Bugünlerde, yıldönümü dolayısıyla 17-25 Aralık ve diğer darbe girişimlerinin muhasebesini tekrar yaptık.
2012, 7 Nisan operasyonu ile başlayan bu süreç açık bir siyasi mücadele olarak geçmedi, gizli örgütlerin, istihbarat örgütlerinin kıyasıya savaşını yaşadık. Halen de yaşıyoruz.
Açık siyaset olduğu zaman hep bir halka hesap verme mecburiyeti vardır. Gizli örgüt, istihbarat örgütleri savaşlarında ise kamuoyunun manipüle edilmesi var.
Gezi olaylarında da öyle oldu, 17-25 Aralık’ta tamamen öyle oldu, Rus savaş uçağının düşürülmesinin ardından da aynı yöntemler çalıştı.
Gülen Cemaati FETÖ’ye dönüşürken, istihbarat örgütlerinin yöntemleriyle çalıştı, bu şekilde gelişti. Hiç bir zaman açık siyaset yapmadılar.
İstihbaratçı yöntemleri açık siyasetin yerini aldığı zaman da birkaç taraflı manipülasyonlara, en sert provokasyonlara alan açılmış oluyor.
Canlı bomba operasyonları da, Kürtlere yönelik kıyımlar da, Rus elçisinin öldürülmesi de aynı savaş tarzının geleneksel yöntemleri olarak sürekli karşımıza çıkıyor.
Bu savaş açık bir siyasi mücadele değildir ama hedefleri siyasidir. Örneğin Ankara’nın ABD ile Rusya arasında pinpon topuna çevrilmesi ve kendi iradesiyle hareket etme kabiliyetinin yok edilmesi gibi.
FETÖ de gizli örgüt olarak, istihbarat örgütü yöntemleriyle çalışarak bu mücadelenin bir parçası, büyük oyunların kullanılmaya uygun bir unsuru olmuştur.
Ortadoğu’nun Amerikan askeri müdahalelerinin ardından bozulan dengelerini kendi çıkarına göre yeniden kurma mücadelesi içine herkes çekilmek isteniyor.
Türkiye’yi de bu savaşın içine çekmek için bütün operasyonlar yapıldı. Darbe girişimleri de yapıldı, katliamlar da yapıldı, suikastlar de yapıldı.
Bu savaş daha sürecek ve bizim “hakim” bir noktada olmamız çok güç. Bu güçlüğün farkında değilmiş gibi yapmak ve hamaseti tırmandırarak iç kamuoyunun seferber etmek de bu güçlüğü azaltmıyor, tam tersine artırıyor.