Televizyonda yöneticilik yaptığım yıllarda; iş; “yüksek düzeyde yaratıcılık ve işkoliklik düzeyinde bağımlılık” gerektirdiği için, bayan eleman alırken “çocuk konusunu birkaç yıl için düşünmeyen, ya da çocuğunu 4-5 yaşlarına getirmiş olan profesyonelleri” tercih ederdim...
***
Nedeni basitti...
Günde asgari 12 saatlik gazetecilik temposunu, hamile bir kadın muhabirin ve yayıncının kaldırması mümkün değildi...
Çocuğunu yeni doğurmuş annelerin; bebeklerin onlara olan ihtiyacından, haber merkezinin deli temposunda verim vermeleri mümkün olmazdı...
***
Ayrımcılık yapmazdım...
Ne var ki; yayıncı alırken, önümdeki 3-5 yıllık periyodu analiz ederdim... İşe başlar başlamaz; bir doğum ihtimalini mümkün olduğunca asgaride tutmaya çalışırdım...
Benimle çalışırken, birçok bayan elemanım evlendiler, hamile kaldılar ve çocuk sahibi oldular...
Ancak işe alırken, birkaç yıllık “marjı” hep hesaplamaya çalıştım...
***
TRT’de Ateş Hattı’ndan; Show TV’ye uzanan yayıncılık mecramda, uzun yıllar editörlük ve haber müdürlüğü yapan, haber merkezinin temel direklerinden biri olan Lütfiye Pekcan’ın yeni yazdığı “3 Kadın, 1 Ölüm, 1 Sır” isimli romanını okurken o günler gözümün önüne geldi...
***
Yasemin, Zeynep ve Didem...
Üç kadının öyküsünü yazıyordu Lütfiye Pekcan...
Birbiriyle daha okul yıllarından tanışan, çok yakın arkadaş olan üç kadının “sevgi, aşk, eş, çocuk ve kariyer” sarmalında yaşadıkları “dramatik dehlizi” bütün ayrıntılarıyla analiz ediyor, heyecanlı bir öykünün kurgusuyla okuyucuya sunuyordu...
***
Romanının bir yerinde hikayenin üç kadın kahramanından biri, diğerine “umutsuz ev kadınları” dizisine referans yaparak “umutsuz iş kadınları” deyimini kullanıyordu...
Roman; bir aile kurup, çocuk yapmak isteyen, iş ve kariyer mücadelesi içindeki kadınların, karşılamak zorunda oldukları hayatın labirentvari röntgenini, üç kadının öykülerinden yola çıkarak ele alıyordu...
*****
KADIN NEDEN ERKEKTEN ÜSTÜN ÖZELLİKLERE SAHİP?
Kadın erkek analizlerinde; kadınların hayatla mücadele konusunda çok daha donanımlı oldukları gerçeğini anlatmaya başladığımda, bazı meslektaşların bunu erkek yazarlardaki “kadın okuyucu popülizmine” bağladıklarını fark ediyordum...
***
Oysa beş yıldır iki minik çocuğun büyümesinin; “ilk elden sorumluluğunu aldığımdan bu yana”, çocuklar, mesleki yaratıcılık ve hayatın getirdikleriyle baş etmenin, salt kariyer mücadelesinden fersah fersah ilerde olduğunu fark ediyorum...
***
Büyümekte olan minik “can”ların sorumluluğunu almanın, bir işi kusursuz yapmaktan çok daha zor ve meşakkatli olduğunu görüyordum...
Aynı anda mesleklerinde başarılı olmaya çalışırken, erkeklerle bire bir ve korakor rekabet eden, kadınların; çocukların sorumluluğunu da alarak bir “mucizeyi” gerçekleştirdiklerini görüyordum...
***
Bir erkek; kendisini çok değişik noktalarda geliştirmedikçe, her kadının üslenmek zorunda kaldığı bu “mucizevi rolü” başaramazdı...
Lütfiye Pekcan’ın romanı, bu gerçeğin, merakla ve heyecanla okunun bir öykünün sarmalında anlatılmasıydı...
***
3 Kadın 1 Ölüm 1 Sır (Alfa Yayınları)...
Bir kadının, aşkı, sevgiyi, şevkati, cinselliği bir erkekle yaşama arzusunun, anne olma hayali ve mesleki yaratıcılık özlemiyle birleştiğinde “ne kadar imkansız” bir yolculuk olacağının romanı bu... Kentli kadını, anlayabilmek ve empati kurabilmek için, mutlaka okunması gerekli bir roman...
Usta bir televizyoncunun, usta bir romancıya dönüşmesi konusu ise “yazarı tanıyan dostları ve sevdikleri için bir bonus” olma özelliği taşıyor...
*****
BU DA BENİM NAZIM’IMDAN...
Gençtim...
Şiirler, şarkılar ve şiarlar severdim...
Hayatı tanımlayan...
Basite indirgeyen...
Temiz ve nahif halini vitrine çıkaran...
Duyguları yaşatan...
Hayatı yaşayan...
***
Nazım Hikmet, böyle bir genç için ilk başvurulacak şairlerden biri olacaktı...
Bu gerçek kaçınılmazdı...
Öyle de oldu...
Çok şiirini okudum, çok şiirini ezberledim...
Çok şiirinde, sessiz sessiz ağladım...
Ne ki; bir şiiri vardır...
Timur Selçuk söylerdi...
Ağlatmaz o şiir...
Coşar, coştururdu...
***
Ahmed Arif’den sonra dün de Nazım’ın ölüm yıldönümüydü...
Bu şiir benim Nazım’ımdan, benim gençliğimden...
Nazım’ın beste halini almış, unutulmaz türküsünden ...
*****
GÜNEŞİN SOFRASINDA SÖYLENEN TÜRKÜ...
Dalgaları karşılayan gemiler gibi,
gövdelerimizle karanlıkları yara yara
çıktık, rüzgarları en serin
uçurumları en derin
havaları en ışıklı sıra dağlara...
Arkamızda bir düşman gözü gibi karanlığın yolu.
Önümüzde bakır taslar güneş dolu.
Dostların arasındayız.
Güneşin sofrasındayız...
dağlarda gölgeniz göklere vursun
Göz göze
yan yana
diz dize
durun çocuklar...
Tasları birbirine vurun çocuklar
Doldurun çocuklar
Doldurun
doldurun
doldur içelim...
Başları göklere atalım
Serden geçelim.
Heeey, nerden geçelim?..
Yalınayak,
koşarak
devlerin
geçtiği
yerden geçelim...
Heeey
Hop
Heeey
Hep
birden geçelim...
Doldurun çocuklar
doldurun
doldurun
doldur içelim...
Dostların arasındayız
Güneşin sofrasındayız...