Yenikapı mitingi gibi olaylar büyük bir toplumsal iradenin ortaya konulmasıdır. Toplum, darbeleri dışladığını, FETÖ gibi oluşumları dışladığını en açık şekilde gösterdi.Bu büyük toplumsal uzlaşma önce darbelere, sonra da onun bütün yan ürünlerine karşı kurulduğu için bir demokrasi hamlesidir.Bu toplumsal dalga bütün siyasi yapıyı etkilemiş ve bunun içinde yer almasını sağlamıştır. Kürt siyasetinin de bunun içinde olmak istemesi de dalganın kuvvetini gösterir.Yenikapı ruhunun en doğal sonucu, hükümetin hızlı bir temizliği hedeflemek için Olağanüstü Hal ilan etmesi ve ülkeyi Kanun Hükmündeki Kararnamelerle yönetmesinin desteklenmesiydi.CHP de MHP de bu kararı desteklediler, HDP de açık bir tepki göstermedi. Yine de ülkeyi kararnamelerle yönetme sisteminin “demokratik” bir yöntem olmadığına dikkat çekildi.Ak Parti iktidar partisidir ve Yenikapı ruhunu kendi açısından yorumlama eğilimindedir. Yenikapı ruhu, Ak Parti’ye de bazı yükümlülükler getirir, bu da bu ruhun içinde yer alan toplumsal unsurların hassasiyetlerinin dikkate alınmasıdır.İktidar partisinin, Yenikapı ruhunu “Biz yaparız diğerleri destekler, ruh böyle canlı kalır” diye algılaması da doğal olarak rahatsızlık yaratacak bir durumdur.CHP, darbe ve FETÖ temizliğiyle ilgili olarak birkaç sıkıntı üzerinde duruyor. Ya da durmaya çalışıyor. Bunlardan biri yazarların, gazetecilerin tutuklanmasıdır. Bir diğeri de insanlar işten el çektirilirken terazinin fazla kaba çalışmasıdır. İsimsiz ihbarlarla ilgili uyarı konusunda Başbakan Yıldırım’ın harekete geçmiş olması da yerinde olmuştur.Olağanüstü Hal uygulaması üç ay daha uzatılacaktır ve anlaşıldığı kadarıyla buna ciddi bir tepki gelmeyecektir.FETÖ denilen yapının boyutları ve çalışma şekilleri dikkate alındığında Olağanüstü Hal’in üç ay daha uzamasına karşı çıkmanın bir anlamı yoktur.İkinci üç aydan sonra ne olacak diye soranlara cevap ise kuvvetli bir temennidir: Yenikapı ruhunun demokratik yapılanma hattında çalışması.
Gerçek, insanların hayal güçlerini aştığı zaman söylenecek fazla şey kalmıyor. Şu andaki “gerçek” Aziz Nesin’in hayal gücünü bile aşmış durumda.Aziz Nesin’in “Fil Hamdi” diye bir hikayesi vardır. Hamdi adında bir suçlu aranmaktadır. Merkezden vilayetlere telgraf çekilir, görülürse hemen yakalanması, Ankara’ya gönderilmesi istenir ve bir tarif verilir: İri yarı, kilolu, lâkabı “fil”.Kısa bir süre sonra bütün vilayetlerden telgraf yağmaya başlar: “45 Fil Hamdi yakaladık hemen gönderiyoruz...” “120 Fil Hamdi yakaladık yola çıkardık...”Şu anda on binlerce insanın yaşadığına gülecek halimiz yok, ama Aziz Nesin’in ince mizahı da durumu anlatıyor.Tam sayı belli değil, ama tutuklanan, gözaltına alınan, işlerinden atılan insan sayısının 200 bini aştığı anlaşılıyor.Bu 200 bin insanın FETÖ üyesi, militanı olduğu, darbe girişimini desteklediği suçlamalarının her biri kanıtlanmak zorunda.Zorunda, ama suçlama da gerçekten suçlama ise hukuki bir karşılığı olabilir. Bank Asya’ya para yatırdığı için insan tutuklamanın ne hukukta ne vicdanda yeri olabilir.Kızgın bir velinin ihbarıyla, “PKK’yı destekliyor” iddiasıyla tutuklanan öğretmenin de hukukta ve vicdanda yeri olamaz.İşinden atılan on binlerce insana hiç bir açıklama yapılmamış olması da hukukta ve vicdanlarda onaylanamaz.Gülen cemaatinin kontrolündeki şirkette, gazetede çalışmak da kendi başına bir suç teşkil etmez.Bütün bu insanları aynı torbaya doldurmak da FETÖ’yü olduğundan çok daha kuvvetli gösterir ki, bu da ortaya başka sakıncalar çıkarır.FETÖ’yü olduğundan daha büyük göstermenin de, 15 Temmuz’un siyasi ayağının buharlaşması tehlikesi yaratacağını da tekrarlamak gerekiyor.Böyle bir kalabalık içinde, gerçek suçluların teşhisi ve cezalandırılması iyice zora girmektedir. Bank Asya’ya para yatıranla köprüde sivillere ateş açanı, cumhurbaşkanını öldürmeye gideni aynı davaya soktuğunuz zaman doğacak sıkıntıları görmek zorundayız.“Eşeğini dövemeyen semerini döver” durumun bir an önce çıkmak için ciddi bir hapishane boşaltmasıyla başlamak gerekiyor.
Son haberi veren bir emekli subay. Buna göre kasım ayına kadar bir darbe girişimi daha olacak ve bu girişim 15 Temmuz’dan daha kanlı olacak.Birkaç gün önce yine bir emekli subay, yakın günlerde bir girişimin başlamak üzereyken durdurulduğunu söylemişti.Bunları emekli subaylar söylediği zaman doğal olarak, ordu içindeki kaynaklarından bilgi aldıklarını varsayıyoruz ve ciddiye alıyoruz.Bu haberlerin Hükümet cenahında da ciddiye alındığını, bazı beyanatlar dolayısıyla söyleyebiliriz.Bir darbe girişiminin mümkün olabilmesi için Silahlı Kuvvetlerin ana gövdesinin bu girişime katılması gerekiyor. Başka türlüsü ülkeye de büyük zarar verecek kanlı bir intihar operasyonundan başka bir şey olamaz.Silahlı Kuvvetlerin önemli bir kısmı katıldığı için 15 Temmuz girişimi mümkün oldu ve az daha başarıya ulaşıyordu. Yeni bir girişim için en az 15 Temmuz’daki kadar bir katılım gerekiyor. Bunun sayısal ifadesi de Silahlı Kuvvetlerin şu andaki general kadrosunun tümüdür.15 Temmuz ile ilgili birçok karanlık nokta varlığını sürdürürken, “istihbarat” yöntemleriyle kafa karışıklığı yaratma faaliyetleri de aynı hızla devam ediyor.Ergenekon ve Balyoz davalarının temizlenmesi, darbe çalışması ve meşru olmayan siyasi faaliyetlerin içindeki asker ve sivil kadroların aklanması bu yöntemlerle sağlanmıştır.Şu anda “itirafçı” kimliğiyle sürekli konuşarak kamuoyunun dikkatini yönlendiren, kafa karışıklığı yaratmak üzerine çalışanların bazılarının esas kimliğinin istihbaratçı olması da muhtemeldir.Bugüne kadar, yakın tarihteki bütün pisliklerin FETÖ’ye yüklenmesi, diğer darbe faaliyetlerinin unutturulması, sonuçta başka kuvvet merkezlerine rahat faaliyet alanları açmaktadır.15 Temmuz’un başarısızlığıyla Tayyip Erdoğan’ın siyasi gücünün artmasından rahatsız olanların, demokrasiyle işi olmayan kesimleri vardır ve var olmak için her şeyi yapabilirler.Şu anda toplumda kafa karışıklığı yaratan, hedef şaşırtan, demokrasi endişesi yaratan bütün icraatlar da bunların işine yaramaktadır.
Aynı soru tekrarlanıyor, cevap bulunmadıkça da tekrarlanacak. 15 Temmuz gecesi saat 21 sularında “birisi” harekatın başlaması için emir verdi. Bu emrin üzerine tanklar, uçaklar harekete geçti. Askerler, askeri okul öğrencileri kendilerine bildirilen görev yerlerine gittiler. Harekatın kalbi olan operasyonu yapmakla görevli seçkin askerlerden oluşan tim bir helikopterle Marmaris’e hareket etti.Harekete geçen az buz bir askeri kuvvet değildir, harekatın hedefi de Tayyip Erdoğan’ın öldürülmesi ve ülke yönetimine el konulmasıdır.Bu mekanizmanın harekete geçebilmesi için söz, emri, talimatı dinlenecek, uyulacak “birisi” gerekiyor. O “birisi” Erdoğan’ın devre dışı kalmasının ardından, yönetime el koymanın nasıl yapılacağını da bilen kişidir.Cumhurbaşkanı görevi, başbakan görevi birilerine verilecektir. Herhalde darbe kararını verenler, “önce yönetimi ele geçirelim, bunlara sonra karar veririz” dememişlerdir.27 Mayıs’ta da, 12 Mart’ta da, 12 Eylül’de de, hatta başarısız 9 Mart’ta da darbe kararı veren askerlerin sivil siyasi kadroları vardı. Üç darbede de bu kadrolar askeri yönetimlerin yanında çalıştılar.Darbenin üzerinden yaklaşık iki buçuk ay geçti, bütün kovuşturma ve soruşturmalar gerçek sonuçlara ulaşamayacak çerçeveler içinde dönüyor.Öğretmenler, eski futbolcular, tatlıcılar falan derken siyasi “ayak” adına, darbe ile uzaktan yakından ilişkisi olamayacak muhalif yazarların peşinde koşuluyor.Darbenin siyasi ayağı karanlıkta kaldıkça, darbe kararını veren “birisi” ile ilgilenilmedikçe darbe girişiminin niteliğiyle ilgili soruların da artmaya başlaması kaçınılmazdır. Şu ana kadar yapılan tutuklamalar içinde, aslında “kızakta” olan bir orgeneral en yüksek rütbeli zanlıdır. Silahlı kuvvetlerin önemli bir kısmının kızaktaki bir orgeneral tarafından harekete geçirilebileceğine de Silahlı Kuvvetleri biraz tanıyan hiç kimsenin inanması mümkün değildir. Eğer bazı pazarlıklar sonucu, “bir numara” aranmıyorsa, FETÖ ile yetinme kararı verilmişse anlamsız soruşturmalar ve tutuklamalarla da bir yere ulaşılamaz.
Mehmet Altan’ın tutuklanma haberine darbeciler ve FETÖ’cüler pek sevinmişlerdir. Göbek atsalar yeridir. Darbe uyarısı yapan bir yazarın darbecilikten tutuklanmasına herhalde üzülecek değillerdir, bu gidişatın devamının kendi lehlerine olacağını görürler.Yazarların, akademisyenlerin, gazetecilerin tutuklanmaları üzerine çoktandır konuşuyoruz. Bu icraatların nelere yol açacağını anlatmaya çalışıyoruz.Daha açık konuşmak gerekirse bu icraatlar sonuçları itibarıyla ülkenin tümüne ve hükümete karşı bir komplonun ciddi bir ayağına dönüşmüştür.Türkiye’yi demokrasinin sürekli gerilediği bir ülke olarak göstermek ciddi bir komplodur. Bu operasyon şu anda devam etmektedir. Ve Türkiye’nin bütünüyle dünyadan tecrit edilerek kendi içine kapatılması süreci daha ileri noktalara götürülmektedir.Demokrasinin rafa kaldırılmasına göz yuman bir hükümetin ağırlığı ve niteliği tartışıldığı zaman sürekli olarak eli kolu bağlanır. Türkiye 2012’den bu yana çeşitli komplolarla karşı karşıya kaldı. 15 Temmuz 2016’da da en açık seçik ve kanlısı sahneye kondu. Türkiye bunu da atlattı.Şimdi ise komplonun bir başka aşamasına geçildi: Türkiye’nin tecrit edilmesi ve kendi içinde boğulmamak için çabalayan bir hale getirilmesi.Son tutuklamaları destekleyen, hatta bunların artmasını isteyen birileri hükümete destek olduğu görüntüsü vermeye çalışıyor. Hükümet bilmelidir ki, bu önerileri getirenler bilerek ya da bilmeyerek komploya hizmet etmek durumundadır.Bu tutuklamaların darbe ve FETÖ davalarını sulandıracağı uyarısı da dikkate alınmadıkça bir kaosa gidilmesi de kaçınılmaz hale gelecektir.Bu kaosun da darbecilerin ve FETÖ’cülerin lehine sonuçlar yaratacaktır. Eski darbe davaları bu yolla buharlaştırıldı, şimdi 15 Temmuz ve FETÖ için de aynı yöntem uygulanıyor. Hükümet şu anda sorunsuz işleyen komployu teşhis etmekte geciktiği sürece de komplonun başarı şansı artacaktır. Türk toplumu birçok yarayla hassas bir dönemden geçerken bu komplo ile yeni yaraların etkileri de çok ağır olur.
Erdoğan Birleşmiş Milletler’de temel dertlerimizi anlattı, dünyayı doğrudan ikna etmeye çalıştı.Dünyanın bir kısmı bizimle, dertlerimizle ilgili değil. İlgili olanların bakış açıları da kuşkularla dolu.Batı’yı 15 Temmuz konusunda bile ikna ettiğimiz şüpheli. Bir darbe girişi oluyor ve Batı’nın önemli merkezleri “dur bir bakalım” diyorsa sıkıntı çok temeldedir.IŞİD, hakim olduğu bölge dışındaki en büyük kıyımlarını Türkiye toprağında yapmıştır, ama Batı hâlâ Ankara’nın IŞİD konusunda kararlılığına ikna olmamıştır.Güney sınırımızda bir güvenlik bölgesi yaratılırken, IŞİD ile Kürt örgütlerinin ayrı düzeyde hedef alınması da amaçla ilgili büyük kuşkuları canlı tutmaya devam ediyor.Batı medyasının etkili organlarında yer alan Türkiye analizlerinin neredeyse tümü Ankara’nın 15 Temmuz’u kullanarak demokrasiyi daraltmaya çalıştığı şeklindedir.Ülkenin cumhurbaşkanının o gece gerçek bir hayati tehlike atlatmış olması, Meclis’in bombalanmasının demokrasi hassasiyeti yüksek çevrelerde algılanma tarzı da gariptir.Dünyaya, dünyanın izimle ilgili kısımlarına, Batı’nın karar merkezlerine “bizi anlamıyorlar” diye küsecek halimiz olmadığına göre dertlerimizi anlatmak mecburiyeti de bize aittir.Batı medyasına göz atanların durumu görmemesi imkansızdır. Batı medyası ve merkezlerinin şu anda Türkiye konusunda iki ilgi alanı vardır.Bunlardan biri, Türkiye’de yazarların, gazetecilerin gözaltına alınmaları, tutuklanmalarıdır. Bu konuda Batı’yı ikna etmenin mümkün olmadığını da bilelim.Yazarların, gazetecilerin siyasi nedenlerle tutukladığı ülkeyi Batı demokrasi olarak görmez, vasat bir “üçüncü dünya ülkesi” olarak görür.Türkiye’yi az buçuk bilen hiç bir Batılı insan da, hapiste yazar, gazeteci olmasına hoşgörüyle bakmaz.İkinci mesele de Ankara’nın Fırat Kalkanı operasyonuyla Suriye toprağında kalıcı olmayı amaçladığı konusundaki kuşkudur. Bu kuşku da Türk askeri Suriye toprağından çekilene kadar devam edecektir.Türkiye, yakın tarihin birçok döneminde içine kapanarak yaşadı, bundan çok zarar gördü ve ancak sorunlarını bir sonraki kuşağa aktardı. Bunu bizim kadar Batı da biliyor.
FETÖ ve darbe davalarının içinden çıkılmaz hale gelme tehlikesi devam ediyor. Dünyaya dert anlatma imkanı da ortadan kalkıyor.Darbeyle, örgütle adı yan yana gelemeyecek insanların tutukluluk hallerinin devam etmesini açıklamak da imkansız hale geliyor.Öğretmenlerin, küçük memurların, erlerin darbe girişimine katıldıklarını kanıtlamak aşırı zor olacak.Ömürleri boyunca darbelere, savaşlara karşı durmuş yazarların, darbeci olarak yargı önüne çıkmaları için ısrar etmenin anlamsızlığını görülmediği sürece esas mesele zarar görmeye devam edecektir.Bir daha bu ülkede darbe girişimi olmamasının önemli güvencelerinden biri bu tür yanlışların yapılmamasıdır.Darbenin üzerinden iki aydan fazla bir süre geçmesine rağmen, ilk sarsıntının etkileriyle yapılan yanlışların devam etmesinin olumsuz sonuçlarını tekrar ediyoruz.FETÖ tehlikesini ve darbeyi dünyaya anlatırken, dünyanın başka telden çalmasına öfke duymak yerine yanlışları düzeltmek aşamasına bir türlü geçemedik. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Birleşmiş Milletler’de dünyanın liderlerine darbeyi ve FETÖ’yü anlatmaya çalışacak.Karşısındaki liderler ikili görüşmelerde anlayışla baş sallasalar da akıllarında tutuklu yazarlar, gazeteciler olacak.Bunu Erdoğan’a söylemelerinin aslında çok önemi yok, önemli olan kafalardaki soru işaretlerini giderememiş olmamız.FETÖ ve darbe davalarının çıkmaza girmesinin, Ergenekon ve Balyoz davalarına dönmesinin demokrasiye vereceği zarar hepsinin üzerindedir.Bu davaları da kördüğüme çevirmeye uğraşan kuvvetler vardır. Hesap demokrasinin eğreti olarak kalması, Türkiye’nin hep zayıf olmasıdır.Siyasi irade bütün anlamsız soruşturmaların yok edilmesi için çok kolay karar verebilir. Hükümet kanun hükmündeki kararname imkanını, bütün mağduriyetlerin giderilmesi için anında kullanabilir.FETÖ ve darbe davalarının sağlıklı olması gerçekten hayatidir. Hiç bir soru bırakılmadığı zaman bu davalar amacına ulaşabilir. Bunlar hiç bir leke kaldırmaz.
Başbakan’ın 81 ili ziyaret edip miting yapacağı açıklanınca akla doğal olarak “seçim hazırlığı mı” sorusu geliyor.Son kamuoyu araştırmalarında Ak Parti’nin oyu yüzde 70, Erdoğan’a destek ise bunun da üzerinde görünüyor.Bu oranın karşılığı Meclis’te tek başına anayasa yapacak çoğunluğa sahip olmaktır. Ak Parti şu anda buna en yakın konumdadır.CHP ve MHP ile birlikte yürütülen anayasa çalışmalarında uyumlu bir hava devam etmekte, üzerinde uzlaşma sağlanan maddeler yazılmaktadır.Bu çalışmada yargıyla ilgili bir uzlaşmaya varılıp varılmadığı da, başkanlık sisteminin ele alınıp alınmadığı da belli değildir.Başkanlıkla ilgili bir tartışma olsaydı bunu CHP’nin kamuoyuna yansıtacağını düşünürsek bu konunun ele alınmadığını tahmin edebiliriz.Bir erken seçimde Ak Parti’nin yüzde 70’e ulaşması için MHP’nin baraj altında kalması gerekiyor. Bu sonuç alındığı zaman da Ak Parti rahatlıkla 400 milletvekiline yaklaşıyor ve anayasayı tek başına yapabiliyor.Ak Parti’nin yüzde 70’i aynı zamanda HDP’nin de baraj sorunu yaşaması anlamına geliyor. Şu anda Kürt seçmenin tercihleriyle ilgili kanaat oluşturmak kolay değildir, savaş devam etmektedir.Ak Parti’nin böyle bir oy patlamasına ulaşma ihtimali varsa, Ak Parti’nin de bunu değerlendirme ihtimali vardır. İki partili sistemlerde bile yüzde 60’ın üzerindeki oy oranları çok büyüktür, bizdeki gibi çok azla partili sistemlerde ise olağanüstü büyüktür.Ak Parti’ye oy veren ve vermeyi düşünen seçmenin lider olarak Tayyip Erdoğan’ı görmesi dolayısıyla seçmen, Ak Parti ve hükümetteki değişiklikleri de olumsuz algılamamaktadır.Erdoğan’ın ardından başbakan değişikliği olması da, bakan değişiklikleri de seçmen tarafından en azından heyecanla karşılanmamaktadır.Şu anda da Ankara kulislerinde yeni bakan değişiklikleri olacağına ilişkin söylentiler dolaşmaktadır. Bu da Ak Parti’yi seçime götürecek bir kadro düzenlemesi olarak görülebilir.Ak Parti’nin FETÖ sarsıntısını ve 15 Temmuz travmasını hasarsız atlatması da bir seçimle tazelenme fikrinin dayanağı olabilir. Rakipsiz olmak tazelenme ihtiyacı olmaması anlamına gelmez.