Milliyet gazetesinin Ankara bürosunda çalışıyordum...
Henüz Atina’ya gitmemiştim...
22 yaşlarında tıfıl bir gazeteciydim
***
Kendi gazetemin birinci sayfasını, spotlarını, mizanpajını, haber işleyişini beğenmezdim...
Aklım Hürriyet’e giderdi hep...
Yakın arkadaşlarımla konuşurken; -“Bakın gazete bu... Nasıl çarpıcı koyuyor manşetleri... Genel Yayın Yönetmeni haberi kokluyor... Manşeti patlatıyor...” derdim...
***
-“Fakat adam, çok despotmuş” derlerdi...
-“Gece yarılarına kadar milleti dikiyormuş... Doğru düzgün haber getirmeyeni, acayip fırçalıyormuş... Onunla çalışmak çok zormuş...” diye konuşurlardı...
***
Onlar bu konuşmalarıyla beni Çetin Emeç’ten soğutacaklarını zannederlerdi...
Oysa ben hiç tanımadığım gibi, aynı gazetede çalışmadığım bu adama daha fazla tapardım...
-“Gazeteci böyle olur... Orası Kamu İktisadi Teşekkülü değil...” derdim...
***
Gel zaman git zaman, bir gün Milliyet gazetesinin başına Çetin Emeç’in geleceğini söylediler bize...
Ankara büro haber üzerine, ip gibi gerildi...
Çetin Emeç’le çalışmak, dünyanın en zor şeylerinden biriydi...
Gece 12’de pat diye arar, haber sorardı...
Gecesi, gündüzü, sabahı, akşamı olmazdı...
***
İzin, tatil hak getireydi...
En önemlisi de attığı fırçaların şiddetiydi...
Daha gelmeden Çetin Emeç’in Hürriyet’te attığı fırçalar “şehir efsanesi” haline gelmişti...
***
Benimse bu laflar bir kulağımdan girip ötekinden çıkıyordu...
İçim içime sığmıyordu...
Mutluluktan havalara uçuyordum...
Her gün özel haber yapacaktım artık... Haberlerimi manşete taşıyacaktı... Onun ne istediğini biliyordum, ben de genç ve o tipte bir gazeteciydim ve öyle haber yapıyordum...
*****
MİLLİYET’İN PATLAYAN TİRAJI...
Çetin Emeç’in gelişiyle birlikte gazetenin tirajı 100’er bin 100’er bin artmaya başladı... İnanılmaz bir şekilde patlıyordu tiraj...
***
İki günde bir özel haberlerim manşetleri süslüyordu...
Genceciktim...
Ne ben doyuyordum haberlerimle manşet olmaya...
Ne Çetin Emeç doyuyordu benim haberlerimi manşete taşımaya...
***
Bir buçuk iki ay sonra “Çetin Bey Ankara’ya gelecek...” dediler;
-“Büroyu ziyaret edecek... Çalışanlarla tanışacak... Talepleri dinleyecek... Kendisi de bazı söyleyecek...”
***
Ankara büronun en genç muhabiriydim...
Esasen sigortalı bir muhabir bile değildim... Telifle ücret alıyordum, henüz kadroya geçmemiştim...
***
Büroya koyu lacivert kruvaze ceketiyle geldiği o sabahı hiç unutmuyorum... Ankara bürosunda yapılan yeni toplantı odasında masanın etrafına oturduk...
***
Herkes nefesi bile kontrollü alıyordu... O derece gergindi... İstanbul’u duymuşlar, Çetin Bey’in nasıl fırçaladığını öğrenmişlerdi...
***
Mümkün olduğunca toplantı içinde masaya yayılarak “arazi” olmaya çalışıyorlardı...
Oysa toplantıdan önce herkes, “Maaşlarımız diğer gazetelerden az... Bunu dile getiririz toplantıda...” diye atıp tutmuştu...
***
Köşeleri yuvarlak dikdörtgen masanın etrafında herkese söz verildi, herkes konuştu...
Ben Çetin Bey’in solunda oturuyordum...
Masada söz sağdan başlanıp bir yuvarlak çizilip verildiğinden en son bana geldi sıra...
***
Kimse tek bir kelime söylememişti, söyleyemiyordu...
Dışarda atıp tuttukları türden maaşların azlığından söz eden kimsecikler yoktu...
Büronun sorunlarını da anlatmıyordu kimse...
***
Herkes “fırtına benim üzerimden geçmesin” tedirginliğiyle sırasını geçiştirmeye çalışıyordu...
Nihayet bana gelmişti sıra...
Hayatımda ilk defa konuşacaktım Çetin Bey’le...
***
Aslında hayatımda ilk defa bir gazetede üst düzey bir toplantıda söz alıp konuşacaktım...
Toplantıdaki tek kadrosuz stajyer telifli muhabir ise yine benim...
-“Çetin Bey” dedim,
-“Diğer gazetelerden iyi gazete yapmak için, bu haberlerden daha fazlasını çıkartmamız gerektiği konusunda haklısınız... Fakat en iyisini yapmak için, en iyi ödemeyi yapmalı gazete... Bizim gazetede maaşlar, diğer gazetelerden düşük... O seviyeyi yakalar, hatta geçerse, haberler ve performans da geçer... Performansı iyi olmayan da o zaman gider...”
***
Çetin Bey’le bu türden bir konuşma olacak iş değildi...
Konuşanın kimliği ise, bir kamera şakası gibiydi...
-“Yavrucuğum sen kimin adına konuşuyorsun?.. Senin kadron bile yok... Maaşların azlığından şikayet etmek sana mı kaldı?.. Sen milletin maaşını konuşacağına kendi sigortanın yapılmasının peşinde koşsan ya...” dese verecek cevabım yoktu...
*****
BEŞ KATINA ÇIKAN TİRAJA RAĞMEN, MİLLİYET’TEN GİTMEK ZORUNDA KALAN GAZETECİ...
Hiç beklemiyordu benden böyle bir konuşma Çetin Bey... Çetin Bey’in gözdesiydim... İki günde bir haberlerimi manşete koyuyordu... Haberciliğime inanıyordu güveni tamdı bana...
***
Rahatsız olmuş bir şekilde, “Bunları sonra konuşalım seninle baş başayken Reha...” dedi... O gün fark etmiştim ki, “Ne kadar büyük bir usta olursa olsun; esen gürleyen genel yayın yönetmenleri bir şehir efsanesi gibi yaşasalar da, kimse onlara karşı duygularını doğru düzgün dile getiremiyor...” Onların büyük gazeteciliği yaratılan “endişe ve korku” ortamına maalesef yenik düşüyor...
***
Çetin Emeç inanılmaz usta bir gazeteciydi... Gecesi, gündüzü, Pazar’ı, yazı yoktu... Aylarca tek bir gün izin yapmadan çalıştı gazetede...
***
115 binden aldığı Milliyet gazetesini kısa zamanda 593 bin tiraja oturttu... Birinci gazete oldu Milliyet, yayın hayatı boyunca sadece o yıl Hürriyet’i tirajda geçti...
***
Fakat Çetin Bey’in bu başarıları konuşulmadı... Hep insanları nasıl fırçaladığı, gece büroda gazetecileri nasıl diktiği, haber getirmeyene nasıl “bir daha böyle yaparsan muhasebe servisine gidip ilişiğini kesersin...” diye söylendiği anlatıldı...
***
Bir süre sonra; gazete içinden Milliyet’in “sansasyonel bir gazete olduğu” eleştirileri yapılarak Çetin Emeç yıpratılmaya başlandı...
Hiç hakkı olmadığı halde, “cenaze halindeki gazeteyi, Türkiye’nin en çok satan ve konuşulan gazetesi haline getirdiği halde” o malum ve mahut çevreler bozulan çıkarlarını kollayabilmek için, Çetin Emeç’i ağır biçimde yıpratmaya başladılar...
***
Sonunda morali bozuldu Usta’nın... Takdir beklerken, sürekli eleştiriliyor... Beş katı arttırdığı Milliyet’in tirajından dolayı neredeyse suçlanıyordu...
Soru da o mahut soruydu?..
-“Nereye gidiyor bu Milliyet?..”
İşin enteresan tarafı soruyu soranlardan birisi de 12 Eylül darbesinin lideri Kenan Evren’di... Milliyet’ten ünlü bir yazarla yaptığı görüşmede şöyle diyordu:
-“Cumhurbaşkanı Kenan Evren olarak değil... Vatandaş Kenan Evren olarak soruyorum: Nereye gidiyor bu Milliyet...”
Bu sorudan bir süre sonra Milliyet’in bir yere gitmediği anlaşılacaktı...
Çetin Emeç gidecekti...
*****
SUİKAST...
Çok uzun yıllar geçmesi gerekti, Çetin Emeç’in kıymetinin anlaşılması için gazeteciler arasında...
O fırçalayan halinin, aslında iyi bir gazete yapmak için muhabirleri teşvik etmek amacıyla olduğunu çok sonra anladı o da bir kısım gazeteci...
Bazıları ise hiç anlamadılar Çetin Bey’i...
Onlar için Çetin Emeç hep “fırçalayan” bir genel yayın yönetmeni olarak hafızalarda kaldı...
***
Öldürüldüğünde, Atina’da büromdaydım...
Haberi alınca yıkıldığımı hissettim...
Zavallı babam; benim onu ne kadar sevdiğimi bildiğinden İstanbul’dan Atina’yı aramış beni teskin etmeye çalışmıştı...
Sadece gazetecilik yapmaya çalışan, gazetesine tiraj aldırmaya, televizyon haber merkezlerine rating yapmaya çalışan gazetecilerin kaderlerinin operasyonlarla “gazetelerden, televizyonlardan gönderilmek” olduğunu bilmiyordum o zamanlar... Başıma geldiğinde anlayacaktım... Sonraları bir şeyi daha anladım... Kontrol edilemeyenler, suikastlere kurban gidiyorlar...
Ölümünün 25. yılında hala gerçekten kimin niye öldürdüğü belli değildir Çetin Emeç’i...