Zirveyi yaşadıktan sonra sıradan hayatı yaşamak zor oluyor sanırım...
Erol Büyükburç; hayatta çok az insanın yaşayabileceği bir zirveyi yaşıyor...
“Türkiye’nin Elvis Presley”i o...
***
Söylediği parçalar “hit” oluyor Türkiye’de...
Erol Büyükburç sahnede zirve olduğu çocukluk yıllarımda; “söylediği her parçayla” moda yaratan, Türkiye’de popu başlatan, “Türkiye’nin Elvis Presley”i bir şarkıcı...
***
Aslan Burcu...
Sevilmeye, alkışlanmaya, biraz pohpohlanmaya astrolojik olarak zaafı var...
Sahnede “sadece aslan burçlarında görülecek” türden bir kral, bir “idol”...
Başarılı, yakışıklı, karizmatik, genç kızların sevgilisi, popun kralı, hayat başarısının sembolü...
“Kral”ın çizdiği portre bu...
EROL BÜYÜKBURÇ; HEYKEL GİBİ RESİM VEREN İDOL KARİZMALARDAN BİRİ...
Bazı insanlar vardır...
Hayatları boyunca onları; yarattıkları imajın dışında; hiç pespaye bir kılıkta, pespaye bir vaziyette, istenmeyen bir şekilde, arzu edilmeyen bir şemalde göremezsiniz...
Her daim; “filinta gibi bir görüntüleri bulunur;” ve bu ne olursa olsun, başlarına ne gelirse gelsin hiç değişmez...
***
Onlar hep yakışıklı birer abide gibidirler... Saç şekilleri değişmez...
Saçları doğru düzgün beyazlamaz... Yüz hatları ve bakışları değişmez...
Duruşlarında fotoğraflara yansıyan diklik; resim verişlerindeki pozun geometrisi; aradan 50 yıl geçse de hiç değişmez...
Aynı silüet sürer gider...
Şekil, şemal, karizma, biçim, duruş, yakışıklılık, hatta resim verişteki poz 30 yaşında neyse, 70 yaşında da odur...
Star “ikon” olduğundan, bu hiç değişmez...
***
Televizyonda, diplomaside, sanat hayatında, sahnede onlardan birer ikişer mutlaka bulunur...
Hiçbir zaman “o karizmatik kişilerden olmuyorum...”
Hayatı çok fazla inişlerde ve çıkışlarda;
Çok sahici görüntülerin, duygusal tezahürlerinde...
Çok ağlayarak çok gülerek...
Çok fazla ızdıraplardan kendime elbiseler biçerek... Çok fazla mutluluk tebessümlerinin göbeğinden; imbikten süzülür gibi süzülerek geçiriyorum...
HAYATININ SON DÖNEMLERİNE DAMGASINI VURAN “ÖFKE...”
Erol Büyükburç’un hayatının “yumuşak dokusu” neredeydi; bunu hiç bir zaman anlayamıyorum... Zirvedeki günlerinin gelip geçmesinden sonra; Bir zamanlar ona teveccüh eden inanılmaz ilgiden yoksun kaldığı son yıllarında;
Kanıksadığı alkışlarla dolu hayatı yaşayamamanın verdiği bir öfkenin ruhsal girdabına sürüklendiğini fark ediyorum...
***
Davet edildiği yerlerde;
Çağrıldığı televizyon programlarında...
Resepsiyonlarda, davetlerde kendisine “Erol Büyükburç’a yakışır şekilde itinalı ve özel davranılmasını istiyor...”
Bu hakkı onun...
Bir zamanlar nasıl davranıyorlarsa öyle davransınlar istiyor...
Erol Büyükburç gibi...
Kral gibi...
Önüne kırmızı halılar serilen; bir zamanlar bütün gençliğin “idol”ü Erol Büyükburç’a, gösterilen saygı gibi...
***
Oysa hayat; sürekli yenileniyor...
Hayat yenilenirken; sahne show’unda rolü azalanlar; eski rollerinin bittiğine ikna olmasalar da, hayat deste gibi yeniden karılıyor; roller yeniden dağıtılıyor...
Eski starlar, artık “karakter oyuncusu oluyorlar...”
ALKIŞLARI ÖZLEYEREK GİDEN BİR “KRAL...”
Hayallerinde ve kalplerinde sürüp giden ve kulakları sağır eden o alkışlar, artık yoklar...
Perde kapanıyor; roller yeniden belirleniyor, onların payına artık karakter rolleri ve bazı ara roller düşüyor...
Veya tarihi araştıranların belgesellerine konu olacak bilgeliklere soyunmaya başlamak zorunda kalıyorlar...
***
Hayat acımasız...
Hülya Avşar geçen günlerde konuk olduğu bir programda;
“Kendi yaşına uygun karakterleri oynayacağı sinema filmlerini” özlediğini söylüyor...
Meryl Streep; “aldığı üç Oscar’dan sonra, yaşlandığı yıllarda yeni duruma uyum sağlayarak, “cadı” rolüyle seyircinin karşısına çıktığını” söylüyor...
“Cadı” rolüyle, bu sefer en iyi yardımcı kadın Oscar’ına aday oluyor son Oscar ödül töreninde...
***
“Eski”ler; kendi gençliklerinde hayata nasıl asıldıklarını hatırlıyorlar ama, “yeni”lerin tıpkı kendileri gibi “acımasız, pragmatik, fırsatçı ve ben odaklı” yaşayacaklarını hesap etmiyorlar...
Yeni gelenler; “eski kahramanlara” vakit ayıramayacak kadar aceleciler... Tıpkı bir zamanlar kendi gençliklerinde onların olduğu gibi...
***
Erol Büyükburç’u “eski günlerindeki, muhteşem ilgiyi, hak ettiği sevgiyi, eksik kalmayan alkışı her daim arayan çocuksu karakteriyle hatırlıyorum...”
Evinde “yalnız” ölmek...
Sanırım “usta” bir “pop kral”ının hayatta yaşarken hiç arzu etmediği bir ölüm şekli...
***
Farkında mıydı bilmiyorum; “ölümü; hayatta hep yaşadığı şeyin bir tezahürü...”
Kalabalıkların arasında yalnız yaşarken, alkış ona hissettirmiyordu belki ama;
Zirveler “onun için de yalnız”dı...
Bu gerçeği bilmemesine imkan yok...
Zirveyken ve ilginin merkeziyken de ölüm anındaki gibi yapayalnızdı o...
***
“Star ölüm”leri, “bir zamanların yıldızlarının zirvedeki hayatlarının; yalnızlıkla harmanlanmış resimlerini gerçekçi bir fotoğrafçı kadrajıyla” gözlerimizin içine sokarlar...
Starlık şizofrenisi; gerçekte yapayalnız gelecek bir ölüme davetiyedir...
Robin Williams, Whitney Houston; Romy Schneider, Zeki Müren, Marlyn Monroe, Michael Jackson, Erol Büyükburç ve daha niceleri...
Hepsi; kendi alkışlarının kulaklarını sağır eden uğultusunda, yataklarında tek başlarına, kilitli kapılar arkasında yapayalnız öldüler...
***
Ölümlerinden; kapıyı çalıp zil sesine cevap alamayan bakkal, çakkal, kasap, manav, görevli, sekreter, asistan, menajer üzerinden haberdar olabildik...
Cenazede telafi edeceklerdir; bu acıklı durumu merak etmeyin!..
Oraya “Erol Büyükburç’un cenazesinden maada, kameralar da
geliyor çünkü...”