Işık Kansu’nun; 37 yılın ardından Cumhuriyet’ten ayrılması...

Dün Işık Kansu’nun 37 yılın ardından, Cumhuriyet gazetesinden ayrılmak zorunda bırakıldığını, yazılarına son verildiğini okudum internet sitelerinde...

37 yıl öncesinden tanıyordum Işık Kansu’yu...

Aynı okuldaydık...

Benden iki yıl ilerdeydi...

***

Birkaç hafta önce; Işık Kansu bir yazı yazarak Cumhuriyet’in Charlie Hebdo olayındaki politikasını eleştiriyordu;

-“Fransa’da Charlie Hebdo dergisine düzenlenen aşağılık saldırı sonrası Cumhuriyet gazetesi düşünce ve basın özgürlüğünden yana tutumunu sürdürürken, 14 Ocak Çarşamba günü dergi ile dayanışma gerekçesiyle yaptığımız yayına katılmadığımı vurgulamak isterim...” dedi...

***

Kansu’nun katılmadığını söylediği yayın; dergideki karikatürlerin Cumhuriyet gazetesince de basılmasıydı:

-“Cumhuriyet gazetesi, evrensel gazetecilik ilkelerinin ötesinde kendi dünya görüşü ve değerleri açısından, halkın kutsal bildiği simgeler dahil, hiç kimseye hiçbir düşünce ya da inanca saygısızlık yapmamayı bugüne değin özenle savunmuştur...”

***

“Vurulan parçalanan yakılan öğretmenim Muammer Aksoy’u, gazetecilik ustam Uğur Mumcu’yu, Kemalist toplumculuğun izcisi olduğum Ahmet Taner Kışlalı’yı, sevgili şair ağabeyim Behçet Aysan’ı, karikatürist kardeşim Asaf Koçak’ı, değerli büyüğüm Muzaffer İlhan Erdost’un kardeşi İlhan Erdost’u hiç unutmadık...

Haberin Devamı

Dolayısıyla her büyük terör eyleminin ardından, kirli tezgahlar yattığını çalışmaları, kitapları ve yazıları ile kanıtlamaya çalışmış bir gazeteci olarak, gazetemiz Cumhuriyet’in çeşitli bahanelerle hedef haline getirilmesinin ya da gösterilmesinin ve adeta kuşatılmasının, boğazlanmak istenmesinin perde gerisinde mutlaka kötü niyetler olduğu kanısındayım...

Okurlarıma yazılarıma bir süre ara vermek için izin istiyorum...”

***

Böyle diyordu son yazısında Işık Kansu...

Dün Işık Kansu’nun Cumhuriyet’te bir daha yazamayacağını aktarmaya başladı internet siteleri...

Görüşleri kendisinindir...

Benim değil...

Ama bu görüşleri savunuyor diye, 37 yıldır Cumhuriyet gazetesinde gece muhabirliği, muhabirlik, büro şefliği ve yazarlık yapan bir gazeteci dostum ayrılırken; içimde oluşan hüzün benimdir...

Haberin Devamı

Kimsenin değil...

*****

IŞIK KANSU YOKSA, CUMHURİYET KALBİMDE DEĞİL, RAFTADIR...

Onu; Mülkiye’liler Birliği’nde ilk gördüğüm günü hatırlıyorum şimdi...

Bir akşam üstü okuldaki arkadaşlar;

-“Hadi...” demişlerdi;

-“Mülkiye’liler Birliği’ne gidelim... Herkes oradadır... Oturur sohbet ederiz masalarda... Çok cıvıltılıdır orası...”

Yüksel caddesinde önünden hep geçtiğim Mülkiye’liler Birliği’nin kapısından içeri hiç girmemiştim...

Önünde kocaman bir bahçesi vardı...

Bahar ve yaz aylarında dolu dolu masalar, geceleri beyazlaşmış kadehlerde içilen rakılar, yaz gecelerinden süzülen anason kokusu, Siyasal Bilgiler Fakültesi mezunu olmanın dayanılmaz karizması, mezeler ve kahkahalarla dolu sohbetlerin dayanılmaz cazibesi...

Mülkiyeliler Birliği benim için buydu...

***

Şimdi ben; Siyasal Basın Yayın öğrencisi olarak oraya mı gidecektim?..

Alırlar mıydı ki beni oraya?..

-“Mezunlardan başka, dördüncü sınıfları alıyorlar...” dedi arkadaşlar...

Haberin Devamı

-“Aramızda bir tane dördüncü sınıf öğrencisi var... Ama içeride tanıdık da vardır... Biz gireriz...”

Korka korka gitmiştim Mülkiye’liler Birliği’ne;

Alacaklar mıydı acaba beni oraya...

Daha henüz birinci sınıf öğrencisiydim...

Gazeteci de değildim...

***

-“İçerde mezunlar bizi bekliyor...” dedi arkadaşlar ve biz kapıdan yavaştan süzüldük...

İçeri girmiştim...

Mutluydum...

Bütün masalar doluydu...

Bahçede şenlik var gibiydi...

Mezunlar, öğrenciler, Mülkiye mezunu bürokratlar, diplomatlar, kaymakamlar, hukukçular, gazeteciler; herkes ama herkes oradaydı sanki...

***

Üçüncü sınıf öğrencilerinin olduğu bir masaya iliştik...

Onu ilk orada gördüm...

-“Işık Kansu...” dediler...

-“Ceyhun Atıf Kansu’nun oğlu...”

Minyon, yakışıklı bir çocuktu...

Yanımdakiler fısıldadılar kulağıma.

-“Cumhuriyet’te çalışıyor...”

Gözümde aniden bir ikon halini almıştı Işık...

-“Gece çalışıyorum...” diyordu; Cumhuriyet’te...

-“Akşam 16’da gidiyorum gazeteye... Gece 1-2 gibi çıkıyorum işin bitiş saatine göre...”

***

Kuyruklu bir yıldız gibi seyrediyordum Işık Kansu’yu...

Haberin Devamı

-“Kaçıncı sınıftasın?..” diye sordum...

-“Üçteyim...” dedi...

Dördüncü sınıfa geçecekti...

Okul bitmeden gazeteciliğe başlamış, üstelik Cumhuriyet gibi hepimizin hülyası ve rüyası olan gazeteye girmişti...

Gıpta etmiştim ona...

İçimden şöyle geçirmiştim;

-“Ben ne zaman gazeteciliğe başlayacağım da, merdivenleri atlayıp Cumhuriyet gibi bir gazeteye geçebileceğim?..”

Hiç mümkün görünmüyordu bu olasılık o sıralar bana...

***

Işık’ın ise çoktan davranışlarına “bir gazetecinin, bir cumhuriyet muhabirinin vücut dili yerleşmişti...”

Artık bizim gibi bir Basın Yayın Öğrencisi değil, Cumhuriyet gazetesinin bir muhabiri gibi davranıyor, öyle konuşuyordu...

En çok onun, Cumhuriyet gazetecisi kimliğine gıpta etmiştim...

***

İki yıl sonra, Işık gibi, benim de Milliyet gazetesinin Ankara bürosundan içeri muhabir olarak adım atacağımı o sırada söyleseler, diyenlere “deli” diye bakardım...

Işık Kansu’ya o kadar gıpta etmiş, ona o kadar öykünmüştüm ki, hayat iki yıl için de beni en fazla sevdiğim gazetenin Ankara bürosuna taşımıştı...

Şimdi 35. yılını kutladığım gazetecilikte, 37 yıl önce Cumhuriyet’e başlayan gece muhabiri o genç gazeteci; bugün bir yazıyla gazetesini eleştirdi diye, o gazeteden ayrılmak zorunda bırakılıyordu...

***

O gün Cumhuriyet gazetesini her haliyle içselleştirmiş, her haliyle yaşayan o gece muhabiri genç gazeteci geliyor gözümün önüne şimdi...

Işık Kansu yoksa...

Benim için Cumhuriyet kalbimde değil raftadır...

Bunu da böyle bilsin o Cumhuriyet’i yönetecekler...

DİĞER YENİ YAZILAR