Cumhuriyet gazetesinde bir iç tartışma 25 yıl önceyi hatırlattı.
Bugünkü konu, fikri beğenilmeyen bir Cumhuriyet yazarına diğer yazarların “kovulsun” veya “kendi gitsin” demeleri.
25 yıl önce de bir köşe yazarının fikrini beğenmeyen yazarlar o yazara kısıtlama getirilmesini istemişlerdi.
Demokrat olarak bilinen yazarların fikre yasak koymalarını da o dönemin bir çok “solcu” ve “demokrat” kişisi de doğru bulmuş, desteklemişti.
Cumhuriyet gazetesinin birçok yöneticisi ve çalışanı tutukluyken böyle tartışmalara girmek bir taraftan abes bir taraftan da ayıptır.
Ama köşe yazarlarının “kovulsun” veya “kendi ayrılsın” fetvaları üzerine bir “demokratlık” sorusu da ortaya gelmiştir.
Bugün demokrasi eksikliğinden şikayetçi olanlar, haklı olarak şikayetçi olanlar demokrat mıdırlar, sadece mağduriyetleri kadar demokrat mıdırlar?
“Ulusalcılar”ın demokrat olduğuna dair bir inanç da hâlâ ortada dolaşmaktadır. Bir şeye karşı olmanın demokrat olmak anlamına gelmediğinin en açık örneği de “ulusalcılar”dır.
Buna CHP’nin ana yapısı dahildir. Kürtlerin hapse atılmasına tartışmadan destek vermekte en küçük bir beis görmemişlerdir.
28 Şubat’ın darbesini yiyenlerin bazılarının yakın dönemdeki demokratlık sınavlarının da pek iyi geçmediğini izledik.
Demokrat olmaları gerekirken, buna uygun davranmadıklarını fark edenlerin en yaygın gerekçesi de hiç değişmez: Onlar bize demokrasi çerçevesinde davranmadılar, biz neden onlara öyle davranalım...
Bu gerekçe yıllardır ve birkaç taraftan tekrarlanarak yaygın bir sarmala dönüşmüş ve demokratlıktan kaçma ruhunun temellerinden biri olmuştur.
Yetmiş yıldır demokratik bir ülke olmaya çalışıyoruz. Bu yetmiş yılda demokrasimiz Sisifos’un kayasına döndü. Sisifos kayayı yukarı çıkarıp dönüyor ki, bakıyor kaya yuvarlanıp tekrar aşağıya inmiş.
“Demokratımız hiç yok” demek abartma olur ama, demokratı bu kadar az, demokrat sandıklarımızın çoğunun demokrat olmadıkları bir ülkeyi demokrasi yapmaya çalışıyoruz.
Asıl dramımız ve çelişkimiz burada.