Haberin Devamı
Şu son gelişmelerin açıklanması oldukça güç: MİT’in hâlihazırdaki ve eski müsteşarıyla bazı görevlileri “KCK soruşturması kapsamında” ifade vermeye çağırılıyor. Üstelik bu durum anında aleni hale getiriliyor, herkes ifadeye çağırma olayını öğreniyor.
Aynı gün içinde İstanbul emniyetinde üst düzey görevden almalar oluyor.
Yaşananlara bakıldığında, daha önce de benzerlerini gördüğümüz, “devlet içi savaşlar”dan birinin yaşandığını söylemek mümkün. Ancak bu kez işin içine MİT müsteşarlarının katılmış olmasından, bu savaşın niteliğinin öncekilere göre daha “sert” olduğu sonucunu çıkarmak da mümkün.
Böyle savaşlar devlet adına da siyasi iktidar adına da “zafiyet” göstergesidir.
Siyasi iktidarın irade ve tercihlerine rağmen devlet içinde farklı tavırlar alınması “muktedirlik” konusunu yine tartışılır hale getirir.
Uludere katliamının nasıl gerçekleştiğine ilişkin resmi bir açıklama yapılmadı, buna karşılık birçok söylenti ve iddia ortaya atılarak ortam daha da bulanık hale getirildi. İddiaların ne kadarı doğru bilgilerden kaynaklanıyor, ne kadarı “oyun”un parçasıdır, bilmemiz mümkün değil. Ama ortaya çıkan manzarada, MİT Müsteşarı’na yönelen girişimler ağır basıyorsa ciddi bir durum olduğunu tahmin edebiliriz. Ayrıca konunun, Müsteşar’ın bu göreve gelmeden önce Oslo’da PKK ile yapmış olduğu görüşmelerle ilgili olduğu da söylenmiştir.
Bizim yaşadığımıza benzer koşullarda sıkıntılar yaşamış olan ülkelerde böyle gizli görüşmelerin her zaman yapılmış olduğu biliniyor. Amaç da bellidir, toplumun talebi olan şiddet ortamından bir an önce çıkılmasına katkı sağlamak...
Bugünkü manzarada öne çıkan “savaş hali”nin içinde devletin temel güvenlik kurumlarıyla yargının da olduğu anlaşılıyor.
Bu durumun ortaya çıkması kimseyi şaşırtmasın. Siyasi ve toplumsal sorunlara siyasi cevaplar aramak üzere siyasi alanı açmak yerine siyasi alanı kapattığınız zaman o alanı “asayiş ve güvenlik ağları” kaplamaya başlar.
Kürt meselesinin çözümü ve terörün sona ermesi için siyaset fiilen son ermiş, erdirilmiş, ortada sadece “savaş dili” kalmışsa her şeyi bu dil belirlemeye başlar ve siyaseti de, siyasi iktidarı da yönlendirir.
Savaşçılar savaşır, siyaset kenara itilir; nelerin siyasetin diliyle konuşulması gerektiği unutulur, siyasiler de polis ve savcı gibi konuşur, davranır.
Şeffaf siyasetin mevcut olduğu ülkelerde, böyle savaşlara uygun ortamlar da olmaz.
Kimse bu savaşlara şaşırıp kalmasın; herkes bunların yaşanamayacağı bir siyasi ortamın yaratılması için ne yapacağını düşünsün.