Üç büyükler arasındaki denge bozulursa;
Son günlerde Fenerbahçe Başkanı yeniden; “havuzdan çıkmak istiyoruz” sözlerini söylemeye başlıyor...
Fenerbahçe Başkanı’nın bu sözleri söylemeye başlamasının önemli bir anlamı var... “Fenerbahçe havuzdan çıkarım söylemiyle, Digitürk’ten; yayıncı kuruluştan; yeni bir teklifin gelmesine zemin hazırlıyor...”
***
Digitürk “bu yönde oluşturulan baskılar sonucu”; Fenerbahçe ve Galatasaray’a ödenecek parayla; Beşiktaş’a ödenecek miktar arasında bir fark koymanın düşünce egzersizlerini yapıyor...
***
Son söylenecek şeyi baştan söyleyelim; Böyle bir gelişmeyi Beşiktaş asla ve asla kabul etmemeli...
Bunu açıkça belirtmeli...
Bu durumda ısrar edilirse; “eşitlik ilkesine, Türk futbolunun ruhuna ve sosyal devletin temel değerlerine aykırı olduğunu” belirterek “havuzdan çıkma kararı”nı hiç vakit geçirmeden almalı...
***
Türkiye Ligi zaten marka değerini gittikçe yitirmeye doğru giden bir lig...
Futbol seyircisi bu sezon maçlara gelmiyor... Ligi zar zor ayakta tutan derbi heyecanı ile şampiyonluk yarışı...
Derbi dediğiniz Trabzon maçları dışında, ligin ilk yarısında üç, ikinci yarısında üç toplam altı maç...
Şimdi bu heyecanı da yok edip, bunu topu topu iki devrede birer derbiyle sınırlamak istiyorlar...
İki kulübe fazla ödeyip, Türk futbolunun temelini dinamitlemek ve futbolu katletmek istiyorlar...
***
Haftalar öncesinden heyecanı başlayan, haftalar öncesinden hazırlanılan, haftayla birlikte zirve yapan ve puan yarışıyla katmerlenen büyük derbi heyecanı üç İstanbul takımı arasında cereyan ediyor...
Trabzon ve Bursa’nın şampiyon olmasıyla eklemlenen Bursaspor ile, bu heyecan artıyor, zirveyi güzelleştiriyor...
Bu heyecan zirve mücadelesiyle lehimlendiğinde “Türkiye süper ligi” marka değerini artırıyor, pazarını güçlendiriyor...
***
Kısa dönemli geçici üstünlükleri “başarı” zanneden “futbol yönetimi anlayışı” “futbol”u yeni bir uçurumun eşiğine getirmek üzere...
Türk futbolu; “iki büyüklü sistemle” yürümez; yok olur gider...
Futbol bir heyecan...
Bir rekabet...
Bu ülkenin, “insanlarını, kitlelerini, etnik ve kültürel farklılıklarını lehimleyen, birleştiren, bütünleştiren en güçlü sivil toplumsal değerlerden biri, en başlıcası...”
***
Futbolda üç büyükleri bölen anlayış; “geleceği göremeyen futbol yöneticilerinin aman üç kuruş daha fazla kasama para girsin” mantığıyla, yürütebilecekleri bir piyasa değil...
Türkiye’de üç büyük kulüpten başlayarak adım adım bütün kategorileri ayrıştırmaya başlayanlar, futbolu katlederler...
Anadolu kulüplerine “değersiz” muamelesi çeken anlayış; “benim seyircim var; gerisine bakmam...” diyen görüş, geçmişte Türk futbolunu nerelere sürüklediyse, şimdi katmerleyerek yeni belaların içine sürükler...
***
Türkiye bu ucuz kulüp çıkarı ve futbol yönetimi anlayışından kurtulmalı...
Beşiktaş kulübü sadece kendisi için değil; Temsil ettiği ahlaki değerler adına; üç büyük kulüp arasında yeni bir nifak tohumunun serpilmesine olanak tanıyan bölünmelere;
Anadolu kulüplerini değersizleştirerek...
Yeni; acımasız ve adaletsiz bir rekabet düzeni getirmeye çalışan anlayışa izin vermemeli, onu mahkum etmeli...
Bu anlayışın Türk futbolunu bugüne kadar nerelere getirdiğini biliyoruz...
***
Bu konuda en ibret verici acı örneklerin kamuoyunun bilgisine sunulmamış olması bir “sorumluluk, bir ahlak, bir insaniyet” meselesi...
“Ahlaklı durmak ve insanlıktan yana olmak” insanı, emeği, değerleri hiçe sayan acımasız cüretlere zemin teşkil etmemeli...
“Günah” kelimesi bütün dinlerde mevcut... “Günah”ı hatırlamak için; ihtiras duvarına toslamak zorunda kalmamalı insanoğlu...
*****
DARA DÜŞTÜĞÜN ZAMANLA, HER ŞEYE MUKTEDAR OLDUĞUN ZAMANLAR...
Hepimizin hayatında zaman zaman girdiğimiz iki temel dönem bulunur...
Güçlü olduğumuz zamanlar...
Güçsüz olduğumuz; dara düştüğümüz anlar... Hayat güçlü olduğumuzu varsaydığımız anlarda; “başkalarını ezip geçmememizi, onların yaşam haklarını korumamızı” ister...
***
Bunu yapmadığımızı gördüğünde bir süre sonra bizi “dara düşürür...”
Kendi başımıza sorunlarımızı çözemeyeceğimiz, başkalarına ihtiyaç duyduğumuz günlerdir bu günler...
O günlerde; insan muktedir ve güçlü olduğu dönemlerde yaptığı hataları teker teker hatırlar...
“Keşke bu kadar zalim, bu kadar acımasız, bu kadar başkalarının yaşam haklarını es geçmeseydim...” diye içten içe hayıflanır...
***
Dara düştüğü o anlarda, “dara düşenin halini anlar, onlara sempati duyar, dertlerine çare olmaya çabalar...”
Bu sınavı geçtikten sonra, hayat insanı yeniden güçlü ve muktedir kılar...
Esas sınav buradadır...
“Dara düşüp, darı görüp, darda kalanın halini anlaması istenenler”, yeniden güçlendiklerinde, yine eskisi gibi, “güçsüz zannetiklerini” ezip geçmeyi marifet sayar, onların yaşama hakkını yok farzederlerse, “aldıkları dersten hiçbir sonuç çıkartamamışlar” demektir...
***
Onlara ikinci sınav, daha zor gelir...
Bu sefer “pişmanlıklara” ilk seferinde olduğu kadar hoşgörülü değildir hayat...
Daha ağır, daha okkalı bedeller ödetir...
Biz hayata “ihtiraslarımızı törpüleyerek, kendimizi geliştirerek, kendi dışımızdakileri iyilikler ve katkılar sunarak; adam olmak için geliriz...”
İnsan terakkisi “güçlü olduğunu zannetmek ve geleni geçeni ezmek geçmek değildir...” Terakki; dara düştüğünde, insanlara muhtaç olduğunda, yaşadıklarını ve gördüklerini unutmamak, bundan dersler çıkartıp, çevrendekilerin kıymetini bilmek demektir... Bunlar “sadece islami” veya popülist söylemler değil, “insani” ve “hayati” söylemlerdir...