Başkanlıkla ilgili tartışmalarda, “seni başkan yapmayacağız” tavrının dışında dikkate alınması gereken bir endişe var. Bu da sistemin dengelerinin iyi kurulamaması halinde dikta rejimine kayma ihtimali endişesi.Bu, bizim gibi sürekli olarak demokrasinin kıyısında yaşayan, bir kaybedip bir bulanlar için doğal bir endişedir.Ama 1950’den bu yana, sadece askeri darbeler değil, bazı sivil iktidarların demokrasi özenini kaybetmesini hep parlamenter sistem içinde yaşadık.Askeri vesayeti de bürokratik vesayeti de yargı vesayetini de parlamenter sistem içinde yaşadık.Demokrasi terbiyemizin eksiklerini de konuşmaktan bıktık, ama demokrasiyi güvence altına alacak bir yapıyı kurmanın aciliyeti de ortadadır.Siyaset bilimcileri, bize, halka başkanlık sisteminde otoriterlik eğilimlerinin nasıl dengeleneceğini anlatsınlar.Biz de bu tedbirlerin alınıp alınmadığını takip edebilelim ve demokrasi isteyen bütün vatandaşların da takip etmelerini sağlayalım.Bugüne kadarki tecrübelerimiz açısından, şu anda uygulanan başkanlık sistemlerine baktığımız zaman bir temel sorunu teşhis edebiliriz.Parlamento çoğunluğu başkanın partisinden olmadığı zaman sistemin tümüyle kilitlenmesi ihtimali çok kuvvetlidir.Klasik demokrasi mantığı uzlaşma ve bir arada yönetme diyor ki, bu da bizim kitabımızda fazla yer tutan bir durum değil.Bunun çözümü bulunduğu ve demokratik güvencelerin bütün vatandaşların içini rahat ettirecek şekilde alındığı zaman başkanlık sistemine itiraz edenler de ikna olabilir.Başkanlık sistemi de insanların iyi yönetilmesi için bulunmuş bir idari sistemdir. Önemli olan iyi yönetilmektir, bunun adı da demokrasi ve vatandaşın yönetime katılmasının azami hale getirilmesidir.Başkanlık sistemi denilince tüylerin diken diken olmasına da gerek yok, ülke bir anda kurtulacakmış havasına girmeye de gerek yok.Bu da insanların bulduğu, bazı ülkelerde iyi işleyen bir sistemse, bizim de hala bir sistem sorunumuz varsa... Neden olmasın?
Bir gün önce bir haber: FETÖ’nün önemli bir mensubu eşine demiş ki, 22 Kasım’da dışarıdayız...Dün yeni haber: Fethullah Gülen cemaate haber göndermiş, demiş ki, 10 Kasım’da her şey hallolacak...FETÖ ile ilgili haberlerin hangisinin gerçeği yansıttığını, hangisinin manipülasyon amaçlı olduğunu ayırt etmemiz mümkün değil. Bazı haberler bir taraftan, bazıları diğer taraftan manipülasyon kokuyor. Bir de durumdan vazife çıkaranların ürettikleri haberler var.22 Kasım ve 10 Kasım tarihleri telaffuz edildiği zaman da akla gelen tabii ki yeni bir darbe girişimidir. Ülkeyi yönetenlerin en yakınlarındaki isimlerin FETÖ’cü ve darbeci çıkmış olması, herkesin uykularını kaçıracak bir durumdur.Orduda, emniyette ve yargı da yapılmış olan büyük temizliklerin ardından hâlâ darbe ihtimallerinden söz etmek hiç de normal değil. Ama biz normalmiş gibi konuşuyoruz.İtirafçı cenahından gelmeye devam eden bilgi ve istihbaratların ortak özelliği FETÖ’nün örgütlenme düzeyinin ve kuvvetinin oldukça yüksek olmasıdır.Ordu, emniyet ve yargı mensuplarının büyük kesiminin rahatsız olması, çoğunluğunun gergin olması şaşırtıcı bir durum değildir.Bu gerginliğin sona erebilmesi için bu üç kurumdaki tasfiyelerin sona ermesi gerekir, ama bunun işareti henüz yoktur.FETÖ’yü bu kadar yaygın ve kuvvetli gördüğümüz zaman da tasfiyelerin durdurulması kolay bir karar olmayacaktır.Gerilimi en üst seviyede tutan bu sarmalın içinden çıkış için siyasetin adım atması gerekiyor.Hep birlikte yeni bir darbe girişimi beklememiz sağlanıyor, bunun karşılığı da tasfiye, gözaltı ve tutuklamaların aynı hızla devam etmesi sağlanıyorsa siyaset bazı iplerin ucuna yönelmek zorundadır.22 Kasım ve 10 Kasım’ı ortaya atanlar önümüzdeki bir ayı daha aynı gerilimle geçirmemizi sağlamış oldularBu bir aydan sonra yine gerilimi yukarda tutan yeni adımlar beklemeliyiz.FETÖ de onun üst aklı veya henüz bulamadığımız “bir numaralar” da savaşı bırakmış değiller ve bütün manipülasyon imkanlarını kullanmaya devam ediyorlar.
Malum gece ve ertesinde, bütün önemli kurumların cilaları bir bir döküldü. Yargı dökülmeye devam ediyor.15 Temmuz bu yanıyla bir “devlet krizi” oldu. Bu devlet yapısıyla, bu kurumlarla ülkenin iyi yönetilmesinin mümkün olmadığı gerçeği ortaya serildi.Bu kadar çok cephede savaşı kaldıracak bir yapımız olmadığını görebilirsek, yeniden inşaya başlayabiliriz.Şu anda nekahat döneminde bile değiliz, sadece hastalıkların yayılmasını önlemeye çalışıyoruz.Yeniden inşaya başlarken de, birkaç yıldır siyaseti geren konunun gündeme gelmesi kaçınılmazdır.Bugünkü idari yapı,bu ağırlığı kaldırabilir mi, yoksa temel bir değişiklikle yapının tümüyle yenilenmesi mi gerekir?Yani başkanlık sistemine geçerek, bütün idari yapıyı buna göre reforme etmeyi artık bütün unsurlarıyla düşünmek gerekiyor.Başkanlık sistemiyle ilgili tartışma hep Tayyip Erdoğan üzerinden yapıldı. Ak Parti ortaya bir model getiremedikçe de tartışma bu tıkızlıktan kurtulamadı.Başkanlık sistemi tekrar gündeme gelirken, Hükümet başkanlık sistemi önerisini halka götürecek, halk evet diyecek ve böylece başkanlığa geçilecek değildir.Ak Parti başkanlık sistemini de içeren yeni anayasa önerisini Meclis’e getirecek, MHP’nin desteğiyle öneri Meclis’te kabul edilecek, sonra da halkın önüne gidilecektir.Kaç yıldır bunu konuşuyoruz, ama ortada üzerinde tartışılacak bir taslak metin bile yoktur. TBMM dediğimiz yasama kurumumuz yıllardır ortaya medeni bir taslak çıkaramamıştır.Eğer Ak Parti sessizce bir taslak hazırlamış ve bunu ortaya çıkaracaksa, bu da iyi bir şeydir, hiç olmazsa üzerinde tartışılacak bir temel olacaktır.Konuyu hala Tayyip Erdoğan üzerinden tartışmaya çalışanların ise aslında bir hükmü kalmamıştır çünkü Erdoğan fiilen başkandır.15 Temmuz’un faydası bütün kurumların yeniden inşa mecburiyetini ortaya çıkarması oldu. Ama eski zihniyetlerle yeniden inşa bir yana şu anki durumumuzu korumamız bile kolay değildir.15 Temmuz’a Bakarken, bütün bu nedenlerle FETÖ’ye sıkışıp kalamayız.
Atatürk’ün Misak-ı Milli içinde ilan ettiği, ama bırakmak zorunda kaldığı Musul ile bir duygusal bağımız hâlâ var.Musul ile birlikte anmaya alıştığımız Kerkük’ün de bu duygusal bağ içinde yer aldığını söyleyebiliriz.Bunların Türkiye’ye ait olması gerektiği de kuşaktan kuşağa aktarılmış bir kanaattir.Şu anda Irak’a ait olan bu iki şehre, Suriye’ye ait Halep’i ekleyenler de az değildir.IŞİD’e karşı savaşın düğüm noktası Musul oldu. IŞİD büyük hamlesine başlarken Musul’u baştan tutmuş ve buradan hakimiyet alanını genişletmişti.Musul’dan IŞİD’in çıkarılması aşamasına gelindiğinde, bölgedeki bütün güçler arasında bir anlaşma sağlanmış değil.Ankara bu harekatın koalisyon güçleri tarafından yapılmasını öneriyor ve gereken desteği vermeye hazır olduğunu söylüyor.Irak’ta yönetimi ellerinde tutan Şiiler, Musul operasyonuna Türk askerinin katılmasına kesinlikle karşı olduklarını en sert üslupla ifade ediyorlar.Türk askeri, Irak toprağında Musul hattında Başika’da bulunmaktadır.IŞİD’i Musul’dan çıkarma harekatının koalisyon güçleriyle birlikte Irak ordusu ve bölgedeki Kürt kuvvetler tarafından yapılması konusunda Ankara dışında bir uzlaşma sağlanacağı anlaşılmaktadır. Muhtemelen şu anda son değerlendirmeler Kürt kuvvetleriyle ilgilidir.Ankara dışında Musul harekatının içinde Türk askerinin olmasını isteyen bulunmuyor.İstenmiyor çünkü Türk askerinin Musul’a girmesi halinde bölgede birçok denge değişecektir.Musul’un IŞİD’den temizlenmesinin en kanlı harekat olacağı düşünülürse, bunun yansımalarının boyutları hakkında da bir fikir sahibi olabiliriz.Türk askerinin Musul’a girmesinin iç politikada büyük etkisi olacağı da kesindir. Şehrin bir mahallesine girilse bile “Musul’u geri aldık” diye sokaklara çıkılacaktır.“Musul ey Musul” derken gözlerimiz yüz yıldır nemleniyor olabilir. Ama fütuhat çağında da değiliz, macera çağında hiç değiliz.Böyle maceralar ülkenin bütün varlığının ortaya sürüldüğü kumarlardan başka bir şey olamaz.
İnsanlar bir pazar sabahı, 18 şehit haberiyle uyandıkları zaman sarsılırlar.Askerdeki çocuklarını düşünürler. Askere gidecek çocuklarını düşünürler. İçleri burkulur.Bu ülke insanının buna neden mahkum olduğunu düşünürler. İçleri biraz daha burkulur.Bundan sonra, “bitsin artık bu işler” diye düşünürler, inançlarına göre dua ederler.Bu arada yöneticilerin beyanatları gelir. Yüzlerce, belki binlerce kez tekrarlanmış aynı kelimeler, aynı cümleler bir kez daha tekrarlanır.Otuz küsur yıldır aynı şeyleri yaşaya yaşaya geldiğimiz noktada çözüm aramaktan vazgeçtiği zaman, toplum gerçekten kaderine teslim olmuş demektir.Otuz küsur yıldır, kısa bir dönem dışında aynı politika izleniyor, sonuçlar asla değişmiyor, kınama ve “beli kırıldı” beyanatları da asla değişmiyor.“Devlete bağlı” Kürt aşiretlerinin PKK’yı kınamasından bir fayda sağlanmayacağını bile bile aynı hareketleri yapmanın etkisizliğini de görmüyoruz.Çünkü o aşiretlerden kaç tane gencin, aşiret reislerinden kaçının çocuğunun, yeğeninin dağda olduğuna gözümüzü kapıyoruz.“Barış sürecini” tekrar talep dene bir toplumsal iradenin ortada görünmediği doğrudur. Ama bu, toplumun barış istemediği anlamına da gelmiyor.Barış istememek, bu ülkenin insanlarının çocuklarını kaybetmeye, milyonlarca insanın mutsuz yaşamaya devam etmesini istememek en büyük akıl tutulmasıdır.Siyaset, barış hattında yeni politikalar geliştirebildiği zaman toplum da bunun hakkını verecektir.Terörle mücadelenin sadece askeri bir mesele olduğunda ısrar ederek otuz küsur yılı heba ettiğimizi kabul etmemiz halinde yeni politikalar ortaya çıkabilir.Şu andaki durumu göremek isteyen, dün verilen bütün demeçleri alt alta dizsin ve okusun.Böylece içinde bulunduğumuz çıkmaz çok açık olarak görülebilir. Kendilerinden çözüm beklenen siyasiler yeni bir şeyler söylediği zaman belki barış umutları yine canlanabilir.Siyaset, toplumları çıkmazdan çıkarmak için vardır. Toplumunu çıkmazdan çıkarabilen siyasetçi başarıdan söz edebilir.
FETÖ ile mücadeleye, bu örgütün etkili olduğu bütün alanlardan kazınmasına kimsenin itirazı yok.İtirazlar bu mücadelenin ekseninin kaymaması, toplumda yanlış algılar yaratılmaması için.Yozgat valisi, olağanüstü hal yetkisine dayanarak Yozgat’ta lokantaların içki satmasını yasakladı.Batman’ın kayyumu da belediyenin bünyesindeki şehir tiyatrosunu kapattı.Bunların FETÖ ile veya PKK ile mücadeleye ne faydası, katkısı olacağını kayyumlar izah edemez. Kayyumları tayin edenler de edemez.15 Temmuz’un yarattığı travmadan vazife çıkararak kendi küçük akıllarıyla hareket edenler olabilir. Ama onları durdurmak da siyasi iradenin sorumluluğundadır.FETÖ ile mücadelede her türlü eksen kaymasının sonuçta bu örgüte yarayacağını tekrar ediyoruz, etmek zorundayız.Bugün FETÖ’ye bağlı bazı unsurlar yurt dışında bazı mevzileri tutabiliyorsa, bunun nedeni de eksen kaymalarıdır.PKK ile mücadele adına, televizyon ve gazete kapatmayı marifet sanmanın da yansımalarının beklendiği gibi olmayacağı da defalarca kanıtlanmıştır.Bu icraatların, bütün Kürtlerde, bütün hayat alanlarının tıkandığı, kapatıldığı şeklinde algılanması gayet doğaldır.Kürtçe yayın yapan bir çocuk televizyon kanalını kapatmanın bundan başka bir yorumu olamaz.FETÖ ile mücadele ne kadar bulandırılırsa, konunun siyasi tarafının da hukuki tarafının da sıkıntılı bir noktaya girmesi tehlikesi artacaktır.15 Temmuz darbesine kalkışan ya da tetikleyen FETÖ’nün varlığını devam ettirdiğine ilişkin birçok işaret bulunuyor.Bu işaretlerin en açığı da, en yetkili insanların bile hala yeni bir darbe girişimiyle ilgili beyanlarda bulunmalarıdır.Yeni bir darbe girişimini ihtimalini değil tartışmak, ima etmek bile ciddi bir sıkıntı işaretidir.Ülkeyi yönetenler içlerinin rahat olmadığı izlenimi verdikleri zaman da kimsenin içi rahat olmaz.Lokantada içki yasaklamak, televizyon kanalı kapatmak, tiyatro kapatmak da kimsenin içini rahatlatmaz, tam tersine rahatsızlığın her türlüsüne yol verir.
Malum gece tankları alkışlama ayıbı çok küçük bir bölgede yaşandı. İstanbul’un Kadıköy yakasında tanklara destek gösterisi yapıldı.Kimin içinde ne olduğu bilinmez ama Beyaz Türkler darbe girişimini desteklemek gibi bir ayıbın içine düşmediler.Aradan geçen süre içinde ise Beyaz Türk cenahında darbe girişiminin gerçekliğiyle ilgili şüpheler işlenmeye devam ediyor.15 Temmuz darbe girişimi gerekten oldu mu yoksa işin içinde başka bir komplo mu var diye sormaya devam edenler halen Beyaz Türkler.15 Temmuz kalkışması bir çok ezberi bozdu. Silahlı Kuvvetlerle ilgili olarak son dönemde çok tekrarlanmış ezbere formülleri de bozdu. Bunu kabul etmek istemeyen ve bu konuyu sürekli arka planda tutmaya çalışan bir siyasi irade var.Yeni bir darbe girişimi olabileceği iddiaları ortaya çıktıkça bu ezberin hiç bir hükmü kalmıyor.Beyaz Türklerin son dramı da bu noktada büyüyor. Silahlı Kuvvetlerin durumunu açıklayamıyorlar, Erdoğan ile kısa bir süre olsa da demokrasi hattında yan yana gelmiş olmaktan sıkıntı duyuyorlar.Beyaz Türkleri şu anda bir nebze rahatlatan “yaşla kurunun ayırt edilmesi” konusundaki yanlışlar. Yazarların gazetecilerin tutuklanmaları dolayısıyla da “biz demiştik” demek imkanına kavuştular.Bu az buz bir rahatlama değil, çünkü olmasaydı yaşadıkları dramın ucunda varlık nedenlerini tartışmak zorunda bile kalabilirlerdi.Batıdan gelen son yorumların çoğunluğu da Beyaz Türklerin dramıyla uyuşma halindedir. Eğer bu tutuklamalar olmasaydı, onlar da şu andaki pozisyonlarını almakta bayağı zorlanacaklardı.15 Temmuz herkes için, cumhuriyet tarihinin en büyük demokrasi sınavlarından biri olmuştur. Bu sınavda kimsenin çakmaması gerekiyor.Beyaz Türkler, 15 Temmuz travmasını atlatabilmek için komplo teorilerine sıkışıp kalırsa ciddi bir toplumsal sıkıntı kaynağı olmaya devam ederler.15 Temmuz travmasını demokrasi hattında atlatabilmek için de siyasi iktidar tarafından biraz daha özen beklenecektir.
İtirafçılardan öğrendiğimize göre FETÖ aşırı gizlilik üzerine örgütlenmiş bir yapıya sahip.Örgüt mensuplarının açıkta olanları, kamuya dönük faaliyet gösterenler. Genellikle de gazetelerde, televizyonlarda görev yapanlar, cemaat sözcüsü konumunda çalışanlar.Örgüt,Türkçe olimpiyatları ve Abant toplantıları dışında geniş katılımlı faaliyetler düzenlemiyor. Bunlar da kendi başına özel siyasi faaliyetler değil, dışarıdan insanların da katıldığı açık toplantılar.Bu toplantılar da Cemaate sempati ve ilgi yaratan faaliyetler ve özel bir işaret taşımıyorlar.Yine itirafçılardan öğrendiğimize göre asıl yapı, mahalle imamlarından başlayarak kainat imamına kadar ulaşan bir gizli örgüt yapısı. Bu yapı bilinen gizli örgüt yapıları arasında en çok dini gizli örgütlere benziyor.Örgüt üyeleri birbirlerini tanımıyor,sadece bağlı oldukları imamı tanıyor ve onun talimatlarını yerine getiriyor.Bu yapı her türlü sızmayı zorlaştırdığı için de, halen bir çok bilgi eksiği bulunuyor. Bu yapıların ana ilkelerinden biri de “yakalanan” üyenin sürekli inkar etmesidir. Önümüzdeki davalarda göreceğimiz budur.Cemaatin bu yapıyı oluştururken, hükümetlerden ve devletten önemli destekler bulduğu da artık bir sır değil.Bu yapıyı düşünen ve kuranların birinci hedefinin Türkiye’nin yönetimine hakim olmak olduğu da bellidir. İkinci büyük hedef de dünya çapında bir etkinlik sağlamaktır.Böyle bir oluşuma da kimse kayıtsız kalamaz. Devlet de aslında 80’lerin başından itibaren bu yapılanmanın farkındadır, ancak siyasi havaya göre tavır almaktadır.Dünyanın güçlü istihbarat örgütlerinin de bu olaya kayıtsız kaldığını düşünmek saflık olur. Burada da asıl refleksin “faydalanmak” üzerine olması gayet tabiidir.Büyük hedefleri olan bir örgüt de dış ilişkilerini “faydalanmak” üzerine kurar ve değişik ittifak ve etkilere açık hale gelir.Bu yapı ve büyük iddiaları 15 Temmuz darbe girişi açısından sorulara cevap vermiyor. Ama sonuçta 15 Temmuz sayesinde bu örgütün dağıtılması imkanı ortaya çıkmıştır. Bu durumda da örgütün dışarıdaki müttefikleri kim olursa olsun terk edecektir.