Benim için ekranın en maskülen günü pazartesidir. Show TV’de Çukur, Star TV’de Söz öyle bir yarışın içine giriyor ki, bir bölümde iki dizide toplam kaç silah çıktı, kaç kişi vuruldu sayması neredeyse imkansız hale geliyor. Kanal D’de ise Siyah Beyaz Aşk var. Maskülen dizi olma konusunda onun da aşağı kalır yanı yok ama bir yerden aşkı yoğun vererek durumu kurtarıyor. İşte bu rekabetin ortasına pazartesi akşamı iki yeni dizi daha düştü. Biri atv’de ekrana gelen 8. Gün, diğeri Fox TV’de başlayan Yasak Elma... İkisi de Çukur ve Söz’ün önüne geçemedi. 8. Gün Tüm Kişilerde 2.97 reytingle 16’ncı, AB’de 2.77’yle 14’üncü, ABC1’de 3.11’le 14’üncü oldu. Yasak Elma’dan yarın bahsedeceğim. Çünkü bugün konumuz 8. Gün. Ay Yapım-Kerem Çatay ve Pelin Diştaş’ın yapımcılığını, Toygar Işıklı’nın müziklerini, Toprak Karaoğlu ve Volkan Sümbül’ün senaristliğini, Çağrı Lostuvalı ve Ender Mıhlar’ın yönetmenliğini üstlendiği dizide; Burcu Biricik, Musa Uzunlar, Buğra Gülsoy, Ceyda Düvenci, Cem Davran, Yiğit Kirazcı, Hakan Kurtaş, Deniz Karaoğlu, Gökçe Yanardağ, Sermet Yeşil, Gökhan Kıraç, Uygar Özçelik, Orhan Güner, Pınar Göktaş, Doruk Nalbantoğlu, Serhat Yeşil, Zeynep Uyku, Nazan Ayas, Fatih Yücebağ rol alıyor. Dizinin oyuncu kadrosuna söyleyecek söz yok, oldukça iyi! Ancak benim için bir diğer önemi; öykünün İçerde’nin de senaristi olan Toprak Karaoğlu’na ait olmasıydı. Bir de Poyraz Karayel’i kuran Çağrı Lostuvalı çekiyordu. O nedenle merakım iki kat artmıştı.Bahar’a sonuna kadar inandıkİçerde’de de bizi şaşırtan bir senaryoyla karşımıza çıkan Toprak Karaoğlu, 8. Gün’de aynı metodu uygulamış. Ancak bu defa tahmin etmekte hiç zorlanmadık. Şehnaz’ın ölmediğini, Aziz’in Şehnaz’ı kaçırdığını hemen anladık. Aynı durum Hayati için de geçerliydi. Fakat değindiği konu nedeniyle saygım sonsuz bu öyküye... Kalemini seviyorum Toprak Karaoğlu’nun, ilerleyen bölümlerde çok daha iyi olacağını da biliyorum. Fakat reji için aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Poyraz Karayel’i izlerken telefonunu bulup aramıştım Çağrı Lostuvalı’yı... Denemelerinin beni çok heyecanlandırdığını söylemiştim. Bu Şehir Arkandan Gelecek’te şaşırmıştım. Çünkü kurduğu dünyaya inanmakta zorlanmıştım. Fakat kredisi çok yüksekti benim için... Pazartesi ne yazık ki 8. Gün’ün dünyasına inanmakta da zorlandım. Oyunculuklara sözüm yok. Burcu Biricik sen ne güzel bir oyuncusun! Karaktere ne kadar inandığın gözünün ışığından belli oluyor. Bahar’a sonuna kadar inanarak izledim. Buğra Gülsoy’un hikayesini merak ediyorum. Merhametli katil, sen bu yollara nasıl düştün? Ceyda Düvenci’yi ekranda görmeyi özlemişim. Ama daha Şehnaz karakterinin tadını alamadık. Cem Davran da ekranda görmeyi özlediğim oyunculardan... Aziz bu hikayenin düğümü... Ama keşke dizinin finaline kadar onun kötü adam olduğunu anlamasaydık. Musa Uzunlar’ı yıllarca takım elbiseli, mafya babası olarak izledikten sonra saç ve sakalındaki küçücük bir değişimle bambaşka bir karaktere girdiğini görmek güzeldi. Yiğit Kirazcı’yı daha beşinci dakikada Bahar’ın yanından attık. Kızı o halde bırakıp giderek adamlık kitabını bozdu. Hakan Kurtaş’ı ilk kez bu kadar sert bir rolde izleyeceğim. O nedenle hikayesini merak ediyorum.İlk bölümler sıkıcı oluyorEzcümle; 8. Gün ilk bölümüyle iyi oyunculuklar sunmasına rağmen hikayesi ve rejisiyle izleyiciyi tamamen içine çekemedi. Yurt dışında yaşayan bir arkadaşım diziyi izledikten sonra beni aradı. “Bu dizi beni sarmadı. İlk bölümde canım sıkıldı. Ama zaten hep böyle olmuyor mu? Türk dizilerinin ilk bölümleri hep sıkıcı oluyor” dedi. Düşündüm. O kadar haklı ki!!! İlk bölümlerde nedense meseleye tamamen giremiyoruz. Üstelik 130 dakika gibi bir sürede dert anlatırken... Ekranda Çukur ve Söz gibi rakibi varken, pazartesi akşamı 8. Gün’ün zirveye oynaması çok zor! Zaten aldığı reytingler bunu net gösteriyor. 8. Gün maalesef kendisine yeni bir gün açamadı.
Onur Saylak’ı oyuncu olarak çok beğenmemin yanı sıra çektiği kısa filmleri izlemiş, hayallerine seyirci olarak dahil olmuş biriyim. Yönetmenlik arzusu uzun süredir vardı ve buna adım adım hazırlandı. Hemen bir uzun metrajlı film çekmedi mesela... Kısa filmlerle festivalleri gezdi. Sonra Hakan Günday’ın Daha romanını sinemaya uyarladı ve iddia ediyorum bu yılın en iyi filmlerinden birini izledik. Daha filmdeki yönetmenlik performansına övgümüz bitmemişti ki, bu kez PuHu TV için Şahsiyet dizisini çektiği haberleri gündeme düştü. Önce rol aldığı Vatanım Sensin dizisinden ayrıldı, sonra da kadro açıklanmaya başladı. İlk haber Onur Saylak’ın Ay Yapım’la anlaştığı oldu. Bu oldukça kaliteli bir işle karşımızda olacak demekti. Çünkü Ay Yapım’ın izleyici de yarattığı algı bu! Ardından Şahsiyet adında bir dizi çekeceğini ve senaryosunu Hakan Günday’ın kaleme aldığı haberi geldi. Bu da mutlaka derdi olan, karakterlerin çok sağlam olduğu bir hikaye olacağının belirtisiydi. Çünkü Hakan Günday demek, hikayenin kalitesinden “şüphe etme” demekti. Daha sonra oyuncular belli olmaya başladı. Haluk Bilginer, Cansu Dere, Metin Akdülger, Şebnem Bozoklu, Hüseyin Avni Danyal, Necip Memili, Şenay Gürler, Önder Selen, Ayhan Kavas, İbrahim Selim, Fırat Topkorur, Recep Usta, Rabia Soytürk, Alptekin Ertürk ve Müjde Ar açıklandığında sanırım benimle birlikte herkesin beklentisi daha fazla yükseldi. Bir de jenerik yüklenince beklentim tavan yaptı. Çünkü gerçekten muhteşem bir jeneriği var Şahsiyet’in. Stranger Things’e benzetenler olmuş. Stranger Things’in çok ama çok üstünde bir işçilik var bu jenerikte...İlk bölüm fazla uzunduŞahsiyet’in cumartesi akşamı üç bölümü birden PuHu TV’ye yüklendi. Ancak ben ilk bölümünü basın gösteriminde çarşamba günü izlemiştim. Dizinin ilk bölümüne dair en büyük eleştirim uzun olmasıydı. 80 dakikalık ilk bölüm bana çok uzun geldi. Çünkü ilk bölümün yüzde 85’i Agah Beyoğlu’nun kim olduğunu anlatıyordu. Kısacası biz bir Hakan Günday romanı okuyorduk ve önce “kim” olayın kahramanı onu tanıyorduk. Kim sorusuyla derdim şu! Dijital dizi ve televizyon dizisi arasındaki farkı anlatırken çok kullandığım bir örnek var. Şahsiyet bu örneği güzel anlatmama sebep oldu. Televizyonda dizilerinde bir silah çıktığı zaman biz o silah ne zaman patlayacak ve kimi vuracak diye takip ederiz. Dijital dizide bir silah çıktığı anda patlar. Biz neden patladı, ardındaki sebep neydi onun peşinden gideriz. Şahsiyet’te silah ilk dakika çıktı ve patladı. Tipik bir dijital dizi kuralına uydu. Ancak ondan sonra yolunu televizyon dizisine kırdı. 80 dakika boyunca kim ve neden sorusuna takıldık. Kim sorusunun cevabını aldık ama neden sorusu havada kaldı. O nedenle ilk bölüm bittiğinde tek isteğim ikinci bölümü izleyip neden sorusuna cevap bulmaktı. Benim için ilk bölüm; şahane bir Agah Beyoğlu performansı izlemek, karakterleri tanımak adına güzeldi ancak Şahsiyet diji-tv karışımıydı. Kastettiğimin hikaye anlatım biçimi olduğunun altını tekrar çiziyorum, yanlış anlaşılmasın. Onur Saylak büyük bir yük aldıFakat ikinci ve üçüncü bölümü izleyince rahatladım. Diğer karakterlerin hikayeye dahil oluşu, merak duygusunun artışı, Agah’ın cinayetlerini kadına şiddet uygulayan kişilerden seçtiğini görmek neden sorusuna dair fazlasıyla ipucu verdi. İşte Şahsiyet şimdi daha keyifli olmaya başlıyor. Her hafta üç bölüm birden verseler ne güzel olur. Çünkü ikinci ve üçüncü bölüm nasıl aktı anlamadım. Haluk Bilginer’in hayat verdiği Agah Beyoğlu karakteri öyle güzel çizilmiş ve ruhunu bu işe öyle bir koymuş ki o adamı tanıdığınıza yemin edebilirsiniz. Cansu Dere’nin canlandırdığı Nevra’dan bir şey çıkacak ama ne? Metin Akdülger’in oynadığı polis muhabiri, DJ kavramı nasıl iç içe geçti anlaması zor! Feci meraktayım! İnsanın aklında acayip şüphe bırakıyor. Ezcümle; Şahsiyet olmuş. Bu sezon 13 bölüm yayınlanacak. Seyircinin ilgisine göre ikinci sezonunda da 13 sezon yayınlanacakmış. Onur Saylak’ın rejisi, Feza Çaldıran’ın görüntü yönetimi, Sertaç Özgümüş ve Güntaç Özdemir’in müzikleriyle Şahsiyet Türkiye’deki dijital yayıncılığın fazlasıyla önünü açacak bir iş çıkarmış ortaya... Onur Saylak üstüne çok büyük bir yük almış. İyi ki de almış. Çünkü onun oyunculuk ve yönetmenlik duygusunu birleştirmesi bu ülkede yepyeni bir kırılmaya neden olacak. İlk adımı sen attın Onur ve belki farkında değilsin ama bir sürü insanın da önünü açtın! Artık daha sert işler izleyebileceğiz. Tebrikler!
İstanbullu Gelin her hafta gerilim dozu yükselen senaryosuyla izleyiciyi ekrana bağlamaya devam ediyor. Senaristler Deniz Akçay Katıksız ve Armağan Gülşahin’in kalemine, duygusuna sağlık! Öyle güzel detaylarla örüyorlar ki senaryoyu izlerken yüreğinizin en derininde hissediyorsunuz. Haftalardır Adem’in annesi Reyhan’la yüzleşmesi sahnesine hazırladılar bizi... Yavaş yavaş, her hafta bir çengel attılar, artık hepimiz bu sahneyi bekler olmuştuk. Cuma akşamı ekrana gelen bölümde beklenen yüzleşme gerçekleşti. Fırat Tanış sen nasıl bir oyuncusun, ciğerimi deldin o sahnede... Zeynep Günay Tan sen nasıl bir yönetmensin, o doğallığı öyle güzel akıttın ki, kendimi o odada gibi hissettim. Hiçbir büyük laf, büyük hareket yoktu. Adem annesini görmeye geldi, karşısına oturdu ve ona çok basit bir soru sordu: “Elinde bir şans olsaydı bana daha iyi bir hayat vermek ister miydin?” Hani tüm anneler söyler ya, “Ben evladım için yaşıyorum.” İşte bu lafı yerle bir eden bir sahne izledik dizide. Çünkü ortada çocuğunun babasıyla yaşama şansını elinden alan bir anne vardı. Fakat sırf adamdan intikam almak için oğlunu üvey baba eline bırakmıştı. Çocuğu o üvey babadan dayaklar yiyip, işkenceler görmüştü. Katil olmuştu çocuğu, sırf bu yüzden... Ama anne “Oğlum ben senin için yaptım tüm bunları” diyordu. Bencilliğin en bariz örneğiydi bu, kinin, öfkenin... Sonunda Adem gerçeği öğrendi ve annesine çaresizliğin ne olduğunu anlattı. “Çaresizlik, insanın annesinin sırtından hançerlemesiymiş” dedi. Bu öyle ağır bir cümle ki, dünyanın en kutsal varlığı olan annenin tüm kutsallığını yerle bir ediyor. Düşünsenize; hayatınızdaki en önemli kadın, anneniz kendi intikamı için sizin acı çekmenize, katil olmanıza izin veriyor. Adem haklı; en korkunç düşmanın darbesinden bir daha acımasız bir şey bu!5 yeni dizi başlıyorBugünden itibaren yoğun haftalara hazır mısınız? Bu akşam Show TV ekranında Gonca Vuslateri, Seçkin Özdemir, Mustafa Üstündağ ve Bige Önal’ın başrolünü oynadığı Tehlikeli Karım dizisi başlıyor. Pazartesi akşamı Fox TV’de Onur Tuna, Şevval Sam, Talat Bulut, Sevda Erginci ve Eda Ece’nin başrolünü oynadığı Yasak Elma start veriyor. Aynı akşam atv’de Burcu Biricik, Musa Uzunlar, Buğra Gülsoy, Yiğit Kirazcı, Ceyda Düvenci ve Cem Davran’ın başrolünü oynadığı 8. Gün açılış yapıyor. Daha şimdiden üç dizi başladı. Salı akşamı Kanal D’de Kenan İmirzalıoğlu, Çetin Tekindor, Büşra Develi, Gürkan Uygun, Hazal Filiz Küçükköse’nin başrolünü oynadığı Mehmed: Bir Cihan Fatihi sonunda ekranda olacak. Haftaya perşembe akşamı Star TV’de Demet Evgar, Nursel Köse, Ceren Moray, Kenan Ece’nin başrolünü oynadığı Avlu başlıyor. Eylül görünümlü bir mart ayı yaşıyoruz. Sanırım televizyon, televizyon olalı hiçbir dönem bu kadar iddialı projenin başladığı bir mart ayı yaşamadı. Bakalım başlayacak bu diziler taşları yerinden oynatabilecek mi?
ta Demirer’i sinemada, televizyonda, reklamlarda izledim ama bugüne kadar hiç canlı performansını seyretmemiştim. Yıllar sonra ilk kez perşembe akşamı Ata Demirer Gazinosu’nu BKM’de izleme şansım oldu. “Tiyatroda gazino mu olur canım” dedim ama 2.5 saat boyunca da çok eğlendim. Hatta beni evden çıkarıp bu gazinoya götüren arkadaşım Şeyda Kartal’ı kahkahalarımla epey rahatsız etmiş olabilirim. Sanırım şarkılar dışında kahkahalarım durmadı. Gelelim gazinoya... Bu öyle bildiğimiz gazinoya benzemiyor. Ne masalar var, ne içkiler, ne yemek, ne garsonlar... BKM’de tiyatroda koltuğunuza oturup beklemeye başlıyorsunuz. Sahnede kocaman bir çiçek dekoru var, ortasında bir nazar boncuğu... Saatler tam 21.00’i gösterdiğinde sahneye önce Taşkın Sabah ve orkestra ekibi çıkıyor. Somon rengi ceketleri ve papyonlarıyla oldukça şık görünüyorlar. Daha sonra alkışlarla mor pırıltılı ceketiyle Ata Demirer görünüyor ve ilk şarkısını söylüyor. Sanat müziğiyle başlıyor gazino ve ardından stand up başlıyor. Tarkan’dan Flash TV’ye, Kuzey Ege’den annesine, sokak hayvanlarından sosyetik modacılara diline dolanıyor. Buralarda gerçekten çok eğleniyorsunuz.Halktan kopmayan esprilerAncak asıl alameti farikası şarkıları... Orkestrayla öyle iyi bir ekip olmuşlar ki, kendinizi bir anda Zeki Müren’i dinlerken buluyorsunuz 10 saniye geçmeden İtalya seyahatiniz başlıyor. Yunanistan, Küba derken sahnede dansöz, Latin dansçıları beliriyor. Arya da var bu gösteride, Bülent Ersoy da... Bir de keman virtüözü Namık Taşpınarlı’nın esprileri var ki yerinizde gülmekten tepinirken buluyorsunuz kendinizi... Kostümler ve ses aynı anda değişiyor. Ezcümle; Ata Demirer’in çok yetenekli bir sanatçı olduğunu biliyordum. Ama gazinoda izledikten sonra saygım çok daha fazla arttı. Yıllar geçmesine rağmen esprilerinde hala halktan kopmayan hali ise asıl hoşuma giden şey oldu. Gösteriyi “Allah kimseyi sevdiğinden ayırmasın. Beni de Kuzey Ege’den ayırmasın” diyerek bitirdi. Hayal kurmak, adım atmak ve eğlenmek. Sanırım işini sevgiyle yapmanın formülü... Vaktiniz olursa gazinoya uğrayın. Eğlenmek garanti! Üstelik sizi çok güzel bir seyahate çıkarıyor.Şahsiyet bugün başlıyorHakan Günday’ın senaryosunu, Onur Saylak’ın yönetmenliğini, Ay Yapım’ın yapımcılığını üstlendiği Şahsiyet bugün PuHu TV’de başlıyor. Haluk Bilginer, Cansu Dere, Metin Akdülger, Şebnem Bozoklu, Necip Memili, Fırat Topkorur, İbrahim Selim ve Müjde Ar’ın rol aldığı Şahsiyet’in bugün 3 bölümünü birden izleyebileceğiz. Açıkçası bu konuda merakım tavan noktasında... Çünkü ilk bölümünü izleme şansım oldu. Bir an önce ikinci bölümü görmek istiyorum. Saatler geçsin ve üç bölümü birden izleyeyim. Fazla spoiler vermeyeceğim. Bugüne kadar gördüğüm en iyi jenerikle başlıyor Şahsiyet. Haluk Bilginer oynamamış yaşamış karakteri... Benim gibi her izlediği şeyde kusur arayan bir işi olan kişinin takıldığı küçük şeyler tabii ki var. Ancak üç bölümü hem ben, hem de siz izledikten sonra yazacağım. Sanırım PuHu TV’ye bölümler yüklenmiştir. Hadi Şahsiyet izlemeye, pişman olmayacağımıza eminim.
Eylül 2012... Ekranda Beyoğlu’nun arka sokaklarında yaşanan hayatları yüzümüze vuran bir iş başladı. Nasıl gerçek, nasıl farklı, nasıl sarsıcı... Adı Kayıp Şehir’di. Ama izleyiciden kaybolmadı. Üstelik bize çok iyi oyuncular kazandırdı. Gökçe Bahadır’ın Yaprak Dökümü’nden sonraki en iddialı rolüydü Aysel. Bambaşka bir karaktere bürünecekti. Öyle bir altından kalktı ki, ekranın unutulmaz karakterlerine adını yazdırdı. İlker Kaleli’yi ilk kez Kayıp Şehir’le tanıdık. Hayatımıza beklenmedik bir yerden girdi. Ondan sonra da ne yapsa inanmamızı sağladı. Nik Xhelilaj’ı da ilk kez bu dizide izledik. Elifcan Ongurlar da Kayıp Şehir’le kazandığımız oyunculardan... Cansu Tosun’u tanıyorduk ama Kayıp Şehir onu bize daha çok yaklaştırdı. Şebnem Hassanisoughi, Taner Ölmez, Tugay Mercan, Uğur Polat, Nazan Kesal bu dizideki karakterleriyle unutulmazlarım arasındadır.En iyi yardımcı kadın oyuncuAncak bir karakter var ki, bugün onu alkışlamak bana çok büyük mutluluk veriyor. Daha önce Hayat Bağları, Arka Sokaklar gibi dizilerde izlemiştik ama Kayıp Şehir’in Duygu’su olarak hayatımıza girdi Ayta Sözeri. Ben de o zamanlarda tanıştım Ayta’yla... Çok özel bir kalbi var Ayta’nın... Hayallerine ve inançlarına öyle bir tutunmuş ki, saygı duyuyorsunuz. Bu arada şahane bir sesi var. Defalarca onu dinlemeye gittim. Ayta, Kayıp Şehir’den sonra sahne hayatını daha da artırdı. Dizilerde oynamaya devam etti, tiyatro yaptı. Ama bu yıl oynadığı Aile Arasında filmi ona bambaşka bir yol açtı. Filmdeki performansı o kadar iyiydi ki onlarca ödülü hak ediyordu. Geçtiğimiz akşam 50. SİYAD Ödülleri’nde de “En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu” dalında ödül aldı. Bu ödülün anlamı çok büyük! Öncelikle sinema yazarları tarafından bir oyuncu olarak bu ödülü kazanmak harika bir duygu! Sonra da bambaşka bir önemi var. Ayta Sözeri bir trans birey. En iyi yardımcı kadın oyuncu dalında ödül alması bir savaşı daha kazandığını gösteriyor. Daha doğrusu hayallerine bir tık daha attığını... Çünkü Ayta benim için inanmanın başarmak olduğunun kanıtı... Tabii ki çok emek harcayarak... Tebrikler Ayta Sözeri... Başarının lütfen tadını çıkar. Umut oldun!Erkekler kadınları anlamak için izliyorUfak Tefek Cinayetler’i daha çok kadınların izlediğini düşünüyordum. Yanılıyormuşum. Meğer ciddi bir erkek kitlesi varmış. Üstelik diziye bayılıyorlar. Neredeyse hepsi Oya’yı savunuyor. Merve’nin ise şey ranlar. Ne yalan söyleyeyim epey şaşırdım. Peki, bu dizide en çok neyi seviyorsunuz diye sorduğumda ise erkekler; “Biz kadınları anlayamamaktan şikayetçiyiz. Bu dizide görüyoruz ki, zaten bu entrika kafasıyla sizi anlamamız mümkün değil! Siz bile kadınları anlamıyormuşsunuz” cevabını veriyorlar. Haksız değiller galiba! Merve, Oya, Pelin, Arzu ve Burcu’ya bakınca insan hemcinsinin bu entrikalı halinden çekiniyor.
Televizyon televizyon olalı böyle bir mart ayı yaşamadı. Bir anda biten diziler ve yeni başlayacak diziler birbirini takip ediyor. Düşünün sadece gelecek hafta Yasak Elma, Mehmed: Bir Cihan Fatihi, Tehlikeli Karım dizileri başlıyor. Bu ay başlayacak diğer diziler; İnsanlık Suçu, Masum Değiliz, Avlu, Nefes Nefese, 8. Gün, Fi... Hepsi birbirinden iddialı ve çok zor bir yarışa girecekler. Ama bugün konumuz veda eden diziler... Öncelikle Fi ve Çi serisinden başlamak lazım! Bu ay Show TV’de yayınlanmaya başlayacak olan dizi PuHu TV’de final yaptı. Kitaptan çok farklı bir finalle veda etmesi beni mutsuz etse de, dijital dünyanın önünü açtığı gerçeğini yadsıyamayız. Bugün Şahsiyet, Dip, Yaşayamayanlar gibi iddialı projelerden bahsediyorsak Fi’nin yarattığı etki sayesinde oldu. Böyle bir mecrada da üretim yapılacağını, izleneceğini, yurt dışına satılabileceğini kanıtlamış oldular. O nedenle Fi’nin hayatımızdaki yeri hep farklı olacak. Final bölümünde ise Afife Müzikali sahnesi olağanüstü çekilmişti. Serenay Sarıkaya, Ozan Güven, Mehmet Günsür, Berrak Tüzünataç, Osman Sonant, Büşra Develi, Tülay Günal şanslı oyuncular. Bundan sonra da yolları açık olsun.113 bölüm ekranda kalmak büyük başarıKırgın Çiçekler bir yaz dizisi olarak başlamıştı. Ama 113 bölüm boyunca reyting canavarına adeta meydan okudu. Yetimhanede hayata tutunmaya çalışan kızların başına gelmeyen kalmadı. Ama yaşanan her şey onları daha da güçlendirdi. Bu diziden çok fazla genç oyuncu kazandık. Mehmet Aykaç, Biran Damla Yılmaz, Gökçe Akyıldız, Hazar Motan, Çağla Irmak, Aleyna Solaker, Arif Diren... Hepsi bu diziden sonra bambaşka dizilere dağılacaklar. Kırgın Çiçekler pazartesi akşamı final yaptı. Bu devirde 13 bölüm dizi tutturmak zorken, 113 bölüm ekranda kalmak çok büyük başarıydı. Yapımcısından oyuncusuna herkesin emeğine sağlık! Pazartesi akşamı Kalbimdeki Deniz dizisi de final yaptı. 60 bölüm ekranda kalmayı başaran dizide mutlu sona erdik. Geçen yılın sürpriz dizisi oldu Kalbimdeki Deniz. Kimsenin iş tutturamadığı bir ortamda 60 bölüm ekranda kaldı. Başarıyı kutlamak gerek! Yeşim Ceren Bozoğlu’nun yine muhteşem performansı da unutulmayacak. Bir günde iki dizi veda etti ekrana ama yukarıda yazdığım gibi bu ay bolca yeni dizi izlemeye başlayacağız. Arkadaşlar uykusuz gecelere hazır mısınız?İçindeki iyi kötüye kafa tutuyorAh be Vartolu sen neler çekmişsin öyle... 8 yaşında başına gelmeyen kalmamış. Önce dedenin, sonra kötülerin eline düşmüşsün. Öfken seni öyle bir hale getirmiş ki, kötülüğün kitabını yazmaya başlamışsın. Ama seni izlemenin en keyifli tarafı içindeki iyinin her zaman kötüye kafa tutması... İşte o sahneleri izlemenin tadı başka! Bu bölümde İdris Koçovalı’ya tüm gerçekleri anlattığı sahnede değil ama Koçovalı “Belki bir kadeh bir şey içeriz” dediğinde o gözünden çıkan çocuksu parıltı etkiledi bizi. Çünkü o duyguda ne öfke vardı, ne kıskançlık. Sadece çocuksu bir özlemdi o. Benim en çok etkilendiğim an oydu. Finalde Salih yine Vartolu oldu ve İdris’e meydan okudu. Bundan sonra çok daha sert bir çatışma bizi bekliyor.
Kadın ve erkek aklı nasıl işler? Kadınlar ne ister? Erkekler ve kadınlar ilişkide neden farklı iletişim yolları dener? Kadının ima yoluyla anlatımını erkekler neden anlamaz? Her şey çok basit görünürken kadın ve erkek neden karmaşık varlıklardır? Bu sorular uzar gider. Zaten yüzyıllardır bilim, edebiyat, sanat bu sorulara cevap aramaya devam etmiyor mu? Hayatım boyunca kadın-erkek farklılığını anlatan kaç kitap, tiyatro oyunu, film, dizi izlediğimi ben bile hatırlamıyorum. Bugüne kadar doğru cevabı bulan yok. Neden mi? Çünkü zaman değiştikçe kadında güncelleniyor. İstekleri her yıl değişiyor. Biz kadınlar ne istediğimizi bulamazken erkeklerin bunu anlamasını bekliyoruz. Ama bir ilişkiden ne istediğimize dair çok net cevaplarımız var. Bunu erkeklerin anlaması ne yazık ki ya çok zaman alıyor, ya da onlar bizi anlamadığı için biten ilişkilerin her zaman kurbanı oluyoruz. Fakat doğru cevaba en çok yaklaşan oyunlardan birini izledim perşembe akşamı Ankara Tatbikat Sahnesi’nde… Robert Dupac’ın Oksimoron-Erkek Aklı oyunundan Zeki Enes Akkan’ın uyarladığı, Erdal Beşikçioğlu’nun yönetmenliğini üstlendiği ve Emre Karayel’in tek kişilik performansıyla bir erkeğin kadının ne istediğini anlamaya dönüşmesini izledim kahkahalarla… Cümle garip gelmiş olabilir ama bir erkeğin kadını anlaması için öncelikle dönüşmesi gerektiğine inanıyorum.Karakterden karaktere bürünüyorYer Tatbikat Sahnesi. Sahnede bir tahta, tebeşir, koltuk, askılık, kitaplar, pizza kutuları ve içki şişeleri var. Oyun Emre Karayel’in “Kafam olsaydı aşksız kalır mıydım?” sözlerini içeren şarkısıyla başlıyor. Daha sonra sahneye Semih (Emre Karayel) geliyor ve 75 dakikalık bir yolculuğa çıkarıyor sizi. Sevgilisinin 15 gün sonra arayacağım diyerek terk ettiği ve adamı “Kadınlar ne ister?” sorgulamasına ittiği anın son 1 saatine izleyici olarak dahil oluyorsunuz. Bu soruya beraber cevap aramaya başlıyorsunuz. “Ben erkeğim, dolayısıyla kusurluyum” diyerek başlıyor söze Semih ardından kadının erkeği en iyi şekilde tarif ettiğini söylüyor. “Öküzüm” diyerek sorgulamayı sürdürüyor. Semih öküzlükten dürüstlüğe, oradan duyarlılığa, iletişime, mizah duygusuna, tutkuya, en sonunda da güvene uğrayarak kadının erkekten ne istediğine ulaşıyor. Ama bir ilişkinin ancak denge olduğunda sürdürülebileceğini de fark ediyor. Bunu yaparken karakterden karaktere bürünüyor. Bazen bir çocuk, bazen kadın sesi, kimi zaman yaşlı bir amca, bazen odacı, bazen de bitirim delikanlı oluyor. Siz her anda kendinizi kahkahaya bırakıyorsunuz ama içinizden de “Kadınlar ne ister?” diye sorgulamaya devam ediyorsunuz. Emre Karayel’in oyunculuğuna bir kez daha şapka çıkardım. İlk oyunda, seyirciyle etkileşimini koparmadan, hüzünden eğlenceye geçişlerinde bir an zaman hatası yapmadan akıp gitti sahnede… Akışa teslim oldu ve hepimizi kahkahaya boğdu. Farkında değil ama eminim salondan çıkan her kadın ilk kez kendisini yalnız hissetmedi. Çünkü kadının ilişkiden ne istediğini anlayan, öküzlükten anlayışa dönüşen bir adamın dönüşümüne şahit olduk. Umudumuz arttı.Felaket eğlenceli izleyinGelelim oyunun ilginç olan adına. Oyunun adı Oksimoron. Yani birbiriyle çelişen ya da tamamen zıt iki kavramın bir arada kullanılması ve bu şekilde oluşturulmuş yeni ifade. Mesela kadın ve erkek, doğal oksimoron. Korkunç güzel bir oksimoron. Yürüyen ölü, ağır hafiflik, soğuk ateş, orijinal kopya, sessizliğin sesi, gerçek yalanlar, bilim kurgu, köşeli daire oksimoron örnekleri. Oyun kadın ve erkeğin yani doğal oksimoronun üzerine kurulu. Ama benim bir önerim var. Ben kendi oksimoron önerimi ortaya atıyorum. Sizin de ilginç oksimoron örneklerinizi bekliyorum. Oyun “felaket eğlenceli” mutlaka izleyin! Oksimoron-Erkek Aklı yarın ve salı günü Ankara Tatbikat Sahnesi’nde, 4-5 Nisan’da ise İstanbul Baba Sahne’de olacak.
Kurduğu hayallerden hiç vazgeçmeden, sabırla adım atan insanlara her zaman saygı duyarım. Umudumu da artırırlar. Bugün size bir mahalle hikayesinden bahsedeceğim. Bugünlerde kalmayan bir arkadaşlık hikayesinden... Ben bu hikayenin yaklaşık 9 yılına içinde olduğum şahidim. Serhat Teoman, Emre Erkan ve Mert Öner İzmir 9 Eylül Üniversitesi’nden üç yakın arkadaş. Hayat onların yolunu İstanbul’da da birleştirmiş. Hepsi bir diziye dağılmış ama birbirlerinden hiç kopmamışlar. Serhat Teoman Hepimiz Birimiz İçin dizisinde oynamaya başlayınca Buğra Gülsoy’la tanışmış ve daha ilk gün enerjileri öyle tutmuş ki, kardeşten yakın olmuşlar. Buğra, Serhat ve Emre bir süre sonra GET Yapım’ı kurmuşlar. Çünkü dertlerini, kendi hikayelerini anlatmak istemişler. Daha sonra Mert Öner’in de onlara katılmasıyla GET Yapım’ın dört silahşoru olarak tiyatro serüveni başlamış. Beşiktaş’ta başlayan bu hikayeye her gün bir başka kişi katılmış. Kısaca Mahalle’nin tohumu Beşiktaş’ta atılmış.Bir arkadaşlığın hikayesiBundan sonraki sürece birebir şahidim. Diziler, tiyatrolarla geçen uzun bir süreden sonra Buğra, Serhat ve Emre bir gün Mahalle diye bir senaryoyla masaya oturdular ve sinema filmi yapmak istediklerini söylediler. Mert Öner de dahil oldu ve yapımcılık süreçleri başladı. Bugüne kadar oynayan, yazan bu ekip bir de yapımcılığa adım atmış oldu. Mahalle bu; herkes elinden gelen desteği atmak istedi. Selahattin Töz, Selen Öztürk, Hazar Ergüçlü, Gökşen Ateş, Burak Sevinç, Yiğit Çakır, Gökhan Soylu filmde oynayarak destek oldular. Aslında Buğra ve Serhat bir gün yönetmen koltuğunu hayal etmekteydi, Mahalle’yle bunu da hayata geçirdiler. Beşiktaş’ta kurulan bu dostluk 2016 yazında sinema filmine taşındı. Herkes yapımcı, senarist, yönetmen ve oyuncu olarak birbirine teslim oldu. Film çekimleri bitti, Mahalle İstanbul Film Festivali’ne seçildi. Festivalde filmi izleyen Medyapım’ın sahibi Fatih Aksoy çok beğendi ve filme yapımcı oldu. Sonrası çorap söküğü gibi geldi. Mahalle dün vizyona girdi.Mahalle, aynı semtte yaşayan bakkal Sabri, emlakçı Ömer, kasap Kenan’ın ve ailelerinin mahallelerine taşınan Adem Yılmaz’la birlikte değişen hayatlarını anlatıyor. İyiyle kötünün, masumla zalimin birbirine karıştığı, önyargılarımızın bizi kime dönüştürdüğünü anlatan bir film! Filmin çok büyük bir kısmı tek mekanda geçiyor ama hiç sıkılmıyorsunuz. Çünkü öyle sert bir yüzleşme var ki orada siz de sanki oradaymışsınız gibi hissediyorsunuz. O yüzleşmede kendinize düşen payı da alıyorsunuz. Oyunculuklar aklınızda hiç acaba duygusu yaratmıyor. Sonuna kadar hepsine inanıyorsunuz. Kenan’ın öfkesine hak verip, Sabri’nin dostluğuna alkış tutup, Ömer’in korkaklığını ama arkadaşlarını satmayışını takdir ediyorsunuz. Ama bir karakter var ki, filmin başından final bloğuna kadar uzanan süreçte en çok onu merak ediyorsunuz. İblis’ten yani adem Yılmaz’dan bahsediyorum.Töz büyürken küçülmüş oyunundaÖyle büyük bir suçu var ki Adem’in onu dinlemeden yok olmasını istemeniz gerekiyor. Ancak Selahattin Töz, karakteri öyle bir yerden almış ve oynamış ki, filmin başından sonuna kadar nefret etmeniz gereken o karakteri merak edip ona söz hakkı vermek istiyorsunuz. Senaryo da buna hizmet ediyor ve onun hikayesinden ne gelecek diye bekliyorsunuz. İşte tam o sahne geldiğinde genelde karakteri büyüten ve bize fazla gelen performanslar izlemeye alışık olduğumuz için şaşırtıyor Töz. Çünkü oyununda büyürken küçülmüş. Küçüldükçe gerçek kılmış karakteri, önyargılı olduğumuzla yüzleştirmiş bizi. Filmden çıktıktan sonra tipini de değiştirdiğini görünce iyice etkileniyorsunuz.Mahalle, bugün herkesin unuttuğu dostluk kavramına sonuna kadar bağlı olan bir mahallede kurulan hayalin gerçeğe dönüşmüş hali, o nedenle çok kıymetli! Mahalle filmi dün vizyona girdi. Etkileyici, sert ve derdi olan bir şey izlemekten çekinmeyenler izleyin, izletin Mahalle’yi...