Olay, çevre savunmasıyla başlamıştı. İstanbul’un göbeğindeki ender yeşil alanlardan birinin yok olma ihtimaline karşı tepki gösterildi.Sonra bir anda çevreci gösteriler doğrudan Tayyip Erdoğan’ı hedef alan büyük gösterilere dönüştü. Sonra da Erdoğan’ı istifaya zorlamayı amaçlayan bir siyasi hedefe ulaştı.Sade bir çevreci eylemin ülkeyi sarsacak bir siyasi boyuta ulaşmasını anlamak ve açıklamak kolay olmadı.Gösterilerin ilk anından itibaren güvenlik güçlerinin orantısız güç kullanması haklı bir tepki yarattı. Erdoğan’ın sert ifadeleri dolayısıyla da güvenlik güçlerinin abartılı güç kullanması da ona bağlandı.Gezi’nin sınıfsal ve toplumsal bir tabanı yoktu. Ama Tayyip Erdoğan karşıtlığı ve düşmanlığı üzerine geniş bir ittifak kuruldu.Gezi krizini yönetmekte hükümetin zorlandığı da, gelişmelere hakim olamadığı da ortadadır.Şimdi ise bu olayın faturası, küçük bir çevreci eylemin hükümeti devirmeye dönük büyük bir operasyona dönüşmesinin hesabını da FETÖ’ye çıkarılıyor.Dönemin İstanbul valisi ve emniyet müdürünün FETÖ’den tutuklanmalarının kaçınılmaz sonucu Gezi’nin hesabının onlardan sorulmasıdır.MİT başkanının tutuklanması operasyonunun başaramayan, Gezi’de ve 17-25 Aralık’ta bir noktada soluğu kesilen Cemaatin doğrudan askeri darbe aşamasına geçmesinin bir açıklaması da buradan yapılabilir.Ama devletin bütün kurumlarındaki örgütlenme düzeyine bakıldığı zaman da Cemaatin Kemalistlerle birlikte darbe girişimine kalkışmasının izahı yine güçleşmektedir. Orduda, poliste ve yargıda bu kadar kuvvetli bir örgütlenmeye ulaşmış bir siyasi hareket, bu kuvvetini zamana yayarak kullanmak yerine aceleci bir kalkışmaya girişmiştir.7 Şubat’ı, Gezi’yi, 17-25 Aralık’ı, sonuç alamasa da bu boyutlara ulaştırabilen, barış sürecini sabote edebilen Cemaat 15 Temmuz’a böyle geldi. Ellerinde hazır bir Balyoz darbe planı ve darbe seven Kemalistlerle “son vuruş”u yapmak istedi.Bu “son vuruş”u çözebilmek için Gezi’nin de çözülmesi önemlidir. Gezi, kalkışmanın ilk kitlesel ayağı olduğu için çözülmek zorundadır.
Başbakan Binali Yıldırım, CHP’ye seslendi: “Beraberiz dediniz, yan çizmek yok...”Doğrudur, darbe girişimine karşı ve girişimin ardından alınan tedbirlerle ilgili olarak bütün siyasetler hükümetle birlikte olmuştur. Kimse yan çizmemiş, hükümete yapılması gereken uyarılar da en küçük seslerle yapılmıştır.Bunun ardından hükümetin her icraatını muhalefetin kabul etmesini beklemek, aslında siyaset yapılmamasını istemektir.Hükümet ve bütün hükümetler rahat yönetmek için tabii ki muhalefet olmamasını, olsa da cılız olmasını ister.Ama “muhalefet yapmayın, her icraatımızı destekleyin” demek gibi bir hakkı bulunmamaktadır.Darbe girişimi ertesinde Kürtlerin her şeyden dışlanmaya devam edilmesini eleştirmek de gerçek bir uyarı görevidir ve bunun yapılması şarttır.Bir yılı aşkın bir süredir, ülkenin Güneydoğusunu yakan savaşın durdurulmasının yollarını aramamak ve “son terörist öldürülene kadar” hattında ısrar etmenin sonuçları ortadadır.15 Temmuz darbecilerinin bildirisinde, hükümetin terörle mücadelede yumuşak davranmakla suçlanması bile açılması gereken gözleri açmamıştır.Ülkenin iç savaş sınırında yaşamasının sona ermesinin yolunu bulmak konusunda hükümet aceleci davranmıyorsa bunun için zorlamak görevi de muhalefetindir.Ülkenin yumuşak karnı ve bayağı yumuşak karnı Güneydoğu’da devam eden ve yayılma eğilimi gösteren savaştır. Bu sayede yıkım politikaları elverişli alanlar bulmaktadır.PKK savaş alanını genişleterek daha kuvvetli bir kopma ortamı yaratmak hattında faaliyet yapmaktadır. PKK’nın stratejisine su taşıyan hattın ucundaki “sonsuza kadar savaş” hali büyük bir çıkmaz ve tuzaktır.Siyaset yapmak bütün vatandaşlar için hem haktır hem görevdir. Hükümet politikalarını desteklemek de siyaset yapmaktır, muhalefet etmek, başka politikalar önermek de siyaset yapmaktır.Fiilen tek partili sisteme geçiş de kuşkusuz iktidar için büyük rahatlıktır, ama ülke için de demokrasi için de büyük sorundur.
Malum geceyle birlikte, devletin hemen hemen bütün kurumlarıyla nasıl döküldüğünü de gözümüzle gördük.Sürekli devlet övgüsü ve abartmalarıyla yaşayan bizler için inanması kolay değil, ama koskoca devlet bu hale gelebiliyormuş.Belki bazı yürekler ferahlar, dökülmeyen, 15 Temmuz ertesinde tıkır tıkır çalışan bir kurum var. Bütün ülke darbe girişimiyle meşgulken at yarışları yapıldı, atlar koştu, bahisler oynandı, paralar alındı verildi.Orduda, emniyette, yargıda bir “ılımlı İslam” tarikatının bu noktaya gelebilmiş olması devletin dökülmesi, ele geçirilmiş bütün kurumların lime lime edilmesidir.Birkaç yüzyıllık dünya tarihine bile bakarsak, böyle bir ele geçirme olayına rastlayamayız.Devlet dediğimiz şey ve onun kurumları o kadar zayıfmış gibi, yaklaşık yirmi yıllık bir faaliyetle düşürülmüşler. Üstelik bunu başaranların doğru dürüst bir siyasi müktesebatı da bulunmuyor.Devletin döküldüğünün ilanını bizzat Cumhurbaşkanı Erdoğan, kalkışmayı eniştesinden duyduğunu açıklayarak yaptı.Kuvvetine, etkinliğine hep inandığımız istihbarat örgütü, uyanık vatandaşlar tarafından bile fark edilmiş bir kalkışmayı cumhurbaşkanına, başbakana bildirmiyorsa durum fazlasıyla açıktır.Kalkışma ertesinde on binlerce gözaltı, tutuklama oldu. Binlerce kamu görevlisi işten el çektirildi. Bunların tümüne bakıldığı zaman da malum cemaatin elinde bu kadar kuvvet varken darbe girişiminde bulunmasını açıklamak da zorlaşıyor.Bu yapının ekonomi kısmına bakıldığı zaman da, açıklananlara bakarak bu sonuca varıyoruz, ülke ekonomisini istedikleri gibi yönlendirecek bir boyut görebiliriz.15 Temmuz ve sonrasının teşhisini doğru yapabilmek için tek kaynağımız, dökülen devlete karşılık halkın dik durmasıdır. Üstelik farklı siyasi görüşlere, birçok çatışma alanına rağmen halk bunu toplu halde yapmıştır.Dökülen devletin ıslahı, restorasyonu mümkün değildir. Bunun yerine “yeni bir devlet” kurulacaktır. Bu inşanın nasıl olacağını konuşma aşamasına henüz gelemedik, ama nasıl olmayacağını çok iyi öğrendik.
İnsanların bilgi sahibi ve fikir sahibi olmasını sağlamak mesleğinin adı halen gazeteciliktir. Bu meslek suç değildir.Gazetecinin siyasi tavrı da olabilir, bunu açık açık söyler, insanlar buna göre okurlar ya da okumazlar.Gazetenin sahibinin veya en tepe yöneticisinin suç işlemesi de gazeteciyi bağlamaz. Suç şahsidir, bir örgütü destekleyen gazetede çalışmak da suç değildir.Bir köşe yazarının muhalif tavır alması ve fikirlerini sert bir üslupla ifade etmesi de örgüt üyeliği kanıtı olamaz.Bir süredir bu temel ilkelere özen gösterilmiyor, sınırlar birbirine karıştırılıyor. FETÖ veya PKK’yı destekleyen bir yayın organında çalışan gazetecilere, sırf bu nedenle suçlu muamelesi yapılıyor.Gazeteci de bir gazetede yorum yapan yazar da kendi icraatından sorumludur, yaptığı haberle, yazdığı yazıyla suç işlemiyorsa suçlu muamelesi göremez.Darbe girişimi kuşkusuz ciddi bir travma yarattı. Bu yüzden soruşturmalarda bazı yanlışlar ve özensizliklere hoşgörüyle bakmak da mümkün ve doğal.Ancak belli yanlışların tekrarında ısrar durumu varsa, bunun düzeltilmesi de şarttır. Ve şu anda gazeteci ve yazar kimliği olan insanlara yönelik soruşturma ve kovuşturmalarda rahatsız edici durumlar çoğalmıştır.Haksızlığa uğradığını düşündüğümüz birçok meslektaşın adını sayabiliriz. Ama bu insanların sayısının yüzü aşması fazlasıyla rahatsız edici hale gelmiştir. Aslı Erdoğan’ın tutuklu olmasını da kimse açıklayamaz.Kırılgan demokrasimiz 15 Temmuz’da yıkımın kıyısından döndü. Bu da demokrasiye bağlılık duygusu ve kararıyla sağlandı.Anlamsız gözaltı ve tutuklama uygulamaları ise demokrasi duygusunu zayıflatmakla kalmaz, şu andaki ana davaya ciddi hasarlar verir.Demokrasiyi korurken, savunurken demokrasiyi zayıflatacak icraatlardan medet umacak bir halimiz yoktur.Tam tersine gerekli özeni göstererek demokrasi davasını güçlendirme mecburiyetimiz vardır.Durumumuzu dünyaya anlatmakta çektiğimiz sıkıntıların asıl kaynağının hangi yanlış icraatlar olduğunu da görüyoruz.Gazetecilik suç değildir, şiddeti desteklemeyen, suç olan bir fiili övmeyen bir fikri beyan etmek de asla suç değildir.
Gaziantep kıyımının ardından Türkiye’nin Suriye içinde bir kara harekatı yapmasına kimsenin diyecek bir şeyi yoktu.Böyle bir kanlı eylemin karşılığının olması kaçınılmazdı. Kuşku açıklayan ülkelerden bunu gayet ölçülü yaptı.Harekatın hedefinin IŞİD olduğu hemen açıklandı. Türk askeri sınırı geçtiği andan itibaren de IŞİD güçleri geri çekildi.Aradan geçen birkaç gün içinde ise, harekatın hedef sanki IŞİD’den çok PYD imiş gibi bir görüntü ortaya çıktı.PYD-YPG’nin tümüyle PKK’ya bağlı olduğunu kanıtlamak için çok çaba sarf ediyoruz. Ancak Amerikalılar da Ruslar da bu konuda aynı fikirde değil.Amerika, PYD’nin Fırat’ın doğusuna çekildiğini söylerken Ankara’ya söylediği bunlara yönelik operasyonların durdurulmasıdır.Ankara’nın oldukça hassas bir dönemde böyle bir dış operasyona girişmiş olmasını Rusya da hoş karşılamamış, Putin Türkiye ziyaretini iptal etmiştir.Rusya ile tekrar bahar havasına dönme çabaları hızlanmışken Putin’in frene basmasının arkasından başka hamleler de gelebilir.Türkiye’nin bir yıkım kalkışmasını bertaraf etmesinin üzerinden henüz bir buçuk ay geçti. Ülkenin bütün kurumları derin sarsıntılar geçirirken, Suriye toprağında kara harekatına girişilmesini “yıkılmadık ayaktayız” gösterisi olarak görenler az değil.Operasyonlarda daha çok PYD-YPG’nin hedef alınması da başka soru işaretlerine yol açıyor.Türk askeri Cerablus’a girdikten sonra bir kesimin “fetih” havası çalması da şuursuzluktan başka bir şey değildir. Konu, içerde moral yapmak ve bir siyasi kuvvet göstermek amacıyla kullanılırsa başka sıkıntılara kapı açılmış olur.Dışımızdaki dünya bu fetih havalarını ciddiye almakta ve Ankara’nın niyetleriyle ilgili kuşkularını yeniden ortaya çıkarmaktadır. Dünyanın hiç bir merkezinden de Ankara’ya “aferin” gelmeyecektir.Başka ülkenin toprağında izinsiz kara harekatı her zaman ciddi bir sorun kaynağıdır. Üstelik Suriye Kürtlerinin birinci hedef haline gelmiş olmasının içerdeki yansımaları da bellidir.
Darbe girişiminin ardından devam eden soruşturmalarda örgüt mensubu olduğundan şüphe edilen on binlerce insan gözaltına alındı, tutuklandı, işten çıkarıldı.Operasyonların çok büyük kısmı “aşağıda” dolaşmaktadır. Alt düzeyde kamu görevlileri, öğretmenler vesaire FETÖ şüphelisi olarak kovuşturulmaktadır.Çok ciddi ve kanlı darbe girişiminin ardından silahlı kuvvetlerdeki “şüpheliler” esas olarak tuğgeneral tümgeneral düzeyindedir. Tutuklu bir tek orgeneral bulunmaktadır.Şu ana kadar kamuya yansıyan ifadelerde de şüpheliler ve sanıklar esas olarak icraatlarını inkar etmektedir. İnkar edemeyenler de “FETÖ’cü değilim darbeciyim” diyerek ağırlaştırılmış müebbetten sıyrılma peşindedir. Bu ifadelere bakıldığında, önceden çalışılmış olduğu kanaati bile doğabilir.15 Temmuz darbe girişiminin kilit eylemi, Cumhurbaşkanı Erdoğan’a yönelik saldırıydı. Bu saldırı başarıya ulaşsaydı “birisi” televizyona çıkıp “maalesef istenmeyen bir durum oldu, sabık cumhurbaşkanı çatışmada hayatını kaybetti” denilecekti.Bu durumda halk daha çok mu sokağa çıkardı, yoksa sokaktakiler evlerine mi dönerdi? Bu sorunun cevabı hiç bir zaman olmayacak. Ama sokaktakilerin evlerine dönmesi için halkın önüne çıkarak darbenin başarısını açıklayacak “birisi” çok önemli olacaktı.İşte 15 Temmuz’un asıl büyük bilinmeyeni, sırrı bu “birisi”. Bu “birisi” darbeyi gerçekleştiren komite adına kendisinin başkan olduğunu söyleyecek ve yarından itibaren ülkeyi kimlerin yöneteceğini açıklayacaktı.Bu “birisi”nin Fethullah Gülen olacağına çocuklar bile inanmaz. Ülkeyi yönetecek hükümet üyelerinin Cemaat mensubu olmalarının da halkı sakinleştirmeye ve direnişi kırmaya yetmeyeceği açıktır.Darbe girişiminin ardında bulunduğu iddia edilen büyük güçlerin de işi sağlama bağlamamaları düşünülemez. 15 Temmuz’un esas sırrıyla ilgili olarak hiç bir soruşturma kovuşturma bulunmamaktadır. “Birisi” ve “birileri” hakkında devletin istihbarat kurumlarının ellerinde buna ilişkin bilgiler olmaması herhalde mümkün değildir.Tekrar böyle bir tehlikeyle karşı karşıya gelir miyiz, sorusu halen en çok sorulan soru olmaya devam ediyor. Bunun en azından bir cevabı var: Alt düzeylerde yürüyen soruşturmalar ve operasyonlarla, öğreten, futbolcu, köşe yazarı tutuklamalarıyla esas tehlikenin bertaraf edileceği çok kuşkuludur.
CHP liderinin de PKK şiddet eylemlerinin hedefi olması, terörde en üst noktaya ulaşılması anlamına gelmektedir. Cizre’de dün 11 polisin şehit edilmesiyle birlikte en karamsar aşamaya geldik.PKK, saldırılarını yoğunlaştırarak ülkedeki genel sarsıntıya büyük katkıda bulunmaktadır. Bunun için saldırılarını tırmandırmıştır. Ancak bu aşamada herhangi bir siyasi hedefinin de anlamı kalmamıştır.PKK’nın şiddet stratejisinin en büyük maliyeti hala Kürtlere çıkmaktadır. Sorun sadece Türkiye Kürtlerine değil, Suriye’deki Kürtlere de ağır bir yüktür.Hükümet-devletin, barış sürecine son vermesine kadar ulaşan olayları, provokasyonları tekrarlamaya gerek yok. Bunun için hem devletin içinden hem de bugün FETÖ dediğimiz örgütün neler yaptığını artık herkes ezbere biliyor.İki polisin infazıyla başlayan, Tahir Elçi’nin katledilmesine kadar ulaşan provokasyonlar zincirinde Hükümet-devlet tarafının seçtiği yol en kolayı ve en sıkıntılısı oldu.Bugün Kürt siyaseti de dışarıya itilmiştir ve Hükümet-devletin kesin yasağıyla karşı karşıyadır. Buradan çıkış için Kürt siyasetinin yeni politikalar ürettiği de şüphelidir.Kürt siyaseti HDP’dir ve kimse temennilerini gerçek sanmasın, HDP Türkiye Kürtleri için temsil niteliğini korumaktadır.HDP, terörün sona ermesi ve PKK’nın en azından ateşkes noktasına çekilmesi için fazla çaba sarf etmediği için eleştirilmektedir. Barış tarafından gelen bu eleştirileri HDP’nin nasıl gördüğüne ilişkin bir işaret de bulunmuyor.Sonuçta, merkez siyasetin dışına itilmiş olan HDP’nin yeni bir barış süreci için etkili olmadığı da ortadadır.Zamanında büyük umutlar yaratan, en çok Kürtleri sevindiren barış sürecini yine bugünkü Hükümet-devlet başlatmış, en önemli ve etkili sahibi de Abdullah Öcalan olmuştur.Öcalan’ın PKK üzerindeki etkisi zaman zaman tartışma konusu olmuştur, ama barış sürecinin çatlama anına kadar Öcalan’ın hamlelerinin büyük etkisi olduğuna kuşku yoktur.Bugünkü kilitlenmenin anahtarı eğer Abdullah Öcalan ise, varsın devreye girsin. Hükümet-devletin bu imkana yol açması da ayıp da değildir zayıflık da değildir. Bugünkü umutsuz ortamdan çıkılabilmesi için bir siyasi hamledir.
Üst akıl veya orta akıl, göz göre göre ülkeyi en kötü dönemine sokmayı başardılar.Ülkenin cumhurbaşkanı öldürülmek istendi, ikinci partinin genel başkanına roketli saldırı yapıldı.Bu gidişi çevirecek bir noktaya, bir dayanağa ulaşamadan bütün ülkenin moraline büyük bir darbe daha vuruluyor.Beş yıl önce barışı konuşan, demokrasiyi, muasır medeniyeti konuşan ülke iç savaşın eşiğinde dolaştırılıyor.Bir veya birkaç yıkım senaryosu çeşitli oyuncularla sürekli olarak sahneye konuluyor.Bunların maddi ilişkileri olması gerekmez, birinin hamlesi diğerinin hamlesine alan açıyor.Bunların siyasi olarak, ideolojik ve inanç olarak çok farklı noktalarda durması da gerekmiyor. Hepsi kendi yıkım senaryosunu uygulayarak aynı hatta duruyor.PKK milliyetçi bir örgüttür, yüz yıllık yanlışların üzerinde kendisine kuvvetli dayanaklar oluşturmuş ve en tepe noktada savaşmaktadır.Barış sürecini sabote ederek tekrar kanlı bir dönemin açılmasına en büyük katkıyı yapanlar “ılımlı İslam” hattında konumlanmış bir dini cemaattir.Ergenekon benzeri yapılanmaların hedefinin başında barış olmuştur. Bunların inanç hattı Kemalizmdir. Ama 15 Temmuz’da olduğu gibi dini bir cemaatle yakın işbirliğine açıktırlar.Ve IŞİD, radikal Ortadoğu’daki en kıyıcı örgütü Türkiye’yi, Türkleri ve Kürtleri hedef almış sürekli kan dökmektedir.Silahlı kuvvetler, ilk sınır dışı kara harekatını yapmak zorunda kalmıştır. Bu da dış siyasi sorunları azaltacak bir durum değildir.Bu sarmaldan, ülkeyi iç savaş eşiğinde yaşatan tezgahlardan çıkmak ve barış ve demokrasi hattına dönebilmek şu anda uzak bir rüya gibi görünüyor.Beş yıl önce, bugün yaşadığımız her şey çok uzakta kalmış bir kabus gibi görünüyordu. Şimdi ise “burası neresi” diye soruyoruz.Burası, Ortadoğu’nun çok sorunlu, sorunlarını çözemeyen, iç savaş eşiğinde yaşayan bir ülke olarak görüldükçe, yansımaları da sürekli olumsuz olacaktır.Saldıran kuvvetlerin hepsinin birinci hedefi ülkenin yönetilemez hale geldiğini kanıtlamak olduğuna göre, önce bunun kırılması gerekiyor. Bunu kırmak için de tek araç sopa değildir.