Yaşam vasatlar için cennet; zeki, farklı, iddialı ve tutkulular için cehennemdir...
***
Zeki, farklı, iddialı ve tutkulu insanları vasatlar sevmez, çünkü onlar kendilerinden değillerdir...
***
Vasat dayanışmaların içine alınmaz o insanlar; yalnız kalmaya mahkum bırakılır...
***
Kendileri gibi, iddialı ve tutkulu insanlarla beraber olmaları da zordur o insanların...
Çünkü bir yerde birbirlerinin ayağına mutlaka basmak zorunda kalırlar...
***
Pelerin tipi yeşil bir paltosu vardı...
Onu giydi mi sisli Ankara’nın hava kirliliğiyle katmerlenmiş derin griliğinde “kim bu farklılık?” sorusunu uyandırırdı ...
***
Farklı olmayı severdi, sürüden olmayı kendine yediremezdi...
Sürüden olanı, sürüden davrananı, sürüdeki gibi konuşanı sevmez küçümserdi...
***
Bir gün yine çok heyecanlanmış dönüp bana, “bize çok iyi hayat yaşıyoruz diye bok atıyorlar” demişti...
-“Ama bilmiyorlar ki, her şeyi kaybetme riskini göze alıp hayata sıfırdan başlama cesareti gösterdik... Risk alan kazanır, çünkü kaybetmeyi göze almıştır... Onlar kaybetmeyi göze alamadılar, onun için kazanamıyorlar...”
*****
RİSK ALIP, SIFIRI VE ZİRVEYİ GÖREN ADAM...
İkimiz de Ankara’da başlamıştık gazeteciliğe...
Gencecik yaşlarda ben Atina’ya, o Washington’a gitmiştik...
***
Ayrı ayrı gazetecilik yaptığımız merkezlerden İstanbul’a döndüğümüzde; bir karar vermemiz gerekiyordu...
***
Ya bildiğimiz yere Ankara’ya dönecek ya da İstanbul’da sıfırdan başlayacaktık...
***
Washington’dan geldiğinde Ufuk’un cebinde 30 doları vardı...
Cebinde hiçbir şeyi yokken, bildiği bir işi yaparak durumunu sağlamlaştırmak yerine, hiç bilmediği bir alana televizyon haberciliğine geçerek yepyeni bir maceraya atılmayı yeğledi...
***
Ben o günlerde bir öğle yemeği parasına televizyon programı yapmaya başlıyordum...
O cebindeki 30 dolarla televizyon haberciliğine sıfırdan başlıyordu...
***
-“Risk alan kazanır, çünkü kaybetmeyi göze almıştır... Onlar kaybetmeyi göze alamadılar” diyordu...
***
Paralel kurgu inişli çıkışlı zikzaklarla giden hayatımız; bir gün çok önemli bir yerde çakıştı...
Dört ay geceli gündüzlü beraber çalıştık...
Birbirimizi kırmamak için, birbirimize aşırı özen gösterdik...
***
Hayatında beraber çalıştığı, birlikte olduğu çok fazla insan olmuştu...
Ölmeden önce son yazdığı mektupta da; “en güvendiği birkaç insanın içinde beni yazmıştı...”
***
Öldükten çok sonra öğrendim bu gerçeği...
İçim burkuldu, tuhaf oldum...
***
Sürüyü sevmezdi...
Sürüden olanları sevmezdi...
Sürüden gibi konuşanlardan hazetmezdi...
Herkesin yaptığının aksini yapmaktan zevk alırdı...
***
Böyle yaparak; zekasını sınıyor, zekasından keyif alıyordu...
***
Herkesin dediğini değil, kendi bildiğini yapmaktan tat alıyor, bu da onu farklılaştırıyordu...
***
Tıpkı gri Ankara’nın hava kirliliğine karışmış katmerli griliğinde, pelerin tipi yeşil paltosuyla farklılaştığı gibi...
*****
“BEN CENNETLİĞİM...”
Bir gün yine başbaşa dertleşirken, “ben cennetliğim” demişti...
***
Anlamamış “yine ne yumurtlayacaksın?” gibisinden suratına bakmıştım...
***
-“Bilemezsin neler çektiğimi... İnan bu yaşadıklarımın karşılığı cennette yerim hazır...” demişti...
***
Buna gerçekten inanmıştı...
Neler yaşamıştı da mekanının cennet olacağına karar vermişti?..
Sanırım şimdi yattığı yerden onu söylememi istemiyor...
***
Farklı, iddialı ve tutkulu insanlar yalnızdırlar... Vasatlar onları benimsemez...
***
Kendileri gibi olanlarla da mutlaka birbirlerinin ayaklarına basacaklarından çatışmak zorunda kalırlar...
Yalnızlığa mahkum olurlar...
***
Ufuk hayata yalnız başladı, yalnız yürüdü, zirveleri ve yerin dibini yalnız başına gördü...
***
Ama son yıllarında bilgelik gelmişti yüzüne ve ufkuna... Kendisi gibi tutkulu, iddialı ve farklı insanlarla iletişim ve etkileşim kurabilmeyi başarmıştı...
***
Kendi gibi olanlarla her zaman kavga etmek zorunda olmadığını fark etmiş bilgece bir değişimin altına imza atmıştı...
***
Bir, iki kişi hariç zamanında onun ayağına basmış olanları bile sağnak altında bırakmadı, medya patronu olduğu son günlerde onlara şemsiye oldu...
Dostluk elini uzattı...
***
Gözümün önünde “benim mekanım cennet” dediği bir bahar öğleden sonrası var... Ve ölmeden önce; gördüğüm, beyaz sakallı nur yüzlü gülüşü...
*****
“REHA’YA HABER VER... ONA OPERASYON YAPIYORLAR...”
Ufuk’la SHOW Haber’de beraber çalıştık... O Genel Yayın Yönetmenliği yapıyor; ben Ateş Hattı’nı hazırlıyordum...
***
Patronla anlaşamadı, bir gün aniden istifa etti...
Döndürtmek için patron nezdinde çok uğraş verdim... Olmadı...
***
Ratingleri çok yüksek olan programım, tatile giriyordu, birbuçuk aylığına bastım yurt dışına gittim...
Programa ara verdim...
***
Hayatımı etkileyecek olan olaylar ben yurt dışındayken cereyan etti; ve ben şartların metazorik zorlamasıyla; içimden hiç geçmezken, SHOW Haber’i yapmaya başladım...
***
Ufuk STAR’a, sonra Sabah gazetesine genel yayın yönetmeni olarak gitti...
Rakip olduk; bir gün düşman olmadık birbirimize... Sonra Habertürk’ü kurdu; medyaya patron oldu...
***
Etkili ve derin bağlantıları vardı...
Bir gün Habertürk’te yanında çalışan eski haber müdürüm Orhan Can’ın yanına gitti;
-“Reha’ya haber ver... Ona operasyon yapıyorlar...” dedi...
***
Yıllar sonra Orhan Can;
-“Abi sana Ufuk Abi’nin söylediğini telefonda anlatmaya çalıştım ama, sen anlayacak durumda değildin o esnada...” dedi...
***
Aradan yıllar geçse de, eski görevinde çalışan arkadaşını “gizli operasyondan korumak istemişti...”
***
Ne arkadaşını gizli operasyondan, ne kendisini vücudunu saran kanserden koruyamadı... Bir zamanlar Ufuk gibi gazeteciler vardı...