18 Şubat 2005 Cuma akşamı; Beşiktaş maçını izlemek üzere o zaman çalıştığım Sabah gazetesinin binasından; birkaç Beşiktaş’lıyla ayrılıyoruz...
Levent’te bir restoranda, kebap yemek istiyor arkadaşlar... Restoranda kebap yenecek, bir iki kadeh rakı içilecek, Beşiktaş maçı seyredilecek; gece 22 gibi de evlere dağılınacak...
***
Üzerimden büyük bir manevi yükün kalktığını hissettiğim günlerdeyim...
Kısa bir süre önce; Beşiktaş’taki yönetim kurulu ve sözcülük görevinden ayrılmışım...
Kötü giden her maçın arkasından; “şimdi ben ne demeç vereceğim” diye karalar bağlamaktan kurtulmuşum...
Temiz temiz, keyifle Beşiktaş’ın maçlarını seyredeceğim...
Yenerse sevineceğim, yenilirse üzüleceğim ama; hiç olmazsa bunları yalnız başına yaşayacağım...
Yenilginin üzerine “şimdi ne söyleyeceğim, ne demeç vereceğim” stresi olmayacak üzerimde...
***
Bu stresin ne kadar büyük bir yük olduğunu; İzmit’te oynadığımız bir Gaziantep maçında hissediyorum...
Biz daha siftah yapmamışken; Gaziantep kalemizdeki golleri dörtlüyor...
Hiç unutamayacağım kadar kötü olduğumu hissediyorum o anda...
İzmit’te kendi sahamız yerine oynadığımız maçta yediğimiz dört gole mi üzülsem, birazdan gazetecilerin karşısına çıkıp, 4-0’ın hesabını nasıl vereceğimi mi düşünsem; işin içinden bir türlü çıkamıyorum...
Hayatımda binlerce canlı yayın, yıllarca habercilik yapmışım, bu kadar zor durumda kaldığımı hatırlamıyorum...
“acz”imin nedeni; elimden bir şey gelmiyor oluşu...
***
Ne diyeceğimi kara kara düşünüyorum...
Neyse; maç bitmeden 3 gol atıyoruz da 4-3 yenilmemize rağmen, insanların karşısına çıkacak cesaret geliyor üzerime...
***
Birkaç ay sonra; 18 Şubat 2005 akşamı ise bu gerginlikten eser yok üzerimde...
Yine Gaziantep’le oynuyoruz...
Üstelik maç deplasmanda...
Ama ben biliyorum ki, maç nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın kimse bana maçın hesabını sormayacak; eve gideceğim, bir başıma uyumaya çalışacağım...
***
O rahatlık anında karar veriyorum;
30 yıldır içmekte olduğum sigarayı bırakmaya... Öyle bir manevi yükten kurtulduğumu düşünüyorum ki o gazla;
-“Ben ertesi günü sigarayı bırakırım...” diye düşünüyorum...
Hayret edilecek bir söz veriyorum...
Ertesi sabah da sigarayı bırakıyorum...
***
18 şubat 2005 Cuma günü Beşiktaş’ın 1-0 kazandığı Antep maçında aldığım kararla, 19 Şubat’ta 30 yıllık sigara tiryakiliğine son veriyorum... Gaziantep sihirli bir dokunuş yapıyor hayatıma...
Son sigaralarımı onları seyrederken içiyorum...
Hayatımın en önemli kararlarını o yıl iki Antep maçının ertesinde veriyorum...
10 YIL SONRA YİNE ANTEP, YİNE TARİHİ KARARIM... ÇOCUKLARIMIN BEŞİKTAŞ’LILIĞI BABALARINA HİÇ BENZEMEYECEK...
Bu olayın üzerinden on yıl geçiyor...
Antep maçında içtiğim sigaralar; hayatımın son sigaraları oluyor...
Bir daha sigara içmiyorum...
Bu süre zarfında ikizlerim oluyor...
Onları da tişörtler ve formalarla Beşiktaş’lı yapıyorum...
Doğdukları günden bir hafta sonra Beşiktaş hem ligi hem Türkiye kupasını kazanarak, çifte kupayla sezonu tamamlıyor...
Sevincimden havalara uçuyorum...
İkizlerimin olduğu yıl, Beşiktaş da ikiz kupa kaldırıyor...
Stattaki törene 15 günlük ikizleri, kundakta kupa törenine götürüyorum... Ayşe Nazlı da geliyor...
***
Nihayet birkaç gün öncesine; 10 Mayıs 2015 gününe geliyoruz...
Beşiktaş’ın yine stadı olmadığı için, tarafsız bir sahada, bu kez Ankara’da oynayacak maçını...
Rakip; tesadüfün! böylesi; yine Gaziantep...
***
Şampiyonluk maçları bunlar... Üç büyüklerin üçünün de puan kaybına tahammülü yok...
Birkaç gün önce Gaziantep kulübü başkanı İbrahim Kızıl’ın, futbol şubesi sorumlusu kardeşi Mustafa Kızıl’ı görüyorum...
Beni görünce;
-“Galatasaray karşısında çok iyi mücadele ettik... Ama olmadı...” diyor...
-“Umarım Beşiktaş’a sürpriz bir hediye hazırlamıyorsunuz...” diyorum...
Gülüşüyoruz ve dostça vedalaşıyoruz...
***
Gaziantep; “tahmin ettiğim ama, olmaması için dua ettiğim şeyi yapıyor” ve Beşiktaş’la berabere kalarak, Karakartal’ın şampiyonluk şansını çok zora sokuyor...
Maç bitiyor ve ben tıpkı 10 yıl önceki Antep maçından sonra yaptığım gibi, aile tarihimiz açısından hayati bir karar veriyorum...
15 günlükken stada götürdüğüm, şampiyonluk şarkılarıyla kundakta uyuttuğum çocuklarımın, benden “farklı bir Beşiktaş’lı olmaları” gerektiğine kanaat getiriyorum...
Bu kararımı uygulamak üzere, hemen harekete geçiyorum...
Biliyorum ki Gaziantep maçları benim hayatımda tarihidir ve önemli kararlara gebedir...
Gaziantep sürpriz bir şekilde; çocuklarımın hayatına değmeye başlıyor...
ÇOCUKLAR NASIL BİR BEŞİKTAŞ’LI OLACAKLAR?..
Elbette, bir baba çocuklarının hayatının nasıl olacağını kestiremez... Kararı büyüdüklerinde kendileri verirler...
Ben ne kadar babamı dinlediysem; onlar da ancak o kadar babalarını dinleyecekler...
***
Yine de baba kalbi işte...
Çocuklarını umutsuzca şekillendirmeye çalışıyor...
Gaziantep maçı bitince karar veriyorum... Çocuklarımın Beşiktaş’lılığı, tribünde taraftar olmaktan ziyade, Beşiktaş’ın içinde aktif sporcu olarak varolmalı...
***
Onların Beşiktaş’lılığı; maç seyrederek; sevinmenin ve kahrolmanın medcezirlerinden ziyade; terletecekleri siyah beyaz formasıyle mukim olmalı... Ben çocukken kışları Ankara’da okuyordum...
Beşiktaş’ta aktif spor yapma şansım yoktu...
Beşiktaş’la bağlantım, fanatik taraftarlık ve sonra da yöneticilik biçiminde tecelli edebildi...
***
Fakat ben çocuklarımın, Beşiktaş’lılığının tribün “ağıtlarından” ibaret olmasını istemiyorum...
Kendilerinin hiçbir dahli olmayan yenilgilerle, hayata küsmelerini, yaşamı kendilerine zindan etmelerini arzu etmiyorum...
***
Baba yüreği kendisine reva gördüğünü, çocukları için reva görmüyor... Çocukların Beşiktaş’lılıkları, terletecekleri siyah beyaz formayla olmalı...
O formaya başarı kazandırmaya çalışarak sürmeli... Onları en kısa zamanda Beşiktaş’ın, yıldız takımlarına göndermeye karar veriyorum...
Televizyon karşısında, suçsuz, günahsız yere kahrolmak yerine, terlettikleri formayla Beşiktaş’lılıklarını yaşamalarını arzu ediyorum...
Beşiktaş bir spor kulübü...
Çocukların Beşiktaş’ta sporcu olmaları; Beşiktaş’lılıklarına yakışacak diye düşünüyorum...