Cumhuriyet gazetesinin genel yayın yönetmenliğinden yeni ayrılmıştı...
Bir gazetecinin yaşayabileceği en zor günlerin içinden geçiyordu...
***
Böyle günleri bilirdim...
Kızıp istifa da etsen;
İstifa etmeden onlar seni istifaya da davet etse; Durum hiç değişmezdi...
***
İki gün önce;
Etrafında dört dönen çevre...
İşinin sağladığı sosyalite...
İşe giderken hissettiğin tatmin...
Seni alan araba...
Ofiste oturduğun oda...
Çalıştığın masa...
Sabah girdiğin toplantı...
Yaratmaya çalıştığın ürün...
***
İşinde sana soru soran onlarca insan... Kendini bulduğunu zannettiğin hayat zenaatin...
İhtiyaç duyulan insan olma hazzın...
Bir yerlerde işe yarayan bir kişi olmanın verdiği tatmin...
***
Gençlik hayallerinin bir kısmının gerçekleşmesinden duyduğun keyif...
Aldığın maaşın, hayatını, çoluğunu çocuğunu geçindirmesinden mütevellit emniyet hissi...
***
Güvenli bir işin varlığından ilham alan gelecek planları...
Aldığın evin taksidini ödeme programı...
Ailenin “eli ekmek tutan çocuk amacına” uygun pozisyonun...
Eşinin ve çocuğunun senden gurur duymasını sağlayan psikolojik misyonun...
Hepsi birden elinin altından kayar...
*****
CUMHURİYET’İN GENEL YAYIN YÖNETMENLİĞİ’NDEN AYRILMAK...
Böyle anlarda insan belli belirsiz bir de utanç duyar...! “Sanki yanlış bir iş yapmıştır” da etraftaki ahali gizli gizli onu parmakla işaret edip, küçümser...
Özgüvenin taban yaptığı günlerdir o günler ve hiçbir planın o sırada işleyeceğine inanılmaz...
***
İşin “biz olduğunu zannettiğimiz”, “işimiz olmadan bir hiç olduğumuz vehametine kapıldığımız” günlerdir o günler...
Karşımdaki genç adam; bu duyguların içinde miydi mi bilmiyordum...
Fakat ben ve çevremdeki birçok ‘ben’ hayatında “işten ayrılmanın verdiği” bu duyguları, peyder pey yaşamış, bedelini de toptan ödemişti...
***
Cumhuriyet gazetesinin genel yayın yönetmenliğini yapmış ve oradan ayrılmıştı Utku Çakırözer birkaç gün önce...
Çok sevdiğim bir çocuktu...
Beraber çalıştığımız yıllardan sonra uzun yıllardır onu görmemiştim...
En son bıraktığımda, “meslekte birkaç yıllık genç bir Ankara muhabiriydi...”
***
Geçen yılların onu nasıl değiştirdiğini merak ediyordum...
Gazeteden nasıl ve neden ayrıldığını merak ettiğim gibi... Ama bunlar çok önemli değildi...
Benim için gerçekten önemli olan;
“Yanımda çalıştığı ve mutlu çalıştığı için hayatım boyunca manevi sorumluğunu hissedeceğim genç bir gazetecinin, aniden işsiz kalmasının verdiği hüznü gidermekti...”
***
O gün Utku’ya; “Cumhuriyet gazetesinde genel yayın yönetmenliğinden ayrılmasının, gazetenin yazar kadrosundan ayrılması anlamına gelmeyeceğini” dilim döndüğünce anlatmaya çalıştım...
Cumhuriyet gazetesine genel yayın yönetmeni olmadan önce, gazetenin Ankara Temsilcisi ve köşe yazarıydı Utku... Genel Yayın Yönetmenliği’nden ayrıldığında, köşe yazarı olarak görevine devam ederdi...
***
Bunun yüzlerce örneği vardı Türk basınında...
Sonuçta bir gazetenin genel yayın yönetmenliği idari bir görevdi...
Bir süre sonra biterdi...
Yazarlık ise devam ederdi...
Doğalı buydu...
*****
YARIM KALAN YEMEK...
Ancak Utku; “Boğa burcuydu...”
Kırılmıştı kendisine layık görülen muameleye... Bunu hissediyordum... İçinden gelmiyordu; apar topar genel yayın yönetmenliğinden ayrıldığı gazeteye köşe yazarı olarak devam etmeye...
***
Zorlamadım; zaten zorlayamazdım...
“Umudun Kaf Dağı’nın arkasında gözüktüğü” gündü o gün...
Ondan ayrılırken, “yarım kalmış bir yemek yediğimin” farkındaydım...
Genç genel yayın yönetmeni; “hayatta arzu ettiği bütün yolların tükenmiş göründüğü” o günü, birkaç ay içerisinde “inanılmaz bir mucizeye” çevirmeyi başardı...
***
Dün, Türkiye’yi yönetecek, yeni milletvekili adaylarının hepsinin partilerince açıkladığı saatlerde, onun ismini Cumhuriyet Halk Partisi’nin Eskişehir’de ikinci sırada gördüğümde, içimin taştığını hissettim...
Duyduğum mutluluk, çok sevdiğim Utku; “birkaç ay içinde gerçekleştirdiği mucize”den öteyeydi...
*****
TEMİZ KALP VE MUCİZESİ...
Ben onun temiz kalbinin; hayatta uzun süre kalması muhtemel bir dehlizin oksijensiz karanlığında, ‘durmasından’ endişe ediyordum...
Böylesine temiz kalpli bir adamın, bu kadar duyarlı ve işini yapmaya hevesli bir çalışanın, hayatla ilgili umutlarının kaybolması, hayatın kendisinin yok olması anlamına gelebilirdi...
Bu ise Utku Çakırözer’in hayatından da öteye, hayatın çarklarında “temiz ve dürüst kalmaya özen gösteren insanların yaşamla olan bağlarını yok ederdi...”
***
Öyle olmadı...
Utku Çakırözer; CHP listesinden, Eskişehir’de ikinci sırada aday gösterildi...
Hayat bir mucize şeklinde geri döndü...
Matruşka gibi hücresi olduğumuz “üst akıl”, yarattığı evrenin, doğru, dürüst, temiz ve insanlara katkı sağlayacak değerlerle işlemesi için, yolu mucize yolunu açtı...
***
Onbinlerce güçlü, kuvvetli, arkası kalın ve destekli insanın arasından Utku Çakırözer, milletvekili aday listelerinde ikinci sıraya yerleşti...
İşinden ayrıldığı halde; işiyle değil, insani değerlerinin kendisine kazandırdığı manevi destekle...
Hayat bir kez daha mucizesini gösterdi...
Güçlü gibi görünen değil; hayatın manevi gücünü elinde bulunduran esasen güçlüydü...
*****
UTKU VE ŞAFAK...
Sanırım Utku Çakırözer; tıpkı Şafak Pavey gibi seçim bölgesinden milletvekili seçilerek parlamentoya girecek...
Ateş Hattı’nın çocuklarından ikisi, parlamentoda yürütme gücünün içinde Türkiye’ye yön verecek...
Temiz kalpleri, kurnazlığa ermeyen akılları, üç kağıda ve bel altına işlemeyen müktesebatları ile...
Öldürülmeye çalışılanlar, yok edilmek istenenler, ismi tarihten silinmeye çalışılanlar; hayatta hiç tahmin edilemeyecek yollarla ortaya çıkarlar...
Buna hayatın mucizesi denir...
***
Hayatın mucizesini gösterdiği anlardan biriydi dün yaşadığım olaylar...
Utku (Çakırözer) ve Şafak (Pavey)...
Her canlı için hayat öncelikle çocuklarıdır...
Çocuklar eğer yıllar içinde, dürüst ve temiz kalmışsalar...
Onlardan duyulacak haz insan bir olmanın vazgeçilmez koşuludur...
Şimdi o hazzın keyfiyle, güneyde bir sahil kıyısında sabah güneşinin doğuşunu seyrediyorum...