Türkiye’ye dayatılan savaş düzeninde önce genç ölümlere alışmamız bekleniyor. Genç ölümlere alışacağız ki savaşı da bu şekilde yürütmeyi kabul edelim.
Tuzağı kuranlar, genç ölümlere alışmamızı isterken tepkilerimizi de yeni çatışmalar açacak yönlere çevirmemizi istiyorlar.
Bu kadar açık bir tuzağa düşmek, tuzağın hedefindeki iç savaş yollarını açmakta acele edenler bile ortaya çıktı.
Provokasyonlara gelerek, iç savaş tezgahçılarının ekmeğine yağ sürmekle daha çok ölümün, daha çok genç ölümün koşullarını hazırlamaya katkıda bulunanların aymazlığı hayret verici bir noktaya gelmiştir.
“Düşman” kimse, “üst akıl” neyse, Türkiye’nin iç savaşa girmesinin planlarını yapmış, adım adım uyguluyor.
Bu planın gerçekleşmesi için gönüllü operasyoncu olan FETÖ, 2012’de başlattığı icraatlarını 15 Temmuz’a kadar devam ettirdi.
Büyük operasyonun yan icraatları da canlı bombaların katliamları oldu, olmaya devam ediyor.
Türkiye’nin bu kuşatmadan çıkabilmesi için öncelikle bütün provokasyonları etkisiz kılması gerekiyor. Siyaset, bu provokasyonları teşhis edecek tecrübeye sahiptir, halkın da bu tuzaklara düşmemesini sağlamak zorundadır.
15 Temmuz ve ertesinde sokaktaki halkın gücünün görülmesi de bunun sürekli kullanılmasını gerektirmez. İyi kontrol edilemeyen sokak hareketlerinin her zaman başka yönlere gidebileceğini de gayet iyi biliyoruz.
Büyük bir provokasyona alet olmamızın itirafını da Ak Partili Prof. Burhan Kuzu yaptı. Kuzu’nun suçladığı kişi dönemin başbakanı Ahmet Davutoğlu: “Rus uçağının düşürülmesi için ben emir verdim, diyerek yalan söyledi.”
Bunu bilen veya kuşkulananların da Rus uçağını FETÖ’cü pilotun düşürdüğüne ilişkin iddialarını da hatırlayalım.
Rus uçağının düşürülmesi provokasyonuna gelmenin maliyeti ortada. Bu maliyetin, Rusya üzerinden Suriye krizine yansıması da ortada.
Bugün Türkiye’deki bombaları Suriye’nin patlatıp patlatmadığını konuşuyorsak, Suriye ile savaş haline geçmemizin hikayesini de gözden geçirmeliyiz.
Genç ölümlere alışamayız, bunları sona erdirmek için gereken her şeyi yapmalıyız.