Evin içinde arada bir konuşulan siyasetin dışında; ne ilgim ne alakam vardı siyasi konulara...
Basketbol maçlarına giderdim...
Futbolu takip ederdim...
Semtin en iyi futbolcularından biriydim...
Kız arkadaşlarımla “pub”lara takılmaya o yıl başlamıştım...
Pop müziği kızlarla beraber ‘pub’larda dinlemeyi, dersleri sürekli asmayı o yıl keşfetmiştim...
Briç ve okey oyunlarına bodoslama dalıyor, beş dersten Haziran’a kalarak daha lise ikinci sınıftan; “Okul’un zor öğrencileri” arasındaki yerimi alıyordum...
***
O günlerde bir mahalle arkadaşımın, yakın semtte oturan; Ankara Atatürk Lisesi’nden bir sınıf arkadaşı bize takılmaya başladı...
Değişik bir çocuktu Sedat...
Benden iki yaş büyüktü...
O güne kadar hiç duymadığım fikirler, sözler ve kavramlardan bahsediyordu...
Felsefeden, sosyalizmden, kapitalizmden, emperyalizmden, burjuvaziden, proletaryadan, hakim sınıflardan, ezilenlerden oluşan bir dizi yeni kavramla tanışıyordum...
***
Şaşırmış, ilgiyle izlemeye başlamıştım...
Söylediği şeylerden çok; “hali, tavrı, vücut dili, olaylara bakışı ve serinkanlı duruşu” beni daha çok etkiliyordu...
Tavırlarında ve davranışlarında gördüğüm tutarlılık, ne yaptığını bilir bir prensip, “gençlik arayışları içerisinde olan ben”i içine çekivermişti...
***
Kızlarla ilişkilerimden...
Dinlediğim pop müzikten...
Oynadığım briç ve okeyden...
Astığım derslerden...
Rüzgar gibi estiğim solaçık mevkiinden...
İzlediğim futboldan, basketboldan...
Cumartesi filmlerimden...
Pota altında çıktığım ribauntlardan, atmaya çalıştığım ‘deliksiz’lerden...
Çok daha fazla etkili olmaya başlamıştı üzerimde;
Felsefe, sosyalizm ve dünyayı değiştirmenin “derin”likleri, beni içine alıvermişti...
***
Bu dediğim olay;
Savcı Mehmet Selim Kiraz’ın çalıştığı küçük odada, rehin alınıp; saatler sonra öldürülmesinden tam 40 yıl önceydi;
1975 Bahar’ıydı;
“Dünyayı değiştireceğine inandığım hayata ilk adımımı attığım o günler...”
40 yıl beklemem mümkün değildi...
En fazla 10 hadi bilemedin 20 yıl içinde “cennet gibi bir ülkeyi kuracağımıza, özgür gibi ülkede yaşayacağıma, mutlu ve adil bir hayat süreceğime” inanıyordum...
***
40 yıl içinde bunların hiçbiri olmadı...
Aynı olaylar, bir başka minval üzerinde sanki başka bir şey tezahür ediyormuşcasına, binlerce kez tekrarlanmaya başladı...
Fasit bir daire şeklinde...
*****
SELİM KİRAZ SUİKASTİNDEN ÇIKARTTIĞIM GERÇEKLER...
Önceki gece; Savcı Mehmet Selim Kiraz’ın odasında sonuç vermeyen pazarlıklarda da kurtarılamayarak öldürüldüğünü öğrendiğim an;
Kırk yıldır süren “bu korku filmi”nin hala karşılıklı cephelerde bir “siyasi kurtuluş ve rövanş mücadelesi! halinde sürdüğünü” görüyordum...
***
Yaşamı kendi dünyalarında, “kimseleri toptan kurtarmaya soyunmadan”, yaratıcı işler yaparak, çevresine, insanlara ve hayata değerli katkılar sunarak; yaşayan bir insan olarak geçirmekten ibaret bir hayatım olsaydı; o hayat nasıl bir hayat olurdu acaba?..
Kim bilir?..
40 yılın sonunda; “insanları yok etmekten başka hiçbir işe yaramayan beyhude bir intikam, hesaplaşma, rövanş ve yok etme kültürünün, rahle-i tedrisinden geçirilmiş olmam bana ne kazandırdı acaba?..”
Sanırım çocuklarıma “farklı bir hayatı” anlatma ve aktarma becerisi...
*****
HÜCRE HAFIZASI YOLUYLA ÇOCUKLARIMA AKTARACAKLARIM...
Hayatı uzunca bir zamandır kendimden ibaret görmüyorum...
Koskoca bir “evren”in, insan denilen Matruşka hücresinde yaşamaktan ibaret olduğumu, üzerimde ‘çevremdeki bütün insanları, canlıları kapsayan bir üst akıl olduğunu, o aklın bulunduğu çok daha devasa bir kozmosun varlığının’ uzun zamandır farkındayım...
***
Hücre hafızası; DNA’lar yoluyla, dedelerimden, annemden babamdan aldığım hücre hafıza kayıtlarımın; çocuklarıma da geçtiğinin farkındayım...
Annemle babamın son 40 yılın Türkiye’sini; ben doğamadan yaşamadıklarını, sonuçlarını ve anlamlarını kavrayamadıklarını; bana bir DNA hücre hafızası şeklinde aktaramamış olduklarını biliyorum...
***
Ancak ben bu hafızaya artık sahibim...
Bunun DNA’sını hücre hafızalarımda muhafaza etmekteyim... 40 yılda yaşadıklarımın anlamlarını, sonuçlarını, hayat derslerini; çocuklarıma aktaramam, “bir evlat, bir baba; ve geçmişten geleceğe uzanan köprü konumunda bir hücre olarak misyonum gereği...”
*****
ÖLÜM KUSMAYIN!..
Mahalleye gelen Sedat isimli gencin “vücut dilinden etkilenip, dünyayı ve Türkiye’yi toptan kurtarmayı düşlediğim günlerden bu yana geçen 40 yıl içinde; yaşadığım siyasi cinayetler, hesaplaşmalar, istihbarat oyunları; linçler, suikastler; artık başka hafıza kayıtlarını çocuklarıma vermemi öğütlüyor...
***
Onlara;
‘Sadece çevrenize, insanlara katkı sağlayacağınız meslekler ve yaratıcılıklar peşinde koşun...’ diyeceğim...
“Hesaplaşmayın mümkün olduğunca; hesaplaşmanın büyük kısmını “Allah’a” bırakın...
Siz, sevgi ve katkı sunmaya devam edin, hayata, insanlara, canlılara ve doğaya...” diye telkinde bulunacağım...
***
“Ölümler kusmayın;
Ölüm kusanların yanında kalmayın...
Çatışan kültürlerin içinde hayatınızı heba etmeyin...
Çatışanları çatıştırmamak için çabalarken, kendiniz de o çatışmaların içinde kalmayın...”
diye not düşeceğim...
***
Hayatın esasen;
Yaşarken çevrene ve insanlığa katkı sunmak...
Değerler yaratıp onları evrenin kullanımına sokmak...
Hayattan çok şey öğrenip, öğrendiklerinin rezümesiyle hayatı kolaylaştırmak...
Yaşamın şifrelerini çözmek sanatı olduğunu...
Gün gelip onların da mümkün olursa, edindikleri bu bilgileri, hücre hafızası yoluyla DNA’ları üzerinden kalıtımsal olarak, bir sonraki kuşağımıza aktaracaklarını söyleyeceğim...
“Benim çıkartabildiğim hayat bundan ibaret...
Gerisi size emanet...” demeye çalışacağım onlara, mutluluk ve huzurlar dileyerek...