıklarla dolu hayatımın duygu yüklü küçücük kaçamaklarından birini yaşamıştım...”

Yıldızların altında elim eline değmiş, genç kızla ilk buluşmamı o sıralarda yapmıştım...

Ben 19...

Genç kız 16 yaşındaydı...

Haberin Devamı

Uzun uzun dolaşmış, arada bir el ele tutuşmuş, denize sonsuz bakan mekanlarda, “içimizden taşan romantizmin suya vuran yansımalarıyla” dans etmiştik...

***

Birkaç gün sonra, hiç hesapta olmayan bir şey olacağını, içimizdeki romantizmin denize gömüleceğini bilmiyorduk...

Gümüşsuyu’nda “yarı reşit aşka” veda ettiğimizde, denizdeki yansımaların da suya gömüleceğini fark etmemiştik...

***

Eski haber müdürlerimden Havva Kızılırmak; Gümüşsuyu’nda “Izaka diye bir restoran açıldı... Park Bosphorus Otelin terasında... Boğaz, Marmara ve bütün manzara ayaklar altında... Ne olur gelir misiniz?..” dediğinde;

-”Ben akşamları yazı yazıyorum... Çıkmıyorum... Bir öğlen yemeği organizasyonunu orada yaparız... Seni de kırmamış olurum...” dedim...

***

Tarif etti ama, ben oralara gitmeyeli, oraları görmeyeli, oraları yaşamayalı yıllar olmuştu...

Taksici Gümüşsuyu’ndan çıkarken, “18 yaşımın bütün flashback’leri çakmaya başlayacaktı yüreğimde aniden...”

Park Otel Bosphorus’un önünde inerken, ben caddenin karşısında kalakalmıştım...

Haberin Devamı

***

18-19 yaşında bir genç vardı karşımda...

16 yaşında bir genç kızla yarı reşit bir aşkın ilk vedasını yaptığı evin kapısının tam karşısındaydım...

Kapının önünde, eski bir sevgilinin silüetini arıyordum...

Yaşanmamış bir gençliğin, yarım kalmış bir aşkın izlerinin mevcudiyetini apartman duvarlarında kazımaya çalışıyordum...

***

Gencecik bir çocuk geçti önümden...

Kahverengi şık ütülü bir pantalon giymişti...

Gömlek ve hoş bir triko vardı üzerinde...

Yeni aldığı kahverengi iskarpinlerle ‘asorti’ dedikleri bir tarzı benimsemişti...

Veda ettiler caddenin karşısında 16 yaşındaki genç kızla...

Hüzünlü gördüm genci...

Genç kızı seçemedim...

Apartmanın içinde kaybolup gitmişti...

Otele girdim...

Izaka restorana çıktım...

Boğaz’a, Marmara’ya ve panaromik manzaraya baktım...

Otelin müdürü; “buranın Osmanlı Hariciye Köşkü” olduğunu söylüyor; “zamanında Atatürk’ün bu barda ve restoranda yemek yediğini” ifade ediyordu...

***

Oysa benim aklım karşıdaki apartmanda kalmıştı...

Apartmandan ayrılan çocuğu izledim...

Haberin Devamı

Hüzünlü hüzünlü yürüdü, karşıdaki yokuşlardan birine girdi...

Aşağı doğru indi...

Gözden kaybolana kadar onu izledim...

Sonra bir yudum kırmızı şarap içtim...

Denizdeki silüetimi seçebilmek için...

*****

IŞIK ‘CUMHURİYET’TEN AYRILMAK İSTEMİYOR’ CAN...

“Benim hakkımdaki yazın tam ilk gün toplantısında; ‘bu gazetenin tek bir muhabirinin, yazarının, okurunun uzaklaşmaması, dışlanmaması için ne gerekirse yapacağım’ dediğim sırada geldi...” diyor Can Dündar; dün bana gönderdiği mailde...

***

Normalde Can’ın bana gönderdiği bir maili bu köşede açıklamam yakışık almaz...

Ama burada farklı bir durum var...

Birkaç gün önce, Cumhuriyet gazetesinin 37 yıllık gece muhabiri, muhabiri, istihbarat şefi, haber müdürü ve köşe yazarı Işık Kansu; bana telefonda;

-“Ben Cumhuriyet’ten kopmayacağım.,.. Ayrılmayacağım... O gazete benim evim... Atmaya da kalksalar her gün o gazeteye gitmeye devam edeceğim... Varsın yazılarımı basmasınlar...” diyordu...

***

İnsanlar böyle anlarda hassas olurlar...

Işık bana bunu söylediğinde; Can henüz genel yayın yönetmeni olmamıştı Cumhuriyet’e... Şimdi Can; “gazetenin ilk toplantısında hiçbir muhabirin, yazarın, okuyucunun dışlanmaması için elinden geleni yapacağını” söylüyor...

Bu durumda umuyorum 37 yıllık Cumhuriyet’çi Işık Kansu, gazetesine yeniden kavuşacak...

***

Işık Kansu olayını önemseme nedenim; bir okul arkadaşı olmasından değil sadece...

Işık; gazetenin Charlie Hebdo ekini vermesine karşı çıktı kendi köşe yazısında...

Cumhuriyet gazetesinin 37 yıllık emektarı, köşe yazarı, “sırf gazetesinin bir politikasına karşı çıktı diye gazeteden atılmasını” ben ne Işık adına ne de Cumhuriyet adına içime sindiremedim...

Sindiremediğim çok şey var aslında Türk basınında... Hepsini de yazmıyorum...

Ancak 37 yıldır kurumlarla varolanlara; bir paragraf ayrıcalık; sanırım onlara ödemek zorunda olduğumuz bir borç...

O borcu ödemek istedim...

DİĞER YENİ YAZILAR